Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

bir hâl almadan bir an önce eve gidip babaannene tedavi ettirelim.”

      Başka çare kalmadığını çocuk da anladı. Utanma, çekinme duygularına şimdilik aldırmamalıydı. Ayaklarının arasını açarak yürüdü ve dedesinin boynundan kucakladı. Dedesi tam doğrulmuştu ki, Şegen dayanamayıp bağırıverdi. Bacaklarının arasına çivi çakılmış gibi bir ağrı girmişti. Mamet tekrar yere indirdi. Hiçbir şey sormadı. Canının çok acıdığını sesinden anlamıştı zaten.

      “Eyvah, şimdi ne yapacağım?” dedi şaşkınlıkla. “Gel, seni kucağımda taşıyayım. Pek ağır değilsin zaten.”

      Şegen, dedesinin ön tarafına geçerek boynundan kucakladı. Dedesi bir eliyle baldırından tutarak kucağına aldı. Tekrar canını acıtmamak için dikkatlice gelerek, ağaca bağlı yuları çözüp bir eliyle aygırı yedeğine aldı. Aygır ise hâlâ sakinleşememiş sağa sola bakıp duruyordu. Bir iki defa kuvvetle çektiği an yaşlı adamın elini sürtünce, eli acıyan adamın ağzından gayriihtiyari kötü küfürler savruldu. Bu şekilde uzağa gidemeyeceğini anladı ve torununu yere indirdi. Aygırın yanına gidip “Sana nasıl bir ceza çektirsem?” der gibi biraz bekledi. Şegen de “Acısını aygırdan çıkarmak istiyor.” diye düşündü. Ancak, dedesi öyle yapmadı, bileğinden ipi sallanan kamçısı yukarı kalkmadı. Sessizce önce binilen taraftaki üzengiyi, daha sonra kamçıların bulunduğu taraftaki üzengiyi deliğinden eyerin yanına asarak üstünden yularla sıkıca bağladı. Yavaşça gemi alıp, dizgini boynuna sardı. Eyerin yanına kamçısını da sıkıştırdı. Şegen dedesinin ne yapmak istediği sorusunu daha kendine sormadan, dedesi avucuyla atın sağrısına vuruverdi. Aygır “Gık” diye yürümeye başladı.

      “Köye gidedursun,” dedi Mamet, Şegen’e yaptıklarını anlatarak. “Evdekiler üzengiyle, dizgini kıvırdığımızı görünce attan düşmediğimizi anlayacaklardır.”

      Atı gözden kaybolunca ihtiyar, torununu tekrar kucağına aldı.

      “Dayan, Şegenciğim. Eve varırsak babaannen yaranı hiç acıtmadan iyileştirir.”

      Daha demin, kula aygırın arasından ürkerek geçtiği yoğun ardıç ağaçlarının içinden Mamet şimdi yolu zor seçiyordu. Ardıç kütükleri aksi bir şekilde, çocuğu taşımaktan zor nefes almaya başlayan ihtiyarın ayaklarına vuruyordu. Dalları ise kâh yüzüne vuruyor, kâh kıyafetine takılıyordu. Çok geçmeden yorgunluktan kan ter içinde kaldı. Bir ara tökezleyerek düşeyazdı.

      “Keşke demin eğerin terkisine cüppemi de bağlasaydım!” dedi kendi kendine kızarak. Biraz durup nefes aldı. Gözlerine, ağzına dökülen acı teri avucuyla sildi. Torununu indirmeden biraz dinlendi ve tekrar devam etti. “Hiç olmazsa bir an önce yokuşa varsam!” dedi ileride daha beter yorulacağını düşünerek. Az önce geçtikleri yüksekçe yere vardıklarında Şegen’i yere indirdi. Sigara içmek istedi. Boğazıyla burnunun sigara dumanı isteyerek kaşınmasına artık dayanamıyordu. Dağın en yüksek tepesinin de, taşlı ve engelli kısımlarının da daha önlerinde olduğunu düşünerek çabuk yorulmamak için kendisini zor tuttu. Yavaş da olsa ilerlemek için pek beklemedi.

      Düşündüğü gibi, taşlı yerler kendisini çok uğraştırdı. İki kolu, beli zonkluyor, ayağının azıcık sürçmesinden dizleri bükülüyordu. Acı ter gözlerine girdiğinden bulanık görüyordu. Yolunu zar zor seçiyordu. Dişlerini sıkarak dayanmaya çalıştı. Yüzünü kaplayan acı teri azaltmak için kafasını hareket ettirdiğinde hâlsizlikten düşeyazdı. “Ya gözlerim kararır, bir yerde yığılırsam!” diye korktu. Çaresizce bir daha mola verdi.

      “Şegenciğim, çok ağırıyor mu? Biraz daha dayan yavrum, az daha yürürsek ilerisi yokuş.”

      “Yokuşa ulaşırsak, hızlı gideriz.” demek istemişti. Kendisini de, torununu da avutuyordu böylece. Şegen’e dayanmasını söyledi ama kendisi dayanamadı. Cebindeki katlanmış gazeteyi hemen buldu eli. Kenarından kopararak sigara sardı. Kokusu bile mest etmeye yetmişti. Yalayarak gazetenin kenarını kapattı. Tutuşturdu ve iştahlı bir şekilde iki üç defa çekti. Vücudunda güzel bir uyuşma hissetti. Bir an gözleri Şegen’e dikildi ve endişeye kapıldı. Gözleri uyku basmış gibi neredeyse kapanıyordu.

      “Güzel yavrum benim,” dedi kalbi sızlayarak, “Canın çok yanmış olmalı. Açıp baksam mı?” diyerek sigarasını atıverdi. “Bakmayayım. Bir an önce eve götüreyim. Babaannesi tedavi etsin, yoksa görünüş kötü. Sakat mı kalacak yavrum.” Çaresizin tek silahı yalvarmaktır. Ümidi iyice kesildiğinde tekrar Allah’a yalvardı. “Ya Allah! Yalnız oğlumu göstermeyeceksen de, onun çocuğu yaşasın, yavruma sıkıntı çektirme!”

      İhtiyar torununu bir daha kaldırdı. Dişlerini sıkarak sinirlerini yatıştırmaya çalıştı. Acele yürümeye devam etti.

      “Dede, yoruldun mu?” dedi Şegen, hem dedesine acıyarak, hem de kendisini taşımak zorunda kaldığına sıkılarak.

      “Yorulmadım, aslanım. Niye yorulayım? Sana şifa bulana kadar ben yorulur muyum?”

      Genelde sakin ve sabırlı dedesinin sesinden endişeli olduğunu anladı çocuk. Yarası canını çok acıttıysa da belli etmemeye çalıştı. Dedesinin terlemiş alnını yavaşça sildi avucuyla. Köy tarafına baktı: Daha ev filan gözükmüyordu. İçine korku düştü. “Herhâlde bugün varamayacağız!” dedi ev tarafına bakmaktan vazgeçerek. Köye ulaşamayıp dağda kaldıkları canlandı gözünün önünde. Zifiri karanlık, etrafta hiçbir şey gözükmüyor. Hareket ettiğin an uçuruma düşecek gibisin. Ağır ağır nefes alan dedesi uyuyakalmış. Şegen ise gözleri açık dedesinin kucağında oturuyor. Aniden altlarında ki toprak kaymaya başladı. Korkuya kapılan Şegen dedesinin boynuna yapışıverdi. İçi geçmiş, ürkerek gözlerini açtı:

      “Şegenciğim ne oldu? Ağrın mı var?” dedi merhametli ses.

      “Hayır, yok. Sadece ayağım uyuştu.”

      “Tamam, kuzum, indireyim o zaman.”

      Çocuk dedesini dinlendirmek için bahane bulduğuna çok sevinmişti. Ağrı ve sancıları azalmıştı sanki.

      Bunlar tepeden indikten ve Atlı köy gözüktükten sonra da epey yürüdüler, epey sıkıntı çektiler. Öğleden sonra olalı da çok olmuştu. Öksürmeye başlayınca Mamet iki defa mola vererek sigara yakmıştı. Yorulduğunu hiç belli etmedi, sadece sigarasını üst üste çekip durmadan tükürdü.

      Köyün çok yakınındaki kıvrım yere ulaşıp aşağı doğru inmeye başladıklarında, karşıdan atlı biri bunları fark ederek dörtnala bunlara doğru geldi. Gelenin Marat olduğunu gören ihtiyar bir daha mola verdi. Kötü bir şeye maruz kaldıklarını tahmin eden Marat, iyice yaklaşıp sağ salim olduklarından emin olunca sevinmeye başladı. Ancak, genelde cesur ihtiyarın neredeyse ağlayacak gibi olan yüzünü görünce:

      “Dede ne oldu? Şegen’e ne oldu?” derken, gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi.

      “İt kula at ürktü …” diye, zor cevap verdi nefes nefese kalan Mamet.

      “Düştünüz mü?”

      “Hayır. Şaha kalkınca eyer Şegen’i kötü yaralamış. Ata binemeyince kucağıma aldım. Aygır köye döndü mü?”

      “Geldi. Babaannemlere söylemedik. Dedemle ikimiz tam aramaya çıkmıştık ki sizi gördük. “Üzengiyi kıvırmışlar, atı özellikle mi bırakıvermişler yoksa otlasın diye mi serbest bıraktılar?” diye, dedemle ikimiz çok endişelendik. Sizi görünce dedem: “Hadi koş. Şegen’i kucağına almış, başına bir şey gelmiş olmasın!” dedi. İşte kendisi de geliyor.

      Gözleri evlerinden uğramış olan Taybek de geldi o sırada. “Eyvah,