Cemile Kınacı

Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik


Скачать книгу

ortaya koyar. “Genellikle bir milletin öz imajı, yani ‘miraj’ı, onun diğer millet hakkındaki imajının asıl belirleyicisidir. Dolayısıyla, imaj çalışmalarının kaynağını teşkil eden yazılı eserin hedef kitlesi, imajın yüklendiği kitle değil, tam aksine eserin ortaya çıktığı toplum ya da bu toplumun belirli bir kesimidir” (Talun İnce 2008: 112). Herkül Millas da imaj araştırmalarının öncü isimleri arasında sayılan Daniel-Henri Pageau’ya göre, her imajın bir yerde bir “ben” ya da “burası” ile bir “öteki” ya da “orası” ilişkisinden doğduğunu aktarır. Bu şekilde toplumlar ya da insan grupları kendilerinin bağlı oldukları kültürel, politik, ideolojik vb. çevreyi de belirlemektedirler. Tasarlanan çevre de güçlü bir biçimde bir “ikilik” sergiler, “biz” ve “öteki”. Toplumlar bu yolla kendilerini belirler ve algılarlar. Ulusal bir kimlik ancak “karşı” tarafa göre vardır (Millas 2005: 20). İster birey ister herhangi bir sosyokültürel topluluk olsun, “kendisi” üzerinden “öteki”ni tanımlar. Her millet kendisini tanımladıktan sonra, kendi kimliğinin karşıtlıkları üzerinde de “öteki” imajını yaratır. İmaj çalışmalarında “öteki” imajının üretiminde şu noktalar daima devrededir:

      1. Kendisi olumlu özellikleri taşır- Yabancı olumsuz özellikleri taşır.

      2. Kendisinin olumsuz özellikleri örtülür- Yabancının olumsuz özellikleri öne çıkarılır.

      3. Kendisindeki olumlu özellikler cevherîdir- Yabancıdaki olumlu özellikler arazîdir.

      4. Kendisindeki olumsuz özellikler arazîdir- Yabancıdaki olumsuz özellikler cevherîdir.

      5. Benzer özellikler kendisinde olunca olumlulanır- Yabancıda olursa olumsuzlaştırılır.

      6. Örtülemeyecek derecede olumsuz bir özellik kendisinde ortaya çıkarsa ferdî seviyeye indirgenir- Aynı özellik yabancıda ortaya çıkarsa genelleştirilir.

      7. Kendisi ile yabancı arasındaki benzer özellikler farklı yorumlanır. (Fazlıoğlu 2006: 10)

      Bir imaj çalışmasında imajı üretilen toplumdan çok, imajı üreten yazar ve yazarın içinden çıktığı toplum hakkında bilgi sahibi olunur. Üretilen imajlar, imajı üreten topluma göndermelerde bulunur. Bu bağlamda Türkleri ele alan herhangi bir imaj çalışmasında işlenen, Türkler ve Türkiye olmaktan çok, imajı üreten yazarın ve onun toplumunun dünyasıdır. Böyle bir imaj çalışmasında, yazar şahsında imajı üreten toplumun Türklere dair deneyimleri, bakışları, önyargıları ve stereotipleri ortaya koyulur ve “nedenler”, “nasıllar” üzerinde durulur. Genellikle bir imajın oluşması için sadece imajı üreten yazarın düşüncesi yeterli değildir, toplumun genel kabulü de yazarla aynı doğrultuda olduğu zaman, toplumsal bir imaj üretilebilir. Bir imajın oluşması ve kabul görmesi için uzun bir sürece ve toplumsal bir uzlaşma zeminine ihtiyaç vardır. Fakat bu noktada Sovyet edebiyatı istisnai bir örnek oluşturur. Sovyet edebiyatı söz konusu olduğunda bu genellemenin çok da geçerli olmadığı görülecektir. Edebî faaliyetlerin doğrudan merkezden gelen Komünist Parti direktifleri doğrultusunda yönlendirildiği Sovyet devrinde, yazar ve toplum arasında toplumsal bir uzlaşma zemini aramak hatalı olur. Bu dönemde yazarlar verilen direktifler doğrultusunda eser vermiş, kendilerinden istenilen doğrultuda imajlar üretmişlerdir. Ancak bu imajların varlığı, halkın genel kabulünün de imajları üreten yazarla aynı olduğu anlamına gelmez. Devrin şartları gereği nasıl ki yazar kendisinden istenilen imajları üretiyorsa, Sovyet halkı da gerçekte bu imajların üreticisi yazarla aynı fikirde olmasa bile bu imajları kabullenmiş görünebilir. Dolayısıyla bu perspektiften bakıldığında, Sovyet devri yazarlarının ürettiği imajlar söz konusu olduğunda, imaj üretiminde uzun süreç ve yazar ile toplum arasında bir uzlaşma zemini aranmamalıdır.

      “Kimlik” Kavramına Genel Bir Bakış

      Kimlik sosyoloji, antropoloji ve psikolojiyi ilgilendiren çok disiplinli bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimlik kavramı, birden çok disiplinin kesişme noktasında konumlandığından bu, kimliğin sosyal bilimlerin karmaşık konuları arasında yer almasına neden olur. İngilizce ve Fransızcada “kimlik” karşılığında kullanılan identity/identité terimlerinin kökeni, Latince “idem”den gelmektedir ve “aynılık, benzerlik, teklik” anlamlarını karşılamaktadır2. Terimin etimolojisi ile ilgili çeşitli görüşlerden biri, terimin “idem” kelimesi ile “tas” son ekinin birleşmesiyle oluştuğu görüşüdür. Yine bir diğer görüş terimin “identitem”den geldiğidir. İngilizce identity terimi, nitelik ve öz bakımından aynı durumda ve kalitede olma hâli; mutlak ya da özsel aynılık; teklik; bütün zamanlarda ya da durumlarda bir kişinin ya da şeyin aynılığı; tıpkı, aynı, birbirinin aynısı olan gibi anlamlara gelmektedir (Oxford 1989: 620). Fransızca identité terimi ise, iki şeyin karakter bakımından özdeşliğini, karakterinin bir olmasını (Le Nouveau Petit Robert 1996: 1122), bir şey ile başka bir şeyin aynılığını (Larousse Universel 1948: 967) karşılamaktadır. Türkçe Sözlük’te ise “toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü” (c. II, 1998: 1324) olarak tanımlanmaktadır.

      Güvenç’e göre en yalın tanımıyla kimlik “kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların ‘Kimsiniz, kimlerdensiniz?’ sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır.” (2008: 3). Bilgin ise kimliği, “bir kişi veya grubun kendisini tanımlaması ve kendini diğer kişi veya gruplar arasında konumlaması” olarak tanımlar (2007: 11). İmançer’in tanımı ise şu şekildedir, “Kimlik insanın kim olduğu, diğerleri tarafından nasıl görüldüğü, rolü, ihtiyaçları ve değeri konusundaki sorulara cevap verme tarzının davranışlara yansıma biçimidir.” (2007: 237). Bu tanımlarda, kimlik belirleyicilerden biri “bireyin diğerleri tarafından nasıl görüldüğü”dür. Nasıl ki yüzümüzü ayna olmadan görmemiz mümkün değilse, kimliğimizin de “ayna evresi” dediğimiz bir tür yansıtma olmadan farkına varmak mümkün değildir. “Ayna evresi” kimlik oluşumunun temel aşamasıdır. “Ayna evresi, kimlik oluşumunda kişinin biçimsel özelliklerini algılaması sayesinde kişiliğine ve rollerine ilişkin benlik algılamasıdır.” (İmançer 2007: 238). Başkaları “biz”i nasıl görüyorsa bu tıpkı bir ayna görüntüsü gibi bize yansır ve böylece biz de kendimizi başkalarının bizi gördüğü gibi görmeye başlarız (Bilgin 2007: 97). Başkalarıyla olan ilişkimiz bizim kendimizle ilgili bilincimizi oluşturur. Bu yolla içinde yaşadığımız toplumu yansıtan bir kimlik inşa eder ve toplumsal yönümüzü oluştururuz (Hogg ve Vaughan 2007: 141). Kimlik “ötekine” karşı bir tepkinin sonucu ortaya çıkar ve “kendi” ancak “öteki”ne göre var olur (Assman 2001: 135). Garip bir şekilde “öteki” bizim içimizde yaşar, o bizim kimliğimizin gizlenmiş yüzüdür (Kristeva 1988: 9). Bu ister birey isterse bir grup olsun “öteki”nden “farklılık” ve “benzemezlik” üzerinden kendini algılar, tanımlar. Kimlik, hem bireyin kendisini nasıl gördüğü hem de toplum tarafından nasıl görüldüğüyle ilgilidir. Dolayısıyla kimlik kavramı, hem bireylerin kendilerini tanımlarken öne çıkardıkları yaş, cinsiyet, etnisite, statü, toplumsal konum, meslek gibi algılayışları hem de başkalarının algılamalarını içinde barındıran geniş bir kavramdır. Buradan hareketle kimliğin oluşumunda bir toplumsal boyut mevcuttur. Değiştirilemez olan kalıtsal ve biyolojik yapı bir kenara bırakılırsa, bireyin kimliği bir bakıma diğerleriyle girdiği ilişkilerle şekillenir.

      Kimlik kavramı, hem diğer insanlara benzerliği hem de diğer insanlardan farklılığı içinde barındıran bir kavramdır. Bu bakımdan kimlik kavramı içinde, bir benzerlik-farklılık paradoksu yer almaktadır. Birey, diğerlerinden farklılaştıkça kendi kimliği oluşur ve gelişir.