olarak edebiyat biliminde ulusal ya da yabancı kimliğini, bunların nasıl resmedildiğini araştırma, eskiden beri yapılagelen bir çalışmadır. Ancak, bu tarz imaj araştırmaları özel olarak karşılaştırmalı edebiyat biliminin çalışma alanına dâhil edilmiştir (Aytaç 2003: 118). Hugo Dyserinck’in 1966 yılında yayımladığı “Zum Problem der ‘images’ und ‘mirages’ und ihre Untersuchung im Rahmen der Vergleichenden Literaturwissenschaft” başlıklı makalesinin ardından ise imaj bilimi karşılaştırmalı edebiyat biliminin bir alt dalı olmaktan çıkmış ve kendi başına bir bilim dalı olarak değerlendirilmiştir (Talun İnce 2008: 111). Bu bağlamda söz konusu olan “imaj” kavramı, bir milletin başka bir millet hakkındaki düşünce ve görüşlerini, “imaj bilimi” ise bu imajların yazılı eserlerde incelenmesini karşılamaktadır1.
Gürsel Aytaç’a göre imaj araştırmaları iki metottan birini seçmek zorundadır. Ya dar anlamda edebiyat biliminin sınırları içinde kalmalı ya da mentalite tarihine yönelmelidir. Aytaç, karşılaştırmalı edebiyat bilimini ilgilendiren imaj biliminin bu seçeneklerden birincisini seçen araştırmaları içerdiğini ifade eder ve şöyle der: “Bu çalışmalarda öncelik, imgelerdeki edebi ve edebiyat bilimsel özellikleri ve estetik gücü ortaya çıkarmaktır. Ve en çok da ulusal imgelerin ve imge kalıplarının bilinçli ya da kendiliğinden bastırılışının işlevi üzerinde durulur.” (2003: 119) İmaj bilim araştırmalarının ikinci seçeneği mentalite tarihine yöneliktir. Aytaç’a göre imaj bilim çalışmaları “Başka ülkelerin edebiyatlarındaki imgeleri anlambilim-sel (semantik) açıdan inceleyip disiplinler arası bir kültür tarihine katkıyı amaçlar. Buna ulaşmak içinse edebiyat bilimi donanımına ihtiyaç vardır. Çünkü gerçekliğin dil aracılığıyla yeniden kurgulanması demek olan metinlerin analizi aracılığıyla tarihi toplulukların ortak algılama modelleri ve tasarımları hakkında fikir yürütmeyi amaçlar.” (2003: 119)
İmaj çalışmalarını edebiyat bilimi dışında düşünen bir görüş de vardır. Bir edebiyatta bir yabancı ulusun imajını ortaya çıkarma konusunda yapılan çalışmalardan biri Jean-Marie Carré’nin “Les écrivains français et le mirage allemand” (Fransız Yazarları ve Alman Düşü, 1947) adlı eseridir. Gürsel Aytaç, bu kitapta daha çok politik kaygının ön planda tutulduğu görüşündedir ve Carré’nin Fransız-Alman ilişkilerinin geleceği konusunda düşüncelerini ortaya koymak için edebiyatı araç yaptığını düşünür (2003: 120). Bu bağlamda, imaj çalışması yalnızca edebî eserlerle sınırlandırılmışsa ve imaj sadece bir araştırma konusuysa edebiyat bilimi içinde değerlendirilir. Nasıl ki “aşk” konusu farklı yazarlarda farklı şekillerde işlenebiliyorsa, “ulus” imajı da yazarlarda farklı şekillerde ele alınabilir. Ancak imaj, edebiyatla sınırlı değil de “yazın” olarak adlandırabileceğimiz yazılı her türlü belgeyi kapsarsa, bu durumda imaj edebiyat biliminin sınırlarını aşar ve kültür, tarih, sosyoloji gibi diğer araştırma sahalarına girer.
İmaj çalışmalarında tartışılan konulardan biri de imajlardaki “gerçeklik”tir. İmaj çalışmalarında yazarın okuyucuya aktardığı “gerçek”, yazarın görmek istediği gerçektir. Bir imaj çalışmasında bilinmelidir ki, yazar kendi önyargıları, stereotipleri ve değerleri ile sübjektif bir bakışla neyi, nasıl görmek istiyorsa o şekilde eserine yansıtır (Ulağlı 2002: 432). Ayalp Talun İnce, imajların kesinlikle nesnel ya da gerçekçi ölçütlere dayanarak oluşmadığı fikrindedir. Ona göre, “Bir imaj kesinlikle nesnel ya da gerçekçi ölçütlere dayanarak ortaya çıkmaz. Çoğunlukla önyargılar, klişeler ve stereotiplerle yakın ilişki içindedir.” (Talun İnce 2008: 111) Herkül Millas da imajlarda gerçekliğin o denli önemli olmadığını, imajların düşünce tarihiyle, ulusal ideolojilerle, politik seçeneklerle ve genel olarak egemen kültürel yaklaşımlarla doğrudan ilişkili olduğu görüşünü ifade eder. “İmaj araştırmasının amacı, imajın, gerçeklikle uyumunu yada uyumsuzluğunu değil onun ‘mantığını’ bulmak ve göstermektir. İmajın gerçeklikle ilişkisi o denli önemli değildir; önemli ve temel olan bu imajların hangi model ve proje içinde oluştuğu, hangi toplumsal gereksinmelere yanıt verdiği, hangi ideolojilere, nasıl hizmet ettiğidir. Böyle bir çalışma toplum içinde var olan düşünce kalıplarını ve kimlik yaklaşımlarını ortaya koyabilecektir. Dolayısıyla düşünce tarihiyle, ulusal ideolojilerle, politik seçeneklerle ve genel olarak egemen kültürel yaklaşımlarla doğrudan ilişkilidir.” (Millas 2005: 21). Herkül Millas’a göre, edebiyat dünyası toplumsal uyumun sağlandığı bir alandır. Bu toplumsal alan bütün toplumu olmasa da toplumun büyük bir bölümünü kapsar. İmajlar da toplum içinde önceden var olan duygu ve inançlara göre ortaya çıkarlar. Bu sebeple tarihsel olaylar ve karakterler de edebiyatta her zaman “yaratılan” olay ve kişilerdir ve gerçeklikleri toplumsal bilinçle doğrudan ilişkilidir. Edebiyat metinleri içinde ortaya çıkan ‘dünya’, bir bilinç dünyasıdır. Bu bilinç ‘algılama’ anlamındadır. Millas’a göre algılama ise, yanıltısı içinde bile, her zaman taşıyıcısı için pratik sonuçları olan ‘gerçek’ bir durumdur (2005: 23). Bir imaj çalışmasında imajın gerçek olup olmadığı ya da tarihî bir olayın ne kadar doğru olup olmadığı imaj bilimini ilgilendirmez. Önemli olan ortaya koyulan imajdır. Bir imajın, imajı üreten kitle ile imajı üretilen arasındaki ilişkide nasıl üretildiğine dikkat etmek gerekir.
1. İmajı üreten, objesini gördüğü gibi değil, görmek istediği gibi, özlemleri ve niyetleri doğrultusunda tahrif etmiş olabilir.
2. İmajı üreten, şahsî veya mensub olduğu toplumun başarısızlığını yüklemek ve böylece nefsî tatmin için, objesindeki olumlu veya olumsuz özellikleri abartabilir.
3. İmajı üreten, içerisinde yaşadığı toplumun olumlu veya olumsuz sosyoekonomik durumuna meşruiyet aramaya çalışabilir.
4. İmajı üreten, tabi olduğu siyasî otoriteyi meşrulaştırmak ve mensub olduğu öbeğin birliğini sağlamak için karşı kutup yaratmaya çalışabilir. (Fazlıoğlu 2006: 11)
Her yazarın ortaya koyduğu eser “özgün” ve “biricik” bir yaratı olmasına rağmen, yazar toplumsal bütünlüğün bir parçasıdır (Kula 1992: 20). Bu bağlamda imaj da yazarın bir başkasını değil, bizzat kendisini, kendi toplumunu ve kültürünü anlattığı bir dildir (Ulağlı 2006: 47). Bir imaj çalışması yazarın ve yazarın içinden çıktığı toplumun psikolojisini ortaya koyar. Yazarın okuyucuya ilettiği her imaj yazarın ya da yazarın içinden çıktığı toplumun politik bir düşüncesinin sembolik bir dilidir. Yazar bir imajı oluştururken öncelikle kendi değer yargılarından, önyargılarından ve hayallerinden işe başlar. Yazarın imgesini oluşturacağı konu hakkında bir önbilgisi vardır. Sonraki aşamada yazar bu önbilgisini destekleyen kanıtlar bulmaya çalışır, hatta imgesini oluşturacağı toplumu yakından tanımak için kendisine o toplumla iç içe olabileceği bir ortam yaratır. Ancak yazarın yakından tanımak istediği topluma dair gördükleri yine gerçekte var olan değil, yazarın görmek istediği bir gerçekliktir. Yazar önyargılarından hareketle kurguladığı bu gerçekliği okuyucuya aktarır. Son olarak yazarın kurguladığı bu gerçeklik okuyucu tarafından yazarın istediği şekilde alımlanır (Ulağlı 2002: 432-433). Buradan hareketle denilebilir ki “her imge ve imgeyi yaratan yazar bir dönemi anlamaya ve anlatmaya yarayan kendileri de birer imgedir” (Ulağlı 2002: 434). Artık o da toplumunun genel yargılarını ortaya koyan bir imge olmuştur. Toplumdan bağımsız bir birey olarak düşünülemeyen yazarın, hayatının başından sonuna aynı çizgide eser vermesini beklemek mümkün değildir. Herhangi bir siyasî ya da fikrî hareketi benimseyen bir yazarın eserlerinde daima bu fikirlere uygun görüşleri, cümleleri aramak hata olur. Çünkü bir yazarın fikrî yapısı hayat seyri içinde evreler geçirebilir. Bu sebeple yazarın geçirdiği evreleri ve tarihî arka planı