Beksultan Nurjekeuli

Bir Pişmanlık Bir Ümit


Скачать книгу

Koyun da kesmeyeceğiz. Hadi ‘Kozı Körpeş’ oynayalım. Ben, Bayan olacağım; Şegen Kozı, Sakıp Kodar olacak.”

      “Ben oynamayacağım. Ben sürekli Kodar’ın rolünü mü oynayacağım. Kendin Kodar ol. Bana hep kötü insan rolünü veriyorsunuz, oynamayacağım.”

      “Peki, kimin rolünü almak istersin?” Bübiş, sırayla Şegen’le Sakıp’a bakıp çekinerek güldü. “O zaman Bayan ol.”

      Sakıp düşündü. Hatta şaşırdı. Korkarak gözlerini açıp Şegen’in yüzüne baktı. Ondan sonra “Hayır” anlamında kafasını salladı.

      “Hayır, ben kız olmak istiyorum.” dedi şaşkın şaşkın. “Kodar erkek ya. Ben Bayan’ın yanında olmak isterim.”

      “Öyleyse Tansık ol. Tansık’ın kim olduğunu biliyor musun? Bayan’ın arkadaşı. Kodar’ı kandırıp Kozı ile Bayan’ın tarafını tutacaksın.”

      Sakıp hemen gülümsedi. Zıplayarak Bübiş’le Şegen’in ortasına geçti.

      “Ben Bayan’ı da, Kozı’yı da seviyorum!” dedi sevinçle.

      “Öyle deme, deli!” dedi ablası, gülümseyerek. “Kozı’yı Bayan sever.”

      “Tansık da sever.” Sakıp ablasıyla tartışarak bir türlü ikna olmuyordu.

      “Bayan, şu tarafa gidip atlara bir bakalım mı?” Kozı rolündeki Şegen, Bayan rolündeki Bübiş’in elinden tuttu. Bayan Kozı’ya bakıp gülümsedi.

      “Körpeş, elinizi çekin!” dedi, Tansık rolündeki Sakıp sert bir sesle. “Bayan’a yaklaşmak için önce bana hediye vermelisiniz.” – Şegen’le Bübiş’in ellerini Sakıp ısrarla birbirinden ayırdı. Bübiş, çaresizce boyun eğip suçlu gözlerle kardeşinin yüzüne baktı ve sustu. Yüzünden “Kızın dediği olsun, yoksa oyuna engel olacak!” ifadesi okunuyordu.

      “Tansıkcığım sana ne versem acaba?” dedi Şegen, ceplerini karıştırırken. Davranışının Kozınınkinden ziyade dedesininkine benzediğinin, tabi farkında değildi. “Evet, al işte! Sen oynayadur, biz geliyoruz.”

      “Şuna bak. Kız çocuğa aşık değil, mendil verirler.”

      “Mendil yoksa nereden verecek? Yürü, Kozı gidiyoruz!” dedi Bübiş, Şegen’e elini uzatıp. Aniden söylenenler karşısında Sakıp ne diyeceğini bilemedi. Kızın elinden tutup Şegen koşmaya başladı. İkisi el ele tutuşup anında gözden kayboldu. “Bübiş beni seviyor!” dedi Şegen, heyecan ve sevinçle. “Ben de onu seviyorum!” Başından veya göğüs kısmından, nereden başladığı belli olmayan güzel bir sıcaklık tüm bedenini sarmıştı.

* * *

      Temmuz’un sonunda hava çok ısındı ve Kosötkel’in ekini hemen olgunlaştı. Ak Kümbez denen mezarlık yerine, yakın harman yapılınca etraf birden canlandı. Kosötkel kalabalıklaştı ve hareket arttı. Harmanın başından insanların kalacağı üç baraka ve yemek yiyecekleri bir baraka yapıldı. Kısacası harman büyük bir köye dönüştü.

      Önce insanların emekleriyle ekin biçildi, bağlandı. Daha sonra anızlıktaki buğday harmana götürüldü. Bunların hepsi hızlı bir şekilde yapıldı. Çünkü dağlı yerin havası yazın ortasından sonra güvenilir değildir. Hava beş gün açarsa, altıncı gün değişiverir. Pişmanlık duymamak için hızlı hareket etmek gerekir.

      Durumu anlayışla karşılayan insanlar kapris yapmazlar, gece gündüz demeden çalışırlar.

      Aşağı yukarı bir hafta içinde harmanda epey iş yapıldı. Kimileri buğdayı taşa attı, kimileri temizliyordu. Yavaş yavaş, temiz buğdayı Kosötkel’deki ambara; tohumluk olanı merkeze taşıdılar. Böylece insanların rızkı da artıyordu. Harmandaki iş, sabah erkenden başlayıp gece geç saatlere kadar devam ederdi. Anızlıktaki biçilen ekin ile harmanın bekçiliğini yapmak Mamet’in görevi idi. Jamihan da aşçılık yapıyordu. Sürekli çalışıyor, çoğu zaman geceyi harmanda geçiriyordu. Salima, buğdayı temizleme görevini üstlendi. Sabah erkenden geliyor, hava kararınca dönüyordu. Evindeki iki kızını bakma gibi komşuluk görevi de Batjan’a düşmüştü. Şegen, üçünü getirip öğle yemeğini yediriyordu mutlaka.

      Harman ile Salima’nın evinin arasındaki mesafe aşağı yukarı üç dört kilometredir.

      Harman başlayalı beri Şegen ile Bübiş’in de oyunu değişti. Eskisi gibi evin yakınında oynamıyorlar, bazen yanlarına Sakıp’ı da alıp yaya olarak harmana gidiyorlardı. Harman onlar için bir düğün yeri gibiydi. İnsanlar sadece çalışmıyorlar, arada bir şarkı söylüyorlar, şakalaşıyorlardı. Tartışanlar da oluyordu, hatta dövüşenler bile vardı. Onların hepsi çocuklar için çok eğlenceliydi. Büyüklerin dikkat etmedikleri anda olgunlaşmış buğdayın üzerine kendini atıvermek ne kadar güzeldi! Yeni buğdayın güzel kokusuna, otun ekşimsi kokusu karışarak burnunu gıdıklardı. Sıra sıra dizilen erkek ve kadınlar buğday temizlerken küreklerin tekdüzen ve yumuşak tıkırtısı uçan kuğunun ötüşü gibi olurdu. Rüzgâra uçurulan buğday taneleri cıvıldaşarak yağmur gibi tahılların üstüne dökülür, birbirleriyle fısıldaşmış gibi, özlemle kavuşmuş gibi hoş sesler çıkarırdı. Kürekçilerin birbirleriyle şakalaşmasına baktığında onların zor bir iş yaptıkları aklının ucundan bile geçmezdi. Oyun oynayan çocukları andırırlardı. Bunların hepsinin savaştan sonraki yıllara ait yüksek moral, yaşamın değerini iki kat veya ondan daha fazla anlayan insanların barış arzusu olduğunu çocuklar bilmiyordu.

      Bir defa da olsa Şegen, buğday öğütme taşını döndürme şerefine nail oldu. Küçük çemberin sürekli dönmesi başını hafif döndürse de büyükler attan indirene kadar belli etmedi, dayandı. Bir taraftan utandı, diğer taraftan övündü.

      “Maşallah, dedesi Mamet gibi değil mi? Bakın atı nasıl güzel yönetiyor. Baksanıza hiç yanılmadan döndürüyor çemberi. Oğlu büyüyüp taşı döndürünce Mamet bir koyununa kıyıp ziyafet verir herhâlde.” Diye, Şegen’i öve öve sonunda yedi sekiz yaşlı adam onların evinde bir koyunu ve kellesini yemişti.

      Çocuklar için harmandaki en güzel eğlence arabaya binmektir. Salima’nın evine yakın yapılan ambara üç arabacı bütün gün temiz buğday taşır. Konvoy hâlinde peşisıra giderler hep. Çocukları gördükleri an seslenip arabaya bindirirler. Aynı arabaya yük olmasın diye üç arabaya birer birer oturturlar. Çocuklar birbirine bakıp gülümseyerek çok sevinirler. Masallardan duydukları uçan halının üzerinde uçuyormuş gibi övünürler. Arabacı kadınlar, öküzlerin yavaş hızını unutmak ve yolu kısaltmak için arada bir türkü söylerler. İlginç olan yanı da üçü üç ayrı arabada oturmasına rağmen aynı türküyü aynı anda hep birlikte söylemeleridir. Diğer ilginç yanı da, köye yaklaşınca türkü söylemeyi hemen kesip bazen birlikte ağlarlar, bazen kahkaha atarlar. Onların hepsini akıllı Bübiş hemen ezberler ve ertesi gün Şegen’le, Sakıp’a aynen söyler.

      Salima evine her gün son arabayla döner, sabah harmana ambara gelen ilk arabayla gider. O daima ortadaki arabada oturur. Arabacılar mı istiyordu, yoksa kendisi mi seçiyordu, belli değildi. Sabah sesini çıkarmaz. Bazı akşamları ise harmandan uzaklaşır uzaklaşmaz türkü söylemeye başlar. O söylediğinde ona kimse eşlik etmez, tek söyler. Genelde çok şakacı olan kadın türkü söylediğinde hep acıklı türküler söyler. Şegen onu, nefesini tutarak pür dikkat dinlerdi. Salima’nın nağmeli ve etkili sesi tüm vücudunu gevşeterek, sardıkça kendisini büyüyormuş gibi hissederdi.

      “Barkörney’i, gidenler yüksek sanar,

      Buluta değer tepesi diye döner.

      Yiğit ünlü olmazsa kahramanlıkla,

      Vatanını