Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

gözünden ne kadar uyku akarsa aksın geceyarısı da olsa gözler sevinçten fal taşı gibi açılır ya, işte onun gibi uğradığı eleştiriden dolayı çok üzülmesine rağmen, Raybek’in söyledikleri moralini bayağı yükseltmişti. Hatta, birisiyle konuşmak, şakalaşmak isteyerek tanıdık arar gibi yanından geçenlere dikkatle baktı. Cam duvarlı bir binanın önünden geçerken karşılaştığı beyaz şallı kadın gülümser gibi oldu. Şegen birden durdu ve kadına baktı. Yüzü çok tanıdık gelmişti. Yoksa tanıyor muydu? Kadın da tanıdığı olduğunu düşünmüş olmalı ki dönüp baktı. O an yüzünü daha iyi görmüştü, açık tenli güzel bir kadın. Hem yüzü, hem bakışı tanıdık geldi. Allahım dili değil, gözleri konuşan bu kadın kimdi? Eyvah, tanımaması ne üzücü!

      Kadın bir daha dönüp bakmadı. Şegen, arkasından uzun uzun baktı. O an azı dişleri zonklayarak bedenini kafa derisine kadar titreme almıştı ve kadını kime benzettiği aklına gelivermişti. Rastladığı kadın, Bübiş’e benzeyen yabancı bir kadındı. Bübiş bu şehre nasıl gelsin? Gelse bile böyle tek başına dolaşabilir mi? Tabi ki o değildi. Ama çok benziyormuş. Özellikle de gözleri. Demin ki kadının baktığı gibi ani bakışı insanın içini yakardı resmen. Öylesine güzel, öylesine tatlı huylu kadına aşık olmak da fani dünyanın mutluluklarından olmalıdır. Gençlik döneminin oldu ve bitti denecek geçici duygularından değildi onlar. Şegen’in bedenini dilim dilim kesseler bile o günlerin hatıralarını aklından zor atardı herhâlde.

      Raybek doğru söyledi, insanın çocukluğu zengin bir kaynaktır. Çocukluğumuzu ister ağlarken, ister gülerken sık sık hatırlamalıyız. Şegen’in bedenini ani korku sardı.

      “Arada bir çocukluğun hesabını yapmazsan şu anki yükselişin yükseliş de olmayabilir. Bübiş’le aramızda olanlar neredeyse bir tarihtir. Bu tarihi unutmak sadece kızı unutmak değil, aynı zamanda kendi soyunu, kökenini unutmaktır. Gençliğimizdeki sevincimiz, üzüntümüz, iyi niyetliliğimizle suçlarımız, hatalarımız, kısacası başımızdan geçen her şey şuanki varlık ve mizacımızın temelini oluşturmuştur. Hakikaten, neden ben o değerli günlerimi kitap olarak yazmıyorum ki?”

      Şegen, çocukluk günlerini, özellikle Bübiş’le tanıştığı ilk günleri büyük bir özlemle hatırladı o an. Hey gidi güzel günler! Birilerinin cefasını çektiği, birşeylere üzüldüğü veya çok sevindiği kimi zamanlarda, Şegen çocukluk dönemini hatırlar. O dönem de Bübişsiz hatırlanmaz. Bübiş’in o günleri aklına getirip getirmediği ise belli değildir. Görüşmeyeli neredeyse yirmi yıl olmuş. Zaman nasıl da hızlı geçiyor? Herşey sanki daha dün olmuş gibi, saydığında ise inanıp inanmamakta güçlük çeker, şaşırırsın. Kim bilir, belki de Bübiş’i unutmamasının başka da nedenleri vardır. Çünkü Şegen’in bununla ilgili olarak hiç aklından çıkmayan ve çözemediği pek çok şey vardır. Böyle kuşkular ve bilmeceler belki de hiç giderilmeyecek ve çözülmeyecektir. Kim bilir, yaşama tat veren ve geçmiş ile bugünü birbirine bağlayan bunun gibi sırlardır.

      Şegen, az önce durduğu yerde hâlâ hareketsiz durduğunun şimdi farkına varmıştı. Derin bir ah çekti ve yavaş yavaş evine doğru yürüdü. “İlginç, şu hâle bak!” dedi şaşkınlıkla kafasını sallayarak, “Evde ailemin beni beklediği aklımın ucundan bile geçmiyor, gençliğimdeki aşkımı hatırlayarak sokakta duruyorum. İçimdeki bu tür sırları Nurtay gibiler öğrense ne olur? Allah bilir, beni elâleme rezil ederler. Bir yandan düşünce dediğin şeyin insanın kendi kafasında oluşması ve sadece insanın kendisinin bilmesi ne iyi bir şey. Kötü kötü düşüncelere dalıyorsun, sonunda bastırıyorsun ve düşünceler kendi içinde kalıyor. Yoksa başkalarına zarar verebilirsin. İnsanın sır saklayabilmesi ne güzel nimettir.”

      Şegen, birer, ikişer adımlar atarak yürümeye devam etti. Evine yaklaştıkça evine girmeye çekindi. Bugünkü eleştiriden dolayı kendini iyi hissetmiyordu ve az önceki düşüncelerini eşi okuyacakmış gibi geliyordu. Bu duyguların hepsini gizlemek için eve:

      “Ayakkabılarınızı kapının önünden uzak tutun diye kaç defa söyleyeceğim ben,” diye, evdekileri suçlayarak girdi.

      “Yabancı ayakkabı gördüğün için söylemedin, değil mi?” Yeldos’un her zamanki gibi gülümseyişiyle kendi evinde karşısına çıkıvermesi epey şaşırtmıştı Şegen’i.

      “Hayırdır, hangi rüzgar attı seni buralara?”

      “Rüzgâr atmadı, adresi kendim buldum. Ancak eve girene kadar Jagda’nın adresi doğru yazdığından şüphe ediyordum.”

      Her zamanki imayla veya şakayla konuşma tarzı. Şu anda da anlaşılan Jagda ile barıştığını ima ediyordu.

      “Jagda’yı bilirsin: Ya adresi hiç vermez, ya da tam adresi verir, kandırmaz. Yeldos.” Şegen’in bu söyledikleriyle ne demek istediğini anlamış gibiydi. İmalı konuşmasını uzatmadı.

      “Aslında şehirlileri pek rahatsız etmek istemez insan. Ancak ne çare,” dedi konuyu değiştirerek. Oteller kış, yaz hiç boş olmaz. Üç dört otele gittim ve geri dönmek zorunda kaldım. Hâlini anlayan bazı kimseler eskiden:

      “Hadi, verin pasaportunuzu!” derdi. Bugün kimse kılını kıpırdatmadı.

      “Cebinde adres olmasına rağmen neden sıkıldın ki? Demek isteyerek değil, çaresiz kaldığın için geldin, öyle mi?”

      “Yo, hayır. Gündüz gelirdim. Şehirde yatılı misafir ağırlamanın zor olduğunu biliyorum. O nedenle sizi rahatsız etmek istemedim. Zor da olacaksa önce kendime kalacak yer ayarlamak istemiştim”

      “Kazaklar evinde yatıya kalmayan misafire misafir der mi hiç?”

      “O eskidendi. Şimdi yavaş yavaş durum değişiyor. İnsan aç kalacağım diye endişelenmez tabi de ancak, beklenmedik zamanda gelip ev sahiplerinin planını bozarsın. Ondan sonra yüzüne gülümseyerek konuşan ev sahibinin içinden küfretmesi de bir ihtimaldir.”

      Yeldos bunları söylerken, duyulur duyulmaz bir hırıltıyla karışık bir kahkaha attı. Şegen, Yeldos’un göbek bağlamaya başladığını ancak sandalyeye otururken fark etti.

      Şegen, Yeldos ve Jagda hepsi aynı okuldan mezun olmuştu. Ona rağmen geçen sene, Yeldos önemsiz bir kırgınlık üzerine gitmiş, birilerine şikâyet dilekçesi yazdırarak Jagda’ya iftira attırmış. Jagda da bir ay uğraşmış, zor kurtulmuş beladan. Daha sonra şikayetçiler kendilerini Yeldos’un kandırdığını itiraf edince araları bozulmuş. Sonuç olarak, Yeldos’un yaptığı da Nurtay’ın bugünkü yaptığı gibidir.

      “Nurtay derken…” diye düşündü kendi düşüncelerinden kendi korkan Şegen aniden, “Jagda’nın bir yerde Nurtay’ı ağırladığını öğrenirsem acaba ben ne yapardım? Allah bilir, neden ve nasıl olduğunu hiç sormadan hemen küserdim. Yeldos’un bizim evde kaldığını duyarsa Jagda da benim sırtımı sıvazlamaz herhâlde. Adresi de beni sınamak için özellikle vermiş olabilir miydi?”

      “Sofraya geçelim, yemek hazır.” dedi Şaziya, Şegen’i ani sessizlikten tam zamanında kurtararak. Yeldos elini yıkamak üzere lavaboya gittiğinde eşi yanına gelip kaşlarını çattı:

      “Söyle ona, yemeğini yesin ve defolsun. İsterse dışarıda yatsın, umurumda değil. Sen söylemezsen ben söyleyeceğim. Bana ne yapabilir ki? Rezil olacağına kendin söyle. Öyle yalandan gülümsemesiyle benim merhametimi kazanacağını düşünerek beni aptal zannetmesin. Jagda’nın düşmanı, bizim de düşmanımızdır. Ben başka bir şey demiyorum. Adresi de onun verdiğine inanmıyorum. Köyde ilk tanıştırdığında sevmemiştim zaten. Gülüşü ile şakasında bile içtenlik yok onun.” dedi.

      “Yavaş, ayıp olur. Kazaklıktan