Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

gelsin. Şu ihtiyar ne kadar kızarsa kızsın onu yanında biraz sakinleşir. Beni endişelendiren taşınmak değil, az önceki söylediklerimdir. Anladın, değil mi?”

      Salima, bir süre susup düşündü. Ne cevap vereceğini bilemedi. Çok zor durumda kalmıştı. Batjan’ın söylediklerinden anladığı, Jamihan açık açık itiraz etmese de taşınma taraftarı değil. Kayınpederi ile görümcesinin ise bunu taktıkları yok. Şu zeki kadın, şu anki anlaşmazlığın ileride daha kötü sonuçlar doğuracağından endişeli. Olabilir. Sürekli baskıya genç kadın nasıl dayansın? Günlerden bir gün patlayıverir. Kadın söylediklerinde haklıdır. Ama Kabi’yi getir demesi zor bir konu. Onu bir gecede yaylada bulmak, bırak kadını, bir erkek için de zordur. Kabi’nin bu sene Suvıksay’a yerleştiğini duymuştu. Ancak o çalışan biridir. Hayvanları kontrol etmesi gerekir, çobanlara görevler vermesi lazım. Evinde bulunmayabilir. Evinde bulamazsa yaylanın neresinden bulacak? Onun bulunduğu yeri öğrenmek de epey uğraştıracak kendisini.

      Cevabını ne zaman söyleyeceksin der gibi Batjan, sesli olarak derin nefes aldı ve gidecek gibi oldu.

      Ne cevap vereceğini bilemeyen Salima şaşırmıştı. Kabul etmek istiyordu, ancak görevinin üstesinden gelebileceğinden emin değildi. Öte yandan Batjan’ı da kırmak istemiyordu. Seçenek hakkı da bırakmıyordu kadın. Zor durumda olduğunu gördüğün hâlde yardım elini uzatmamak insanlık sayılmaz. Riske girip gece yola çıkar, Kabi’yi bulursa ne âlâ; bulamayıp eli boş dönerse ayıp olacak. “Satim için!” demesine baksana bir de. Son isteğiymiş gibi.

      “Teyze, ne yapsam acaba? Beni çok zor durumda bıraktınız. Atı nereden bulacağım?” dedi aniden bahane bulduğuna sevinerek. Batjan’ın da rengi bozuluverdi.

      “Eyerin var mı?” dedi yüzüne bakıp.

      “Kötü bir eyer vardı.”

      “Öyleyse bizim ihtiyarın atını al. Sorumluluğunu ben alırım. Onun için dayak yiyeceksem yerim. Allah iyiliğini versin, yeter ki Şırakay’ı bul!”

      “Eyvah teyzeciğim sonra ben de sizinle birlikte dayak yemeyeyim.”

      “Sana öyle bir şey yapmaya hakkı yoktur. Benim gönderdiğimi söyleyeceksin.”

      “Çok zor bir durum! Gece kızlarım korkar mı acaba? Etrafta kimse yok, giden geçen kötü niyetli insanlar rast gelirse.”

      “Onlar için hiç endişelenme. Akşam şu esmer yaramazı getiririm, insan sayısını çoğaltsın. Uyuyana kadar kendim göz kulak olurum. Gece de yanlarına Jamihan’ı gönderirim.”

      Batjan iyice sıkıştırmıştı. Salima’nın kabul etmekten başka seçeneği kalmamıştı.

      “Bu arada,” dedi Salima, bir bahane daha söylemeye çekinerek, “Koyun istemiştiniz ya. Koyunu tek başıma yakalamak zor olacak. Jamihan gelip bana yardımcı olabilir mi?”

      “Tamam. Diğer konuda sana güveniyorum. Sen bana iyilik yaparsan, Şegenim de sana iyilik yapar.” Batjan “Ȃmin.” deyip sofradan kalktı. “Hey Allah, belim tutulmuş.”

      Bübiş’e “Ben de çaresiz babaannemle gidiyorum” anlamındaki bir bakış atan Şegen de yerinden kalktı.

* * *

      Batjan, ertesi gün şafak vakti evden çıkıp alelacele Salima’nın evine doğru gelirken uykulu gözlerini ovuşturarak gelen Jamihan’a rastladı.

      “Beni ararsınız diye erkenden eve geliyordum,” dedi, esneyen ağzını eliyle kapatarak.

      “Seni aramıyorum, Salima’ya geliyorum. Şırakay’ı bulmuş mu? Bütün gece uyuyamadım. Döndü mü kendisi?”

      “O yaylaya gitmemiş?”

      “Ne? Allah iyiliğini versin, neden?” Rengi değişen Batjan neredeyse ağlamak üzereydi. Üzgün sesinden “Her şey mahvoldu öyleyse.” anlamında çaresizlik ve pişmanlık; gözlerinden “Yoksa sen mi karıştırdın?” diyen şüphe hissediliyordu. Kayınvalidesinin renginin atmasından korkan Jamihan bir an önce durumu izah etmeye çalıştı.

      “Evden çıkınca yaylada kayınbiraderini bulup bulamayacağından endişelenmiş, bulamazsa ayıp olacağını düşünmüş. Sonra da iki deveden kurtulmanın yollarını aramış. Gece develeri Kürenbel’e götürüp bırakmış. Kendisi az önce geldi ve yattı.

      Batjan sinirlendi ve sustu. Bir sorun yokmuş gibi hiç acele etmeden şakaklarındaki saçlarını eşarbının altına soktu. Her zaman sabırlı olan ciddi küçük gözleri sopsoğuk taş gibi donakalmıştı. Az önceki gibi değildi, yüzüne renk gelmeye başlamasına rağmen canının çok acıdığını Jamihan anlamıştı.

      “Eh, ne yapalım?” dedi deminden beri düşünürken aldığı kararı gelinine duyurarak, “Yapacak bir şey yok. Kaderimiz neyse göreceğiz.”

      Jamihan eve gelir gelmez ev işlerine başladı. Önce çay koydu, ekmek yapmak amacıyla hamur mayaladı, tencereyi alıp dışarı çıktı ve fırını hazır etti; hiç oturmadı. Taşınma konusunun tekrar açılacağını ve sonucunda kavga çıkacağını hissederek canı sıkıldı. Daha çok, Kameş’in iki devesini bulamayınca göstereceği tepkiden korkuyordu. Güvendiği tek kişi olan kayınvalidesi de epey endişeli görünüyordu. Kameş’in gelmekte olduğunu eğilip semavere odun atarken fark etti. Görmezlikten gelmek istediyse de cesaret edemedi. Kafasını kaldırıp zorla gülümsedi:

      “Abla nasılsınız? İyi uyuyabildiniz mi?”

      “Böyle uyku mu uyunur? Yatağı eğik yapmışsın, bütün gece kaymaktan doğru dürüst uyuyamadım.” Kameş’ten bunları duyan Jamihan, onu görmezlikten gelmediğine pişmanlık duydu. “Sen neredeydin? Salima’nın evinde mi kaldın?”

      “Evet, ev dar olunca …”

      “Yalan söyleme. Böyle bir evde yirmi kişi kalmıştık. Seninki ise Salima’nın dedikodusunu dinlemek için bulduğun bahanedir. Biz de biliyoruz bazı şeyleri. Onunla çok yakın olmuşsun. Allah sonunu hayır etsin. O kadının şu küçük kızını kimden doğurduğunu biliyor musun? Söylemiştir.”

      Kameş’in demek istediğini anlamıştı Jamihan. Salima’nın, Sakıp’ı kocası askere gittikten sonra doğurduğu gerçekti. Ancak o konu şu anda açılacak bir konu değildi. Sen de öyle yapmak istiyorsun diyordu kendisine. Jamihan çok sinirlendi. Ani sinir onun cesaretini arttırmıştı.

      “Ne tuhaf bir insansınız. Milletin kızının ne zaman, kimden doğduğundan bana ne? İster söyler, ister söylemez.” Kendini tutamayıp titreyerek sinirle semavere üflediğinde, semaverin odun atılan yerinden önce simsiyah duman yükseldi, ardından da tutuşup yanmaya başladı. “Issız bir yerde oturan iki aile birbirimizle konuşmayacak mıyız?”

      Kameş’in iki yanağı büzüle çözüle, şişe ine değişik haller aldı. Tıpkı kaynamak üzere olan çorbaydı. Jamihan’a yiyecekmiş gibi kötü baktı. Her ne kadar sinirlenirse sinirlensin adı gelin olunca ondan böyle bir cevap beklemiyordu. Kanı beynine sıçramıştı. Yanına gidip kafasını semaverin deliğine sokmak istedi. Ancak gelinin siniri cesaretini kırmıştı. Bir tane lafına beş tane laf hazırdı sanki. Akıllı ve sabırlı olarak sinirini yenebileceğini sergilemek amacıyla kendini tuttu ve dişlerini sıkarak kıs kıs güldü.

      “Bakıyorum Salima’ya laf ettiresin yok. Allah kendi ağzıyla tutulmaktan korusun. Öylesine durumu izah ettiğime bu kadar sinirlendin, bir dövmediğin kaldı.”

      Dünden beri kendini tutmaktan, sabretmekten yorulan Jamihan, yersiz patlak verdiğini anlamıştı. Verecek cevapları ağzından dökülmeye hazır bir şekilde bekliyor olmasına rağmen suçunu hafifletmek amacıyla bundan sonra ne olursa olsun susmaya karar verdi. Yüzüne bakarsa yine bir kusur bulacağını veyahut bir şeyleri hatırlamasına