Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

atını bağlasana!” dedi Kameş, Kabi’yle dalga geçerek.

      “Gerçekten atını bağlasam mı, ne yapsam?” diye düşünen Kabi, zor durumda kaldı. Kararsızca düşünüp dururken ve dışarıda misafir attan inerken, evde oturamayıp Batjan’a bir şey söyler gibi yaparak peşinden dışarı çıktı. Onun “Odunu hazırlayıvereyim.” demesinin sadece bir bahane olduğunu tahmin eden ve zaten sinirleri tepesinde olan Kameş’in içi kan ağladı.

      “Gurursuz, utanmasız köpek!” dedi, sinirden titreyerek. “Bunun böyle yumuşaklığını gören baskı yapmaz mı? Destekçi olup koruyacağı yerde dert kaynağı olan beceriksiz!”

      Atını kendisi bağlayarak kibirle adım atan Botaş, Kabi ve Batjan’la karşılaştı. Durmadı. Elini de uzatmadı. Sadece yüzlerine somurtarak baktı ve:

      “Nasılsınız?” dedi, bunu sormaya nefesi ancak yetmiş gibi hırıldayarak. Yüzü sinirli, bakışları soğuktu. Elinden geldiğince çekinmeden tartışmaya hazır bir hâli vardı. Eve girince biraz durdu.

      “Selamünaleyküm!” dedi, kendini kasarak hırıltılı bir sesle. Mamet cevap vermedi. Dudaklarını bile kımıldatmadı. Başkan yine de gidip elini uzattı. Yaşlı adam çaresizce elinin ucuyla tokalaştı. Botaş, kimsenin “Buyur!” demesini beklemeden, müsaade istemeden gidip Mamet’in yanına, yanına derken onun oturduğu yerin daha yukarısına oturdu. Kameş tarafına özellikle bakmadı. O sırada Kabi ile Batjan da eve girdi.

      “Taşınıyormuşsunuz,” dedi, o da Kabi gibi direkt olarak. Kameş, Kabi’ye yaptığı gibi söz saldırısına geçti hiç beklemeden.

      “Oturup senin buradan da kovmanı mı bekleyecekler? Bir önceki iyiliğinden sonra aklımız başımıza geldi çok şükür.”

      “Hım!” diye kıs kıs güldü Botaş. Kameş’in dedikleri hoşuna gitmeyip ona “Sen de duman vermezsen duramazsın” der gibi dik dik baktı. “İster kötülük olsun, ister iyilik olsun kolhoz ahalisi her şeyi idareden bilir. Dolayısıyla benimle alay etmeye can atanlar sensiz de yetiyor. Aklım dolup taştığından başkan olmadım, yönetim tayin etti beni. Bu nedenle bana verilen görevi elimden geldiğince yerine getiriyorum. Kolhoz halka ait olduğundan gören göz ve duyan kulak da çoktur. ‘Kovdun, şunu yaptın, bunu yaptın’ diye üstü kapalı konuşmana gerek yok.”

      “Sen kovmadın da, on beş yıldır iyisiyle kötüsüyle yaptığı işi kendisi mi bıraktı? Kabi ikinizden hayır gelmeyeceğini anladım. Dediğim dedik: Sağ salimken götüreceğim.”

      “Her şeye böyle olumsuz gözle bakma!” dedi. Botaş’ın yüzü sinirden simsiyah olmuştu. Sinirli gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibiydi ve soğuk bakışları namlu gibi keskindi. Kameş’in vücudu, omurgasından yılan geçmişçesine buz gibi soğudu. “Zalimin bakışları ne kötü!” dedi, bedeni titreyerek. Dedesinin savaşçı, kahraman olduğu; Kalmak kahramanını mızrakla öldürdüğü söylenirdi. Kameş, aklına bunlar gelince kendi kendine korktu. Korku hissi uyandırdığını anlamış olmalı ki, Botaş aniden değişti ve gözlerindeki soğukluk yavaş yavaş kaybolarak, kırılmış çocuk gibi ağzını şişirip deminki gibi bağırmadan daha yumuşak bir sesle konuştu:

      “Beni kötüleyenle birlikte kötülersin sen hep. Münker ve Nekir de olsan sözlerime azıcık kulak versene. Hiç laf ettirmiyorsun. Kavga eden kazanacak olsaydı, babanla ikimiz kazanırdık bugüne kadar.” diyerek, yan gözle Mamet tarafına baktı hafif çekinerek. “Utancımızdan o gün bu gündür görüşemiyoruz.”

      “Birinin utanması gerekiyorsa o sensindir. Biz ne diye utanalım? Yapacağını yaptıktan sonra yaltaklık edersin hep. Yoksa şu olanların o kavganın sonucu olduğunu bilmeyen var mı? Kuyruğunu nasıl sallarsan salla, babamın görevini elinden alman düşmanlıktır. Evet, böylece Satim’den intikamını almışsındır. Satim’in yaptığı iyiliklerin karşılığını da ödemişsindir. Onu biz bilemeyiz, Allah bilir.”

      Botaş gerçekten sıkışmıştı. Kameş’in kolay kolay pes etmeyeceğini anladı. Onunla atışmaya devam ederse Mamet’in de sabırla dinlemeye devam etmeyeceğini biliyordu. Sarışın ihtiyar patlarsa her şey mahvolacak demektir. Gerçeğin gerçek olduğuna ikna edememesine kızdı. Ne olursa olsa sarışın ihtiyar gürültü koparmadan bir şeyler söylemeliydi.

      “İşsiz kaldıysa şikâyet edebilirsin. Babanın altında atı, elinde işi var. Bir şey kaybetmedi.”

      “Söylediklerine bak! Yayladan kovman ceza değil iyilik, öyle mi? Tabi, tabi. Kabi’yle ikinizin hilenizin haddi var mı ki?”

      “Kabi’yle ikimizin hilesi sana eziyet çektiriyorsa bizden kurtulmanın yolunu söyleyebilirim. En kolayı hakkımızda şikâyet dilekçesi yazar ilçeye gönderiverirsin. Görev, görev derken akrabalara düşman olduk. Bundan kurtarırsan sadece şükran borçlu oluruz.”

      “Ne acı! Zavallımın durumu, kimselerin bulunmadığı yere bırakılan şu iki ihtiyardan daha betermiş de bilmiyormuşuz!”

      “Nasıl dalga geçmek istersen, öyle dalga geç! Benim yerimde olsaydın sen de aynısını yapardın. Halkın başında olunca halkın gönlünü hoş etmek istersin. Doğrusunu istersen ben Kabi’ye akraba olduğu için destek olmuyorum. Bunun iyi yönü dediğimi aynen yerine getirmesidir. Hiçbir zaman kötülük düşünmez, çelme atmaz. Yetişemediğim işleri kendisine güvenir, devrederim. Diğerleri gibi bahane aramaz, ensesini kaşıyarak gidip yapar. Yazın ekinle uğraşırken hayvanlarla ilgilenme işinde buna güvenirim. Millet aslında Kabi’nin bana destekçi olduğunu bilmiyor, benim onu desteklediğimi düşünüyor. Millet araya fitne sokmak için, beni kötü göstermek için konuşuyor. Her şeyden haberim var ama hangi birinin ağzını kapatayım?”

      “Akıllım bana bak. Başkasını istediğin gibi yönetebilirsin, ona karışmam. Sen bana şu ihtiyarları atlardan neden uzaklaştırdığı söyle! Neden uzaklaştırdığını biliyor musun? Ya da unuttun mu?”

      “Sok, sokabildiğin kadar!” Botaş kafasını salladı. Kameş’in tuttuğunu koparan huyuna hem hayran kaldı, hem de sinirlendi.

      “Kızınızı susturmayacak mısınız?” der gibi Mamet’le Batjan’a şikâyetçi gözlerle baktı.

      “İfademi alan hâkim gibi maşallah! Bilmek istersen söyleyeyim. Doru atı öldürdüğü için uzaklaştırdım. Atı Kabi’nin öldürdüğünü de biliyorum. Ancak milletin diline düşmeden kardeşinin suçunu ağabeyinin üzerine attım.”

      “Attan uzaklaştırmayıp bedelini ödetsen olmaz mıydı?”

      “Kendine sert davranmazsan başkasına laf dinletemezsin. Kabi’nin görevine devam edebilmesi için ağabeyine sert davrandım, kabul ediyorum.”

      “İşini elinden alman görevinle ilgiliymiş, onu anladık. Peki, evindeki gelinini, Torsan’ın boşboğaz oğluyla baş göz etmek istemeni nasıl izah edersin?”

      Botaş’ın gerçekten sıkıştığı bu sefer yüzünden belli olmuştu: Rengi değişmiş, gözlerini kırpıp duruyordu. Sürekli kapı tarafına bakarak Jamihan duyar diye sıkıldı.

      “Gelinle ilgili Kabi’yle konuşmuştum.” dedi, suçunu itiraf ederek hırlayan sesiyle. “Amacımız nabız yoklamaktı, sonuçta kavga ederek ayrıldık. Bunun gizlenecek saklanacak bir tarafı yoktur. Jamihan, daha genç bir kadındır. Böyle hayatı boyunca kayınpederi ve kayınvalidesi ile kalırsa ne iyi, ancak yarın öbür gün biriyle evlenerek onları terk etmek isterse hangimiz engel olabileceğiz?”

      “Neden engel olamayacak mışız? Ben hayattayken ihtiyarları bırakıp evlenmek istesin de göreyim!”

      Kameş’in söyledikleri hoşuna gitmeyen Botaş sinirli gözlerle baktı ve konuşmasına