tut! Tut!” diye uzattığı an, dedesinden önce davranan Kabi elinden hızla çekiverdi. Şegen kendi hızıyla yüzükoyun düşüverdi. Mamet hiçbir şey söylemeden Kabi’nin alnına yumruk atıverdi. Kabi yüzünü bir daha gelebilecek yumruktan korumak isterken elindeki tüfeği kaptı. Namluyu hemen Botaş’a doğrulttu ve öfkeli gözlerle dikildi.
“Çık dediysem çık evimden! Vururum!”
Taybek:
“Mamet dur, yapma!” diye yanına yaklaşıp tüfeği çekip aldı ve sandığın arkasına attı. Sonra da Şegen’i sürükleye sürükleye evden çıkardı. Bundan daha iyi çözüm olmadığını düşünen diğer insanlar da yavaş yavaş kapıya doğruldular. Botaş; evden çıkar çıkmaz hiç beklemeden herkesten önce atına bindi. Ona eşlik edenler de alelacele atlandılar. Kimse bir şey demedi. Atlı köye bir an sessizlik çökmüştü. İlk önce konuşan, olanlardan sorumlu tutulacakmış gibi herkes susuyordu. Botaş’la mı gideceğine yoksa ağabeyi ile mi kalacağına karar veremeyen Kabi, ev ile atların bağlandığı koca ağaç arasında dolanıp duruyordu. Evden son olarak, önce Taybek, ardından Mamet çıktı. Onları gören Kabi yere tükürdü ve bir yere acele edermişçesine çayıra doğru gitti.
“Hey!” Mamet bağırarak onu durdurdu. “Ne oldu? Onun arkasından gidemedim diye mi sinirlisin? Git! Birlikte geldin, birlikte git. Demin beni korumadın. Şimdi beni hangi düşmanımdan korumak için kalıyorsun.”
Kabi, zorla dönüp eve doğru yürüdü. Yavaşça boğazını temizleyip gülümser gibi oldu. Hemen gülümsemeyi kesti ve ensesini kaşıdı.
“Ne yapabilirim ki ben ona? İyi veya kötü, sonuçta patron, diğer taraftan kardeş.”
“Kardeşini yesinler! Sana Satim değil, o kardeş olmaya başladı, öyle mi?”
“Satim değil diyecek kadar ben ne yaptım ki?”
“Bundan daha fazla ne yapacaktın ki? Ne yapmışmış? Misafirin geleceğini söyleyip iki ayağımızı bir pabuca sokan sen değil miydin? Arkamızdan çevireceğini çevirdikten sonra, yanımıza gelip hesabı pak, yüzü ak oluverdin ha?”
“Ne bileyim?” dedi Kabi, itirazını Mamet’e bakan dik bakışlarıyla da belli ederek. “Ben nereden bileyim? Yemek yiyip kımız içecek zannettim. Botaş benimle istişare mi etmiş?”
– İstişare etmediyse etmesin. Demin söylediklerini duyduğunda neden boğazını sıkmadın? İtoğlu it! Kuvvet sahibi değilmişsin, onu anladık. Küçücük çocuğun elindeki tüfeği ne diye çekip alıyorsun? Utanmadan nasıl alabildin? Yıllardır bozuk olan tüfeğin Botaş’a doğrulduğunda çalışıvereceğinden mi korktun yoksa? O tüfeği bozan sen değil miydin? Gücünün yetmeyeceği biri olsa neyse anlarım. Hiç olmazsa dövmeden, etmeden neden evimden iteleyip çıkarmadın ha?”
“Kendisi gitti ya zaten.”
“Söylediklerine bak şunun! Kendisi gitmişmiş. Yiyeceğini yedikten, diyeceğini dedikten sonra gitmeyip de ne yapsın? Savunmasıza dişini geçirmeyip de kime dişini geçirir bu Kazak? Geçmişini bilmesem neyse anlarım. Bu koca göbekliye güzel eşini kaçırırken benim Satimim yardımcı olmuştu.” Biraz sessiz kaldı ve kafasını salladı. “İtoğlu it şimdi de Satimimin eşini başkası için istiyor. Demin bunu söylerken ağzını kıraydın ya köpeğin. İşte o zaman beni memnun ederdin.”
“Evet, Mametciğim,” dedi Taybek, bir taraftan durumu anladığını, diğer taraftan da ondan anlayış beklediğini sergileyerek ve gülümseyerek. “Kabi ne zaman idareye el kaldıracak kadar güçlü olmuştu ki? Kabi’nin gücü çalışırken, iş yaparken kendini gösterir. Kavganın meydana geldiği ortamlarda Kabi’nin gücünün nereye kaybolduğu bir tek Allah’a malûmdur. Bu onun karakteridir. Bir insanın yaradılışını değiştirmek zordur. Onu azarlayacağına Şegen için sevinsene! Ateşten kalan kor olan torununu düşün, sevin. Bugün onun seni korumasına sevinerek ziyafet vereceğine, kızılmayacak şeylere kızmaya başladın. Hadi, eve girip biz bize kımız içelim!”
Şegen, söylenenlerden pek anlam çıkaramadıysa da Kabi’nin haksız olduğunu anlayabilmişti. Güçlü, huysuz atlardan bile korkmayan kuvvetli birinin Botaş’ı hiç olmazsa itmemesine doğrusu üzülmüştü. Ağabeyini korumaması Botaş’ı sevmesi anlamına mı geliyordu? Onu ağabeyine nasıl tercih eder? Hangi iyiliği için? Ancak, Kabi kendisini seviyor gibiydi. Huysuz atı kovalarken at beni neredeyse düşürürken çok kızmamış mıydı? Eğer kendisini seviyorsa dedesinden neden nefret eder? Kabi, hem kendisini, hem dedesini, hem de Botaş’ı, herkesi aynı sevebilir mi? Botaş’ı daha önce seviyorsa da bugün dedesiyle dövüştükten sonra ondan nefret etmesi gerekmez mi? Dedesi Kabi’ye kızmakta haklıydı herhâlde.
Çocuğun küçücük yüreği kaynamıştı.
Şegen’i yüzündeki bir kıpırtı uyandırdı. Gözlerini açınca yanında oturan Jamihan’ı gördü. Oymuş yanaklarından öpen: Gözleriyle de severek gülümsüyordu. Jamihan’ın öyle bir şey yapma hakkı olmadığı aklına geliverdi.
“Neden öpüyorsun?”
“Yavaş! Deden duyabilir.”
“Duysun. Söyleyeyim de gününü göstersin!”
“Ne olur bağırma! Sen akıllı bir çocuksun. Eğilirken ağzım istemeden yüzüne değdi. Dedenler Maratların evinde çay içiyorlar. Birazdan taşınıyoruz. Eşyaların hepsini paketledik. Çadırı yıkmak istiyoruz. Uykunu bozmamak için seni kaldırmadık. Burada kalmayasın diye uyandırmaya gelmiştim.”
“Yalan söylüyorsun. Babaannem kendisi uyandırır.”
O sırada Batjan konuşarak eve girdi.
“Şegenciğim daha kalkmadın mı, yavrum? Hadi kalk, hava çok ısınmadan evi yıkalım.”
“Nereye taşınıyoruz?”
“Kosötkel’e yavrum. Deden yaşlandı, artık atlara bakamayacak. Tarlada bekçilik yapacak.”
Şegen, babaannesinin bir şeyleri gizlediğini sesinden anladı. Hemen yataktan kalkıp dışarı çıktı. Evin önünde iki deve çömeltilmişti. Tayları urganlara Marat tek başına bağlıyordu. Şegen’i görünce ona doğruldu. Yüzü asıktı, yine de buna yaklaşırken gülümsedi.
“Artık herhâlde sonbaharda görüşeceğiz.”
“Neden?” dedi Şegen, bir anlam veremeyip.
“Sen okula gideceksin. Belki yurtta birlikte kalacağız.”
“Yurt mu?”
“Evet. Yatılı okula giden çoban çocuklarının kaldığı yerdir.”
Şegen, olumsuz bir şeyin olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. İnsanların canlarının sıkkın olduğunu fark etti. Genelde gürültüsüz patırtısız taşınılmaz. Marat her şeyi biliyor gibiydi. Yüzüne bakmıyor, sürekli gözlerini kaçırıyordu. Anlaşılan canını sıkan bir şey vardı.
“Taşınmamızı isteyen kimdir?”
“Sabah sen uyurken iki deveyle Kabi amcan geldi. Deden küfürleri savurarak kovdu. İdare taşınmanız talimatı vermiş.”
“Botaş mı?”
Şegen sırtına iğne batırılmış gibi hissetti. Eli ayağı buz kesilmişti.
“Benim yüzümden! Tüfeği almam yüzünden!” diye düşündü. Ne yapacağını bilemedi. Dedesi ile babaannesi de kendisini suçlayacakmış gibi geldi.
Çadır yıkıldı, parçaları deveye yüklendi. Herkes suç işlemiş gibi yere bakıyordu. Şegen de büyüklere ayak uydurarak şımarıklığı bir kenara itti.
“Hadi