Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

bela oldun ya, hiçbir şey anlamaz mısın sen çocuk? Misafir diye küçük küçük taş getireceksiniz. Eve yaklaştıklarında karşılayacak, atlarını bağlayacaksınız. Onlar bana ev hediyesi verecekler, ‘Yeni evin hayırlı olsun.’ diyecekler. Hiç oyun bilmiyorsun sen.”

      “Kendi getirdiğimiz misafiri kendimiz nasıl karşılayacağız?” diye sormak istedi Şegen. Ancak yine “Birşey bilmiyorsun.” lafını duymamak için vadinin aşağı tarafına doğru koştu.

      Bir süre sonra, misafirler oval oval taş kapının önüne gelip atlarından indiler. Biraz sonra da hamuru yapraktan, eti topraktan yapılmış yemeği taş tabaklara koyup iştahla yemeye başladılar.

      “Şimdi biriniz ziyafete başlayın!”5 diye buyurdu Bübiş.

      “Ben başlayayım!” Eşik olarak atılan çubuğu eline alan Şe-gen onu dombıra6 gibi çalmaya başladı. “Haylaylo, lolo!”

      “Öyle değil,” diyen Bübiş, Şegen’in elindeki çubuğu çekip aldı ve yerine koydu. “Şimdi ben başlayacağım. Sözlerini biliyorsan sen de bana eşlik et. Ziyafete başlama şarkısını hep birlikte söylemek iyidir.”

      Şegen yine hayret etti. “Bunların hepsi nereden biliyor?” diye. Bübiş her zamanki gibi içten gülümseyerek kaşlarını kaldırırdı. Bunu birini taklit ederek yapıyordu veya onun için bir alışkanlıktı. Ondan sonra büyükler gibi rahat rahat şarkı söylemeye başladı:

      “Ziyafete başlayayım, böylece başlayayım,

      Kutlu olsun diyerek ben başlayayım.

      Sazlı nehrin kamışı hey,

      Unutma bizi, tanıdık hey.

      Ardıç topluyorum, böylece topluyorum,

      Kaldıramayıp ardıcımı yoruluyorum.

      Görmeyeli yüzünü yıllar oldu,

      Askerdeki babamı özlüyorum.”

      Şegen, Bübiş’in sesinde, şarkı söyleme tarzında bir olgunluk fark etti. Ona hiçbir zaman kendi sözünü geçiremeyeceğini, sadece onu dinleyerek oynaması gerektiğini anladı. Kızın kendisine olan özgüveni, rahatlığı Şegen’in özgüvenini sarsmıştı. Şarkısını bitirir bitirmez:

      “Misafirlerimiz çay içsin.” diyen Bübiş, misafir taşları tek tek yaprak sofraya eğdi. Şegen’le Sakıp da önlerindeki misafirlere aynısını yaptılar.

      “Misafirlerin gitme zamanı gelmedi mi?” diyen Şegen, elindeki taşı kapıya doğru götürdü. Hâkimiyetine karışılması Bübiş’in hoşuna gitmedi Şegen’e kötü kötü baktı ama bu sefer itirazı olmadı.

      “Peki, tamam, sen başla. Misfirler evlerine dönsün.”

      Taş misafirlerden boşalan başköşeye Sakıp uzanıverdi.

      “Oley, buraya ben yatacağım.”

      “Kalk ordan!” dedi ona Bübiş sert bir sesle. “Sen bizim kızımızsın. Başköşeye büyükler yatar, kalk!” Ondan sonra kendisine katılıp katılmayacağını sorar gibi Şegen’e baktı. “Buraya biz ikimiz yatacağız, sen benim kocamsın, değil mi?”

      “Efendim?”

      “Ne, olmayacak mısın? Öyleyse ben senin kocan olayım.”

      “Peki, olacağım.”

      “Sakıp sen orada uyu.” diyerek kendisi Şegen’in yanına uzanan Bübiş ona kapı tarafını işaret etti.

      Onlar, yan yana yatarak uyumaya hazırlanırken yakın bir yerden deve sesi duyuldu. Üçü birden korkarak yerlerinden fırladı. İki deve yedekleyen bir kadın çocukları görünce bunlara doğru döndü. Çocuklar suçluymuş gibi korkuyla birbirlerine baktılar. Şegen’in içinde kuşku uyandı: “Kızın yanına yattım diye bana kızacak herhâlde?” Çekine çekine kadına baktı. Esmer ve güzeldi ancak sert görünüyordu. Şegen, kadının sivri burnunu ve yuvarlak yüzünü birine benzetti. Aklından “Bir yerden görmüş gibiyim. Kimdir bu?” diye geçirirken, kadın:

      “Şegenciğim sen misin?” dedi, atın üzerinden ellerini uzatarak. “Gel de yanaklarından öpeyim ve susuzluğumu gidereyim; çok susadım yahu. “Deli midir nedir?” diye düşündü Şegen hafif korkarak. Kadınla ilgili bir şeyler hatırlar gibiydi ancak ne olduğunu aklına hemen getiremedi. Kadın gelmesi için ısrar edip duruyordu. Şegen boynunu büküp taş evden atladı ve ters döndü. “Şu kadına bak, yanaklarımdan öpmek istiyormuş. Yabancı kadın şöyle dursun, yanaklarımdan Jamihan’a bile öptürmezken. Üstelik şu kızların yanında hayatta öptürmem!” Yetişkin gibi gözükmek istemeye başlayan Şegen’e kadının isteği tuhaf gelmişti. “Hey!” dedi kadın bu sefer sert bir sesle. “Kaçak gibi kaçma, dur bakayım! Öyle yapacak olursan dedenle babaanneni götürür, seni Jamihan’a bırakırım. Gördün mü iki deve getiriyorum. Şu yaptıklarının karşılığında dedenle babaanneni götürürüm, bekle de gör!”

      Dağdan yuvarlatılan taş pat diye yere düştüğünde yer sallanır gibi olur ya; atlı kadının şu sözleri de Şegen’in kalbini o taştan beter sallamış, kafasını allak bullak etmişti. İki deve getirmesi bir rastlantı değildir tabi. Dedesi ile babaannesini götürebilir. Dizleri titreyerek durduğu yere yığılacak gibi oldu ve bir iki adım attıktan sonra kendisini toparlamaya çalıştı. Şaşkınlıkla bir kadına baktı, bir evine. Şu develer ısırgan otlarının arasından geçerek yolu sapmışlar. Doğru yoldan koşarak giderse kadından önce ulaşabilir evine. Bir denemeli. Önemli olan dedesi ile babaannesine önce varmak, geri kalanına sonra bakar. Yavaş yavaş gerileyerek evine doğru koşmaya başladı. “Baksana!” diye bağıran kadının sesi geldi kulağına, geri kalanını duymadı. Tek emin olduğu, peşinden kovalayan atlı birinin olmadığı idi.

* * *

      “Herşeyi olduğu gibi ayrıntılı anlatmam doğru mudur?” diye düşündü Şegen buraya kadar gelince. “Çoluk çocuğun başından geçenlerden okuyucu sıkılır mı? Yoksa ‘Çocuğun yaptıklarından da bir ders alırım.’ diye mi düşünürler?”

      “Babaanne, bizi götürmek üzere bir kadın geliyor!” dedim nefes nefese eve gelir gelmez. Babaannem hemen batıya, Kürenbel tarafına baktı. Demek ki kim olduğunu hemen anlamıştı. Ben nereden bilebilirdim ki? Şu kadın gelene dek bilgi sahibi olsunlar diye kadını, iki devesini, bindiği atı alelacele tarif ediyorum. O kadar şeyi anlatıp bitirene kadar kadıncağız sabırla dinlemişti beni. Uğradığımız bu felâketten nasıl kurtulacağız der gibi yüzüne baktığımda:

      “Gelen Kameş’tir, senin baban Satim’in öz kız kardeşi, yani benim kızım. Senin halan,” dedi, derin nefes alarak başımdan okşarken. O da benim gibi bir sorunun olduğunu anlamış gibiydi: Esmer yüzünün rengi değişivermiş, yaşarmış veya sinirlenmiş gibi değişen merhametli gözlerinde daha önce fark etmediğim ışıl meydana gelmişti. Sinirlenerek kendi kendine bir şeyler söylüyormuş gibi dudakları kımıldadı. Hiçbir zaman küfretmeyen babaannemin küfrettiğini düşündüm. Tabi ki atlı kadına küfrettiğini düşündüm. Tabii babaannem benim duyabileceğim fazla bir şey söylemedi. Bize doğru gelmekte olan atlı kadına hızla bir baktıktan sonra aklına bir şey gelmiş gibi eve dönüp:

      – Kameş geliyor.” diye evdekilere haber verdi ve geri döndü. Atlı kadına doğru biraz yürüdü ve daha fazla adım atarsa ayaklarının kayacağını fark eden insan gibi kendisini öne atıp biraz sallanarak durdu. Atlı kadın ise yaklaşıp atından erkek gibi zıplayarak indi ve yularını elinde tuttuğu gibi babaannemi kucakladı. Yüz renginin babaanneme, yüz hatlarının ise, özellikle de burnunun deliğinin biri özellikle