Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

istedi. Kabi doru atın yattığı yere bakıp durdu.

      “Bu adam olmaz,” dedi Taybek.

      Böylece eli ayağı titreyerek, boynunu kaldıramadan gözleri yuvalarından fırlamak üzere olan atın boğazına bıçağını sokuverdi. Daha az önce şaha kalkıp kişneyen güçlü atın boğazından kan fışkırıyordu ve çaresiz atın nefesi azalıyordu. Onunla boğuşan Kabi’nin de şimdiki hâli iç açıcı değildi. Çok kısa sürede meydana gelen olaylardan Şegen’in başı döndü ve yaşamın acımasızlığından korktu. Belirsiz bir korku bedenini sardı ve titremeye başladı. Midesi bulanarak kusmak istedi. Dünkü tepedeki hâli aklına geldi. Az daha kendisi de şu doru at gibi düşerek ölecek miydi? Kendisini rahatsız eden düşüncelerden kurtulmak için gözlerini kapattığı an, dik yamaçtan düşüyormuş gibi başı döndü. Ayakları tutmadığından etrafında dayanak aradı ve yere çömeldi.

      “Güzel yavrum benim, çok korkmuş!” dedi, onu fark eden Batjan.

      Çocuğun durumu herkesi korkutmuştu. Başkaları şöyle dursun, hâlâ beli ağrıyan, omuzunu kaldıramayan ve kafası zonklayan Kabi bile rahatsızlığını unutmuştu. Şegen, üşümekten tir tir titriyordu. Ancak ateşi eli yakacak kadar yüksekti. Batjan, torununun kolundan tutup eve getirdi ve kat kat yorganın altına yatırdı. Arada bir ürkerek düşüyormuş gibi etrafında tutunacak şey arıyordu Şegen. Onun bu hâlini gören herkes çok endişelendi. Sorulan sorulara cevap yerine sayıklayarak anlamsız şeyler söylüyordu. Köy birden ne yapacağını şaşırmıştı.

      Jamihan, koşarak gidip doru atın düştüğü yerden üç fiske toprak getirdi ve kayınvalidesine verdi. Batjan toprağı Şegen’in alnına, ensesine ve kürek kemiğine bastırarak başının üzerinden geçirdi ve okuyup üfledi. Ağlamaya veya kucaklamaya cesaret edemeyen Jamihan, sırayla kayınvalidesiyle Şegen’in yüzüne ürkek bakışlarla bakıyordu. Sadece ayağını kapatıyormuş gibi yapıp yorganın dışından okşuyordu.

      “Yavrum çok korkmuş. Biricik oğlundan kalan biricik torununa babaannesi kurban ola!” diye fısıltıyla yalvarıyordu Batjan.

      Mamet daha sakindi.

      “Yaramaz çocuk, amcana mı acıdın yoksa asi ata mı? Demek ki sen de baban gibi yumuşak huylusun.” diyordu, Şegen’in bu davranışından memnun olmadığını sergileyerek. Eşine de kızdı, “Rahat bırakın çocuğu, biraz dinlensin. Uyursa unutur her şeyi.”

      “Senin suçun, çocuğu heveslendirdin. Bunlara at mı kovalattırılır.” Diyen Batjan, kocasını suçlayarak kızmaya başlamıştı. Ancak kocasının çatılan kaşlarını görünce hemen sustu. Şaşkınlıkla, çocuğun yastığını düzeltir gibi yastığı hareket ettirdi. Dikilip duran kocasının kötü bakışlarından “Çocuğun yanından ne zaman ayrılacaksın?” sorusunu okuyunca, dudak hareketleriyle itiraz etti ve yerinden kalktı. Hâlâ güçlü, pembe yanak, tombul yüzlü ihtiyar, üstün gelişine memnuniyetle gülümsedi ve alaycı bir yüz ifadesiyle sessizce dışarı çıktı.

      Şegen, biraz sonra kalktığında kendisinin kapıya bakar vaziyette yattığını fark etti. Omuzu cansızlanşmış, kolları uyuşmuştu. Hareket etmek istedi. Deminki baş dönmesi de, mide bulantısı da geçmiş gibiydi. Kendini hafif ve iyi hissediyordu. Üzerine örtülmüş kalın yorganı yavaşça aşağı itti. Babaannesinin sesi geliyordu. Sesinden kızgın olduğu anlaşılıyordu ancak neler söylediğini anlamak zordu. Jamihan da bir şeylere kızmış gözüküyordu. Şegen’i uyandırmamak için fısıltıyla konuşuyorlardı. “Marat” mı dedi yoksa ona benzer bir ad mı zikretti Jamihan? Şegen, bu sefer kulaklarını daha çok açtı. Ancak dinlemek istedikçe kulakları daha çok çınlamaya başlamıştı. İkisinin fısıltısı anlaşılmayan bir gümbütüye dönüşmüştü. Bir an babaannesi derin bir “Ah!” çekti. Yerinden kalkıp Şegen’in yattığı yöne doğru bakıp söylemiş olmalı ki, “Allahım yardımını esirgeme! Ecelden kurtardın, şimdi de hastalıktan kurtar yalnızımı!” diye yalvaran sesi çok net duyulmuştu.

      Şegen’in kafasında soru işareti oluştu. Yalnızım dediği kendisiydi, hastalık dediği şu anki durumuydu, peki eceli neydi? Yoksa öleceğim diye mi korkmuşlardı. Marat’la ne alâkası vardı? O an aklına dağın güney tepesi geldi. Yoksa Marat olan biteni anlatmış mıydı? “Ben olmasaydım düşmüştü” diye övünmüştür. Sır tutmasını bilmeyen Marat seni! Bir daha uzakta oynamalarına izin vermeyeceklerdi. Yamaç bir daha aklına geldi. Dağ tekrar sallanıyormuş gibi geldi. Dağ mı sallandı, deprem mi oldu? Dağ nasıl sallanır ki? Acaba doru at düşerken ona da mı dağ sallanıyormuş gibi gelmişti? Sanki biri bağırsaklarını söker gibi vücudu titredi. Yer sallanıyor, bir tarafa doğru eğiliyordu. Düşmemek için tutunmak istedi; yoksa elleri ve ayakları mı tutmuyordu, hiç tutunamadı. Yer sallanarak dönüyordu. Korkusundan bağırıverdi. Sesinin çıkıp çıkmadığını bilmiyordu. Sadece ölmemek için durmadan bağırıyordu. Birine seslenerek mi bağırmıştı, hatırlamıyordu. Tek hatırladığı düşmekte olduğu ve düşmemek için can attığıydı. Durumu hızla dönen çarka yapışan sineğin durumu gibiydi.

      Şegen, gece yarısına kadar birkaç defa hem kendisi korktu, hem evdekileri korkuttu. Sonunda iyice yorularak dedesinin kucağında uyuyakaldı. Mamet, torununu uyandırmaktan korkarak derin uykuya dalana kadar yerinden kıpırdamadı. Şegen’i rahat yatağa yatırdıktan sonra bile uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için yüzüne bakarak epey bekledi. Atların başında bekçilik yapan Taybek’le ancak sabaha doğru yer değiştirdi.

      Şegen, o gece derin derin uyudu ve öğleye doğru ancak kalktı. Korkmadan, fırtına sonrası açan güneş gibi sakin sakin gözlerini açtı. Çadırın güneşliği daha açılmamıştı, içi gölgeli ve serindi. Dışarıdan duyulur, duyulmaz insan sesleri geliyordu. Nasıl olup da kendisini yalnız bıraktıklarına şaşırmıştı. Başkası bırakmış olabilir ama babaanesi kesin yakınlardaydı. Burnuna ekşimsi bir koku geldi. Bu koku kımız kokusu değildi. Çok acıktığını fark etti. Yorganı üzerinden atarak kalktığında eli sopsoğuk ışgına değdi. Yanına bir demet soyulmuş ışgın koymuşlardı. Hiç düşünmeden bir tanesini ağzına atıverdi. Yumuşacık ve tazeydi. “Kurnaz Marat’tır bunu getiren!” diye geçti aklından. O sırada kapı ardından ayak sesleri duyuldu. Yorganını kafasına geçirdi. Ancak babaannesi fark etmişti.

      “Gözünü seveyin, esmer kuzum!” diye sevmeye başladı. Dinç uyanmasına sevinerek yorganı açıp saçını kokladı. “Geceyi korkuyla geçirdik. Baş ağrın geçti mi? Babannesinin yavrusu! Kuzum! Sevinç kaynağım! İyice acıkmışsındır, kalk da bir şeyler ye! Hiçbir şey yemedin.”

      “Işgınları kim getirdi?”

      “Kim getirecek? Deden tabi. Sabah sağılacak kısrakları getirdiğinde bırakmıştı. Seni sevindirmek istemiştir. Canı çıktı adamın. Hepimizin canı çıktı. Babanın hayatta olup olmadığını öğrenemezken senin böyle hastalandığını görünce bizde can kalır mı?”

      Taze koçanı memnuniyetle yiyen Şegen, bir an babaannesine şaşkınlıkla baktı.

      “Eyvah, yoksa o bütün gece atları orada mı otlattı?”

      Batjan, torununun ne demek istediğini anlamadığı hâlde, onu memnun etmek niyetiyle:

      – Evet, orada otlattı yavrum, orada otlattı.” diye teyit etti.

      Bunları duyan Şegen yerinden fırladı ve giyinmeden yalın ayak dışarı koştu.

      “Dur! Dur, nereye gidiyorsun çırılçıplak?”

      “Dede! Dede!” Şegen’in bağıran sesi, dışarıdakilerin hepsini kendisine baktırdı. Endişelenen babaannesi de evden çıktı. Atların yanında duran Mamet de Şegen’i görerek şaşkınlıkla ona doğru yürüdü.