ağzına ..!” dedi erkek gibi küfrederek. Şaka yaptığını anladım ama yine de bana yöneldiğinde vücuduma bir titreme geldi. Hemen yanaklarımdan, burnumdan, boynumdan, şakaklarımdan, ensemden kısacası gövdemin üst kısmında bir yer bırakmadan öptü.
Hatta kulağımın birine dişi değmişti herhâlde canımı acıtmıştı. Nefesi dedeminki gibi sigara kokuyordu. Böyle öpücük yağmuruna daha önce tutulmamıştım. Tenime babaannemle dedemden başkasının dokunmasına izin vermeyen ben hemen avuçlarımla öptükleri yerleri silmeye başlamıştım ki, “Ay kaybolan babanın ağzına..!” diye bir daha küfretti. “Ne oldu, yüzünü köpek mi yaladı zannettin? Kokunun Satim’in kokusuna benzeyip benzemediğini öğrenmek için öptüydüm. Sanki kokusunu unutmuşum. Gelsene bir daha öpeyim!”
“Benden bu kadar!” diye düşündüm ciddi küfretmediğini anladığım hâlde kendimi pekiyi hissetmeyerek. “Uzak durulması gereken biriymiş.” Tekrar geri geri gidip kaçmaya yeltendim. O da beni kovalamaya pek istekli görünmüyordu. Üstelik benim öptürmeyeceğimi bildiğinden özellikle yapmışa benziyordu. Benim kaçmam ve onun beni kovalaması Allah bilir neyle biterdi? O sırada tezek toplama, eve su getirme gibi ev işleriyle uğraşan Jamihan geldi ve Kameş’ten hâl hatır sormaya başladı. Artık benimle uğraşan kalmadı. Jamihan ve Kameş eve girdiler.
Babaannem atı bağladıktan sonra eğerin terkisindeki heybeyi aldı ve biraz uzakta ısırgan otlarının arasında rahat rahat dolaşarak ağızlarını hareket ettirip geviş getiren iki deveye bir süre kızgın bir şekilde baktı. Şaşırmış, hayrete düşmüş gibi bir hâli vardı. Eve girmek için acele etmedi.
Kameş’in o gelişi, Bübiş’le ikimize birbirimizi daha yakından tanıma imkânı sunmuştu doğrusu. “Korkak, atlı kadından ne diye o kadar kaçtın?” diyeceğini düşünerek, Bübiş’le bir sonraki görüşmemizde ondan çok çekindim. Ancak kız tam tersine bana destek çıktı. “İlk gördüğümde benim de ödüm koptu. Seni kovalayacağından korktum. Sen kaçtıktan sonra bize bakıp güldü. ‘Salima’nın kızları mısınız?’ diye sordu. Annemi tanıyormuş. Sakıp’la ikimize heybesinden şeker çıkarıp verdi. Senin halanmış.” diye yüzüme hayretle baktı. “O kadar yakın akrabanı tanımıyor musun?” diyen suçlama vardı sesinde. Bübiş’in dikkatli oluşuna hayret etmiştim: “Herhâlde kendisi patron, insanlarla sert konuşuyor.”demişti. Öyle düşünmek, örneğin benim rüyama bile girmezdi.
Daha sonra öğrendiğime göre Kameş halam, Bübiş’in dediği gibi genç yaşta ata binmeye başlamış. Büyük patronluk yapmasa da kimi zaman işçi grubunda, kimi zaman da hayvancılık alanında hep idarede büyüklü küçüklü işlerde çalışmış. Bübiş’in hoşuna nasıl gittiğini bilmem, ben kendim ona uzun süre alışamadım. Her ne kadar ilgi göstererek sevgisini belli etse de ona karşı duyduğum güvensizlik beni hiç bırakmadı. Kameş’i tam çözemedim, ancak Jamihan’ı pek sevmediğini ilk gün anlamıştım. Çay içerken:
“Şegenciğim,” dedi o bana, “Sen kimden doğdun, söyle bana gerçeği?” diye sordu ve Jamihan’la benden gözünü ayırmadan sırayla bakıp durdu. O bakışların altında gizli bir şey yattığını hissettim ve her zaman hazır olan cevabımı söylemeye çekindim. Fakat tamamen susmanın ondan daha beter olduğunu çocuk beynim hissettirmişti.
“Babaannemden,” dedim, sesimi mümkün olduğunca kontrol etmeye çalışarak.
“Peki, buna inanalım,” dedi, inanmadığı anlaşılan bir sesle.” Babaanneni mi seversin, yoksa” çay koymakta olan Jamihan’ı işaret ederek, “Şu kadını mı?” diye kurnazlıkla gülümsedi.
“Babaannemi,” dedim hiç şaşırmadan. Aslında gerçekten öyleydi. Sadece kimileri beni şaşırtmak için sürekli böyle sorular sordukları için düşünmeden böyle cevap vermeye alışmıştım.
“Öyle mi?” Kameş hayretle kafasını salladı. “Bak bana öyle yalan söyleme!” dedi aniden renk değiştirerek. “Daha dün Salima’nın kızına Jamihan’ı sevdiğini söylemişsin,” dedi. “Sen kimi kandırıyorsun?”
“Yalan söylüyorsun.”
“Ben sen miyim ki yalan söyleyeyim. Söylemezsen söyleme.”
“Jamihan’a küfedersen babaanneni gerçekten sevdiğine inanırım!”
Gözlerimi açıp babaanneme baktım. Çünkü daha önce böyle bir sınava tabi tutulmamıştım.
“Çocuğu rahat bırak!” dedi babaannem derhal müdahale ederek. “Çocuğa öğrettiğin şeylere bak. Çocuk ne bilsin, küfret dersin küfreder. Onu öyle günaha sokmak da eğlence mi yani? Yapma babacığım.” diye babaannem bu sefer bana baktı, “Başkasına küfredeceksen de ona küfretme! Sev sevme sana sütünü verdi ya. Benden süt çıkmayınca birkaç gün o emzirdi,” diye sözlerini bitirince Jamihan’a gözlerini kıstı.
“Ben tabi o sözlerin altında bir gerçeğin yattığını biliyorum. Öyle olduğu hâlde bilmezlikten gelmem gerektiğini de hissediyorum.
İşte bunları yazarsam okuyucu bundan ne çıkaracak? Asıl konudan saptığım için yine eleştiriye uğramaktan başka kazancım olacak mı? Bence okuyucu daha çok Kameş’in bu gelişinin neyle sonuçlanacağını merak eder. Okuyucu onun annesi ile babasını Kürenbel’e götürüp götürmeyeceğini; götürürse niçin götüreceğini, götürmezse de niçin götürmeyeceğini bilmelidir. Öyleyse kafayı karıştırmadan onları yazmam daha doğru olacaktır”.
Şegen, bu karara vardıktan sonra evin içinde bir ileri, bir geri dolanarak epey vakit geçirdi. Acıktığını fark etti. Sessizce mutfağa gidip bir dilim ekmeğin üzerine ince tereyağı sürüp yedi. “Böyle bahanelerle ara vermemeliyim,” diye düşündü çalışma odasına giderken, “Zaten kâğıt üzerine değil, aklımda yazıyorum. Daha sonra düzeltmek için uğraşmayacağım. Şu an önemli olan ne yazacağımı, nasıl yazacağımı bir düzene sokmaktır.”
Oturarak akılda yazmayı denedi. Olmadı, pek rahat değildi. Oturan insana, akılda yazmaktan kâğıda yazmak daha uygundu. Tekrar gidip kanepeye uzandı. Kafasında yazma işine devam etti.
İlk geldiğinde söyledikleri bir şey değilmiş Kameş’in. Asıl konuya sonra geçti.
“Sizi götüreceğim!” dedi, kesin kararlılıkla net söyleyerek. “İtiraz edenlere gününü gösteririm!” der gibi, bunları söyledikten sonra bir süre mosmor kesilerek evdekileri sessizce süzdü. Birini düelloya davet eder gibi bir hâli vardı.
Gözlerini kırparak kayınvalidesi ile kayınperderine yalvarır bakışlarla bakan Jamihan’ın taşınmak istemediği her hâlinden belli oluyordu: İstemediğini belli etmemeye çalışarak kâh çay içtiği kâseyi hareket ettiriyor, kâh beyaz çaydanlığı düşerken yakalamış gibi tutup yerini sağlamlaştırıyordu. “Söz sahibi ben değilim, budur.” anlamında Batjan, yandan Mamet’e bakıp duruyordu.
Kesin kararı verecek olan Mamet, Kameş’in dediklerini pek ciddiye almamış gibi yaptı. Bir ara yatışmamış sinirine kapılarak “İnadına taşınsam mı?” diye geçirdi kafasından. Eşiyle gelininin tepkilerini merak ederek durumu biraz zorlaştırmak istedi.
“Taşınmak zor değildir.” diye, üstü kapalı olarak başladı konuşmaya. “Sessizce kaçar gibi ayrılamayız. Koyun kesip insanları davet edelim, vedalaşalım.”
“Ne yani, taşınmak mı istiyorsun?” Mamet’e bakan Batjan, kızgınlığını gizlemedi.
“Taşınmayıp da ne yapacağız? Yapayalnız burada