Ayvaz Gökdemir

Türk Kimliği


Скачать книгу

gösterdikleri telâş ve heyecana bakınız! Bayındır Avrupa’dan toprak damlı evleri, çamurlu ve tozlu yolları ile Türkiye köy ve kasabalarına duyulan özlem! Bunun rasyonel izahı var mı? Ama insan da sırf akıldan ibaret değil ki!

      Vatan denilen millî mekân da millet ailesinin yuvasıdır. İnsan bu sebeple, çok tabiî bir samimiyet ve bağlılıkla vatanını da sever. Orası alelade bir toprak parçası olmaktan, sâdece karın doyurduğumuz yer olmaktan, çok fazla bir şeydir, çok farklı bir mevcudiyettir. Öyle olduğu içindir ki gurbette “Âh vatanım, âh memleketim, âh yurdum, köyüm kasabam!…” diyen insanların tepesinden âdetâ duman tütmektedir. Vatan sevgisi ve hasreti, böylesine korlu bir ateştir. Hiç sönmez… İnsanlar, Hicaz’da bile vatan özlemi çeker, Hicaz’dan dönerken bile, vatana kavuşmanın heyecanını yaşarlar…

      Milliyetçilik ve onun ayrılmaz bir parçası olan vatanperverlik duygusu, o kadar tabiîdir ki, kendisini milliyetçiliğe muhalif zanneden birçok insanın da ruhlarının derinliklerinde bir milliyetçilik tohumu mutlaka mevcuttur. Küllenmiş bir kor hâlindeki bu mevcudiyet, hassaten buhranlı dönemlerde her türlü sun’î engeli aşarak açığa çıkar ve kendini belli eder. Bu sebeple fikir olarak milliyetçiliğe karşı çıkan çoktur da vatanperverliğine gölge düşürülmesine veya “vatan hâini” olarak nitelenmeye râzı olan yoktur. Çünkü vatana ihânet, bütün zamanlarda ve her yerde “en büyük alçaklık” sayılmıştır. Vatanseverliğin böylesine güçlü bir duygu ve üstün bir değer oluşu, haddizatında milliyetçiliğin insan tabiatından doğduğunu ve kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Vatanseverim, ama milliyetçi değilim!” diyen biri, akıl plânında reddettiğini, gönül plânında ve duygu olarak kabul ediyor demektir. Onun için, zaman zaman karşılaştığımız “Hepimiz milliyetçi değil miyiz?” tarzındaki itirazlara hak vermek lâzımdır. İnsanların hepsi aynı şuur, idrak ve heyecan seviyesinde olamaz. Fakat gayet emin olarak bilmeliyiz ki, milliyet ve vatan bağlılığı, bir başka bağlılığın kolay kolay alt edemeyeceği, yerine geçemeyeceği kadar güçlü, köklü ve şümullüdür, kapsayıcıdır.

      Şöyle bir düşünelim: “Ben anamı, babamı, kardeşlerimi, akraba ve hısımlarımı, soyumu sopumu, konu komşumu sever ve sayarım. Onlara elimden geldiği, gücümün yettiği nisbette iyilik ve yardım etmeğe çalışırım. Aile yuvama da çok bağlıyım.” diyen bir kimseye: “Neden seversin, niçin bağlısın, ne sebeple hayırhahsın?” diye sorulabilir mi? Çünkü iyi insan, normal insan böyle olur. Bu sevgi ve bağlılıklardan, bu iyilikçi davranışlardan mahrum olmak, aileye ihânet, yakın ve uzak çevreye kötülük edip zarar vermek, anormalliktir. Tıpkı bunun gibi, “Ben milletimi severim, milletimin gayretini güderim. Vatanım, maddî ve manevî varlığımın, şeref, namus, mukaddesat ve menfaatimin mahfazası, devletim de en büyük teminâtıdır. Bu sebeple vatanımı da sever ve devletime itaat ederim, sadakat gösteririm…” diyene de “Niçin?” diye sorulamaz, sorulmamalıdır…

      Ferdin milliyet duygusundan uzaklaştırılması, millî kültürlerin bozulması ve yozlaştırılması, insan tabiatının bir nevi tahribidir. Millet, milliyet ve millî kültür aleyhtârı tutum ve davranışlar, ya bir suikastın yahut da patolojik bir hâlin ifadesidir. Milliyeti inkâr etmek, gerçeği inkâr etmektir, var’ı yok saymaktır. Ancak, a’mâ görmese de güneş vardır. “Niçin milliyetin var, niçin milliyet iddiâsındasın?” demek, “Allah seni neden böyle yaratıt, neden varlık ve izzetinefsine sahip çıkıyorsun?” demek gibidir. Kimse yaradılışında bir irâde sâhibi olmadığına göre, varlığını devam ettirmek ve izzetinefis sâhibi olmak, insan için tabiî olduğuna göre, böyle bir sual sorulamaz, böyle bir tartışma yapılamaz. Vazifemiz, varlık’ı anlamaya ve açıklamaya çalışmaktır. Var’ı yok saymak, gerçeği inkâr etmek ise abestir, beyhûde bir gayrettir.

      Şahsiyetini korumak, geliştirmek ve gerçekleştirmek, sağlıklı bir kişilik sâhibi olmak isteyen hiçbir fert, milliyetsiz olamaz. Bu sebeple, şahsiyetini korumak, geliştirmek ve gerçekleştirmek, bir insanın ne kadar tabiî ve vazgeçilmez hakkı ve vazifesi ise, millî kültürde temellenen milliyetini korumak ve geliştirmek de hem fert, hem millet için o kadar tabiî ve vazgeçilmez bir haktır, vazifedir.

      Millî kültür bunalımına düşmüş bir millette ferdî şahsiyetler de bunalımda demektir. Ferdin bir topluma mensubiyet hissinde görülen belirsizlik, kültür karışıklığı demek olan kozmopolitliktir ve bu bir psiko-sosyal hastalıktır.

      İnsanlar, belli bir kimlik sâhibi olarak şerefli ve mes’ûd yaşarlar. Bunun için de herkes anasını, babasını, soyunu sopunu bilmek ister. Nesep sıhhatine bütün sağlam cemiyetler, bütün hukuk ve ahlâk sistemleri ve dinler, özellikle de hak din İslâm, büyük ehemmiyet vermişlerdir.

      Bilindiği gibi, nesebi gayrı sahihlik, maddî – fizyolojik bir kusur değildir; belli bir soya bağlanamamaktan, belli bir kimliğe oturamamaktan gelen manevî bir bozulma ve bunalım hâlidir. Bu hususta hissedilen ruhî tatminsizlik, bir kurt gibi insanların içini mütemadiyen kemiriyor ve bunalıma düşürüyor, kişinin bütün hayatına tesir eden “tek mes’ele” hâline geliyor. Bu bunalımın ciltlerle romanını okuyor, saatlerce süren filmlerini seyrediyoruz. Hastahanelerden binlerce vak’a gelip geçiyor. Toplumda binlerce dejenere tip, yani bu sebeple heder olmuş insan görüyoruz.

      Milliyet his ve şuurundan, bu hissi ve şuuru korumak gayreti demek olan milliyetçilikten uzaklaştırılmış fert ve toplumların hâli, bir kimlik ve kişilik buhranı, yani bir nevi nesebi belirsizlik demektir ki çözülmeye, bozulmaya, neticeten yok olmaya götürür.

      Milliyetçilik, kökü insan ruhunun derinliklerine ulaşan, insana sağlıklı bir kişilik ve emîn bir kimlik kazandıran psikolojik ve sosyal bir zarûrettir.

      Sözün burasında bir hususu da insaf ve samimiyetle ortaya koymak gerekir:

      Milliyetçilik gibi güçlü, köklü, yaygın ve kapsayıcı bir insan gerçeğini, psikolojik ve sosyal bir zarûreti, hapsetmek, hasretmek, tahsis etmek de mümkün değildir, doğru değildir, caiz değildir.

      Yani, hiçbir şahıs, zümre, teşkilât, kurum, milliyetçiliğin sâdece kendisine mahsus olduğunu, milliyetçilik tekelinin kendisinde bulunduğunu, kendisinden başka kimsenin milliyetçi olmadığını iddiâ edemez. Eden çıkarsa hatâ etmiş olur, böyle bir iddiâ gerçeğe uygun olmaz. Sübjektif bir tarzda, kimse kimsenin dînine, îmânına karar veremeyeceği gibi, milliyetçi olup olmadığına da karar veremez. Herkes nasıl inanıyor, nasıl yaşıyor, kendini nasıl biliyor ve nasıl takdim ediyorsa, öyledir. Kusur ve noksan ise, insan olarak hepimiz içindir, kimse kusurdan ârî değildir, aklı başında hiç kimse kusursuzluk ve mükemmellik iddiâsında bulunamaz.

      Milliyetçilik etrafındaki gayretler, milliyetçilikle ilgili tutum ve tavırlar, bu fikrin büyüklüğü ile mütenâsip olmalıdır. Milliyetçiliğin üzerine hiçbir küçüklüğün gölgesi düşmemeli, milliyetçilik hiçbir sınırlı ve hasis maksada âlet olmamalı, hiçbir maksat için istismar edilmemelidir. Milliyetçilik, dâimâ milletin bütününü kucaklayan bir sevgi, kardeşlik, dayanışma, birlik, beraberlik duygusu ve şuuru olarak beslenmelidir.

      Millî Hâkimiyet Doktrini

      Milliyetçilik, siyâsî bakımdan “millî hâkimiyet” doktrinine dayanır, “millî hâkimiyet” prensibini güder. Bu, şu demektir: Mademki dünya milletlerin dünyasıdır, o hâlde her millet kendi devletini kurabilmelidir. Milletler istiklâl sâhibi ve her devlet, bir milletin devleti olmalıdır. Milletlerin self determinasyon, yani kendi kaderini tâyin hakkı vardır. Milletler bu hakka dayanarak, isterlerse, kendi vatanlarında hür ve müstakil (bağımsız) olabilirler, olabilmelidirler.

      Milletler arası toplumda kendi kaderini belirleme hakkına sahip olan millet, iç idaresi