Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

ağırına daha çok gittiğini tam anlayamadı: Yapılan eleştirinin adaletsizce oluşu mu, yoksa kendisine yakın saydığı insandan duyması mı? Söylenenleri duyduğu an beyninde şimşekler çakmış, düşünme yeteneğini yitirerek tir tir titremeye başlamıştı. Sanki biri karnına bir şey sokup, karnını deşiyor ve bağırsaklarını kıtır kıtır kesiyor gibi karnına sancılar girmişti. Tam olarak anlaşılmayan bir ağrıydı. Bir taraftan eleştirilmesinden dolayı utanç duygusuna kapılarak, diğer taraftan Nurtay’ı haksız çıkaracak hazır cevabı olmadığına sinirlenerek neredeyse boğuluyordu. Dünyaya geldiğinden beri Nurtay’dan daha kötü düşmanının olmadığına, bu kadar kötü bir düşmanının olmadığına kesinlikle şu anda inanmış gibiydi.

      Hem sinirliyken biriyle kavga edeceğim endişesiyle, hem insanlara bakmaya utandığından toplantıdan yavaşça ayrılmayı uygun buldu. Kimseye bakmadan, hiçbir yere dönmeden konferans salonu kapısından tam çıkmak üzereyken yan taraftan gelen biri bileğinden tuttu. Hem de kuvvetli bir şekilde tuttu. Çaresiz baktı. Bileğinden tutan Raybek’miş. İkisi kapıdan alelacele yanyana çıktı. Raybek söyleyeceğini daha kapıdan çıkmadan söyledi:

      “Acelen intihar etmek için değil, değil mi?

      Şegen donakaldı. Ne diyeceğini bilemeyip Raybek’in yüzüne hayretle baktı. Raybek şaka mı yapıyordu yoksa dalga mı geçiyordu anlayamamıştı. Raybek, sadece diliyle dişlerini temizler gibi bir defa çene kısmını şişirdi. Şegen’e, onun bu hareketi gülüşünü gizlemek için yapmış gibi geldi.

      “İnsana hiç acımazsınız değil mi, Raybekciğim? Şakanız atılmış yumruktan daha beterdir. Tıpkı kedinin fareyle oynaması gibi, öyle değil mi?”

      “Hayır, Sen işten korkma, iş senden korksun demek istiyorum.”

      ‘Yüreğine işleyecek

      Sözlerle de sövseler,

      Kaşını çatmaz er lazım

      Bizim böyle işlere.’ derler. Hiç duymadın mı?”

      “Bugün kaşımı çatmazsam, bende hiç kaş olmasın daha iyi.”

      “En iyisi işi uzatmamaktır. Kazaklar ‘Lafı uzatan bela alır başına.’ derler. En iyisi bara gidip biraz sakinleşelim.”

      İkisi bunları konuşurken, merdivenlerden aşağı inerek bara yaklaşmışlardı bile.

      “Sen git şu köşedeki masaya otur. Zaten eleştirilerden canın sıkılmışken bir de para harcayarak moralini bozmanı istemem.” dedi Raybek.

      Kahveyle konyağı tutan Raybek masaya yaklaştı. Şegen de artık dayanamayıp sırrını açtı:

      “Fark ettim ki, normal zamanlarda övenlerin, karşılaştığında hep iltifat edenlerin hiçbiri Nurtay’ın sözlerinden sonra ses çıkarmadı. Acaba onun fikrine katıldıklarından mı ses çıkarmadılar yoksa ondan çekindiklerinden mi, anlamadım?

      “Bunu bilmiyorsan, senin gerçekten biraz daha olgunlaşmaya ihtiyacın var demektir. Kimi insanlar kitabının yayınlandığını duymuş ama okumamış olabilirler. Kimileri de şimdi sunulan bildiriden öğrenmiş olabilir. Düşünsene, o insanlar seni nasıl savunabilirler? Savunmak için de deliller sunulmalıdır, değil mi?”

      Şegen, birçok soru işaretli bakışlarla ve şaşkınlıkla Raybek’in yüzüne baktı. Raybek ise hiçbir şey fark etmemiş gibi rahat rahat konuşmasına devam etti.

      “Sayın Satimov, affınıza sığınarak bir sır söylemek isterim: Tenkitlere karşı direnebilmek de yazarlıktır. En haksız eleştiride bile doğruluk payı olur. Eleştiri yazarı kızdırır, olgunlaştırır; sonuç olarak insanı normal hâlinin dışına çıkarır. Eserini hangi türde yazacağını seçmede yazar nasıl serbestse, eleştirmen de edebiyatı geliştirme adına yazarı eleştirmede serbesttir. Bu nedenle Nurtay tenkit etti diye değil, kamçıladı diye anla. Nurtay’ın acıtarak veye acıtmadan, sağ veya sol taraftan kamçıladığı sonuçta pek önemsenecek bir şey değildir.”

      Şegen, gülümseyerek kafasını salladı ve:

      “Beni mi azarlıyor, Nurtay’ı mı?” diye düşündü.

      – Beni tesselli etmek için edebiyatta olmayan teorileri de ortaya atıverdiniz, maşallah!”

      Raybek, burnunu kıvırarak gülümsedi ve sevinçli gözlerle Şegen’e baktı.

      – Ne yani, Nurtay’ın kafadan eleştiriler uydurma hakkı var da, benim teori uydurma hakkım yok mu? Doğrusunu söylememi istersen, senin neden bu kadar kızıp da toplantıyı terk ettiğini anlamış değilim. “Benden yazar olur mu, olmaz mı?” diye düşünecek dönemden geçtin Allah’a çok şükür. Kendini ispat ettin. Böyle önemsiz tenkit duyduğuna bu kadar sinirleneceğine sevinmen gerektiğini düşünüyorum. Hadi bakalım bu sevincin şerefine!

      Şegen, Raybek’in söylediklerinden memnuniyet duydu. Açık tenli, iri yarı, yiğit konuşmasına devam etmek istedi. Elini güzelce hareket ettirerek özenle kül tabağındaki sigarasına uzandı ve külünü silkti. Fırsattan istifade eden Şegen ondan önce konuşmaya başladı:

      “Farkında mısınız, tenkitçilerin de kalitesi düşüyor gibi. Tahlil yapmadan, tam anlatmadan özet yapıyorlar. Ben bunlara bakarak onların kimi öveceklerini ve kimi yereceklerini önceden tespit ettiklerinden endişeleniyorum.”

      “Sen şüphelendiğinden dolayı endişe duyuyorsan, ben bundan emin olduğumdan dolayı endişe duyuyorum. Ancak buna rağmen eleştirmenlerin haksız olduklarını öne sürmek yanlış olur düşüncesindeyim. Dünyada yılanın iki binden fazla türü olduğunu ve bunlardan 1500 kadarının tehlikesiz olduğunu bir yerden okumuştum. Ancak, biz insanlar yine de yılanların tamamını kendimize düşman biliriz. Tenkitçilerin durumu da aynıdır. ‘Bir uyuz keçi bir sürüyü boklar!’ misalidir. Yılanların tamamı nasıl zehirli olmadığından ve sokmadığından düşmanımız sayılmayacaksa, eleştirenlerin hepsi de iyi eleştirmen sayılmaz.”

      Şegen, Raybek’in yüzüne tekrar şaşkınlıkla baktı. Bazen üstü kapalı olarak dolaylı yollardan, bazen de direk ancak mutlaka tasvir ederek, kimi zaman da şaka karışık anlatma tarzına sahip Nurtay’ın çok önemli bir tenkitçi olmadığını vurgulamak istiyordu.

      “Ben kitabını okudum.” dedi Raybek, kaşlarını ve göz kapaklarını gerip gözlerini açarak. “Eksikliklerin var tabii. Ancak kitabın güzel. Fakat, kitabının daha iyi olması gerekirdi. Kitap için, daha doğrusu yazar için, daha da doğrusu para için hacim önemlidir tabi. Ancak edebiyat için hacmin değeri beş kuruştur.”

      “Bunları ne amaçla söylüyor, acaba?” diye şüphelenmeye başladı Şegen. “Yumuşakça söyleyerek beni yermek mi istiyor, yoksa sakinleşmem için mi böyle bir ondan bir bundan bahsediyor?” diye düşündü.

      “Yazmak güven ister. Bugün yapılan eleştiriden sonra bedende sinirden başka ne kalır?”

      Çok düzgün olmasına rağmen parmaklarıyla saçlarını düzeltmeye çalışan Raybek düşünceye daldı. Tereddüt eder gibi kafasını salladı. Sönen sigara izmaritini yavaşça bir daha yaktı. İki-üç defa çektikten sonra kültabağına bıraktı.

      “Bedende değil, kafada kalır. Kafanın kafa olduğu doğru ise o boş olmaz. Hiç konu bulamıyorsan çocukluğu yaz. Çocukluk, yazar için bitmez tükenmez kaynaktır. Toprak altında kalan ağaç nasıl ki çürüye çürüye madene dönüşüyorsa, çocuklukta ki etkiler akılda kalırken çok değerli düşüncelere dönüşür. Genel olarak, kendi bebekliğini araştırmayan insan, bebeklikten uzaklaşamaz. Ussuz çocukluğunu iyice anlamayan insanın ise uslu olarak büyümesi zordur.”

      “Bu kuramınızı mantıklı buldum.”

      “Öyleyse