Ayvaz Gökdemir

Türk Kimliği


Скачать книгу

bahsi, çok kolay anlaşılır, somut, açık bir hulâsa ile bağlamak istiyorum. Bunun için de “Bir milliyetçi ne ister?” sualini soruyorum. Şimdi bu sualin cevabına bakalım:

      Her şeyden önce, milleti için istiklâl yani bağımsızlık ister; kendi vatanında, kendi bayrağı altında, milletinin kendi başına buyruk ve kendi kendinin efendisi olarak yaşamasını ister. Bu yoksa varını yoğunu ortaya atarak istiklâle ulaşmağa, yabancı işgal ve boyunduruğundan kurtulmağa çalışır.

      İstiklâli varsa, onu korumak ve “tam istiklâl” hâline getirmek baş endîşesi ve başlıca gayesidir ki, bu da maddî ve manevî kalkınma, ekonomi ve kültürce yükselerek kudret kazanma demektir. Dünyada âciz için hak yoktur. Âcizin hiçbir şeyi olmadığı gibi, istiklâli de olmaz ve kalmaz.

      İç idarede hürriyet ve adalet, yani demokrasi ister. Bu bahis üzerinde ayrıca duracağız.

      Millî devlete samîmî bir sadâkat hissi ile bağlıdır; her türlü vasıta ve imkânla bu bağı güçlendirmek ister.

      Vatan toprağını, uğrunda her ân can vermeğe değecek derecede mübarek ve mukaddes bilir.

      Varlığını millet varlığından ayırmaz. Milletin bütün fertlerini “tasada ve kıvançta ortak, bölünmez bir bütün” ve kardeş kabul eder. Herkesi bu duygu ve şuur potasında kaynaştırmak için toplumda millî kültürü güçlendirmek, en geniş ve derin bir şekilde hâkim kılmak emelindedir. Millî ve manevî değerleri, millî gelenekleri, bütünüyle millî kültürü ve millî hayatı, yabancı tesir ve tahriplere, şu veya bu sebeple meydana gelen bozulmalara karşı muhafaza ve müdâfaa etmeyi vazîfe sayar.

      Milletin kolektif hâfızası olan millî târihe şuurla bağlıdır. Millî târihi, her şeyden önce, bilir ve sever. Millî zafer ve başarılarla iftihar eder. Millî felâket ve ızdıraplara yanar.

      Milleti’nin geleceği hakkında ümitli ve iyimserdir. Dinamik bir gelişme içinde güçlükleri yenerek milletini, dünya milletleri ailesinin hür, şerefli, eşit haklara sahip, kudretli bir üyesi yapmağa çalışır.

      Milleti’nin var olmak ve var kalmak azim ve iradesine bütün benliği ile bağlıdır. Buna göre hizmet eder.

      Şahsî hayatını millî değerlere samimî bir bağlılık içinde düzenler. Millî bir üslupta, yani milleti gibi yaşar. Vatan, millet ve devlet için fedâkârlığı esas kabul eden idealist bir ahlâkı benimser.

      Bütün bunların hulâsası, şerefli, haysiyetli, mes’ûd, insan tabiatına, insanın var oluş hikmetine uygun, mâsum bir yaşama isteğinden ve insanın “kendini gerçekleştirebilmek” için sahip olabileceği azamî imân ve serbestliği temin gayretinden ibarettir.

      Şimdi sormak lâzımdır ki, bunlardan vazgeçebilen bir millet, bir devlet var mı, olabilir mi? Bunlardan vazgeçerek var olmak, şerefli, mes’ûd, müreffeh ve bahtiyar yaşayabilmek kaabil mi? Bunlar olmadan bir “ iyi vatandaş” tarifi yapılabilir mi?

      Milliyetçiliğe olur olmaz karşı çıkanlar, insanın şeref, haysiyet ve saâdetine karşı çıktıklarını bilmelidirler…

      Reel hayatta cihan vatanımızdan, insanlık da milletimizden ibarettir. Fert olarak varlık çerçevemiz budur. Ne yapacaksak, ne olacaksak, bu çerçeve içinde yapmak ve olmak durumundayız. Yahya Kemal: “Cihan vatandan ibarettir itikadımca” derken bunu ifade eder. “Dünya vatanım, insanlık milletim” sözü, gerçek hayatta karşılığı olmayan boş bir slogandır. Millet sevgisi olmadan, milliyet şuuru olmadan, doğru bir “insan” idrakine erişebilmek mümkün değil ki! “Buyurun, dünyayı görelim” dediğiniz zaman karşınıza bir takım sınırlar yani “vatanlar”; “Buyurun, insanlık’ı görelim” dediğimiz zaman da pek çok kavimler ve milletler çıkacaktır. “Dünya” ve “insanlık” soyut kavramlardır. İnsanı, insanlığı sevmek istiyorsan, milletini sev; dünyaya hizmet etmek istiyorsan vatanını imar ve inşâ et! Vatan ve milletin için iyi, güzel, doğru, faydalı, işe yarar bir şey yapabilirsen, başka insanlar da ondan yararlanırlar. Bunun daha ötesi yok! İlle de insanlık, ille de dünya diye tutturana, yoksa kendi milletini insanlığın, kendi vatanını da dünyanın dışında mı sayıyorsun, denilse kabul edilebilir ne cevap verebilecektir? Binaenaleyh, millî temel ve muhtevası olmayan soyut insancılık iddiâları bugüne kadar soğuk bir takım özentiler, pratiği olmayan atıp tutmalar olmaktan öteye geçememiştir. Ancak kendi milletimizi tanıyıp severek soyut insan ve evrensel sevgi kavramına ulaşabiliriz. Ancak kendi vatan ve milleti için işe yarar olan bir adam, insanlık ve dünya içinde de kıymetli ve yararlı bir varlıktır. Vatanını, kendi gerçek varlık çerçevesini dolduramayan adamın “yerim daracık” demesi ve daha büyük çerçeveler, daha geniş zeminler için tafralanması, fazlaca mânâlı ve ehemmiyetli değildir. Her alanda dünya çapında şöhret ve itibar kazanmış adamlara bakınız, hareket noktaları ve birinci sâikleri, kendi tabiî ve sosyal çevreleridir. Bütün büyük sanatkârlar, önce kendi milletlerinin ruhuna tercüman olmuş, bunu hakkıyle başardıkları, bu noktada derinleşebildikleri için insanlığa mal olmuş ve klasikleşmişlerdir. Nihayetinde elbette insan insandır. Belli bir derinlikte ve yükseklikte, farklar silinir ve insanın müşterek ve mücerret ruh kumaşı bulunur. Kişinin kendi vatan ve milletini sevmesi, bütün insanlık için hayırhah olmasına, barış, huzur, saâdet ve refah dilemesine de asla engel sayılamaz.

      Bu itibarla, milliyet hissinin ve milliyetçilik şuurunun tahribi, bir millete yapılabilecek en büyük kötülük ve düşmanlıktır.

      Batı’nın Tavrı

      Bunu söylerken, “milliyetçilik” sözünün ve iddiâsının Batı’da da, özellikle II. Dünya Harbi’nden sonraki dönemde pek sevilmediğini, son derece soğuk ve tedirgin karşılandığını, hele gelişmekte olan ülkelere hiç tavsiye edilmediğini, bu ülkelerde görülen milliyetçi hareketlerin her vasıta ve imkânla söndürülmesi gerektiğine inandıklarını biliyorum.

      Bunlar, milletleşme sürecini tamamlamış, refah ve istikrar ülkeleridir. Kendi vahşî tecrübelerinin dehşetiyle, milliyetçilik lâfzını belki bırakmış görünüyorlar, ama fiilen çok tabiî bir şekilde kendi milliyetlerinin gurur, emniyet ve hassasiyeti içinde yaşıyorlar. Her cihetçe, insanlığın efendisi oldukları kanaatindedirler. Millî kültür ve menfaatlerinden hiçbir fedâkârlık yapmaya râzı olmazlar. Vaktiyle, bunların milliyetçi ihtiraslarını tatmine dünya az gelmiştir. “Mukaddes bencillik”lerine dünyanın yer altı ve yer üstü servetleriyle kıt’alar dolusu insan gücü peşkeş çekilmiş, fakat yetmemiştir. Elbette, bir insanın ömrü içinde iki defa bütün medenî insanlığı kana bulamış olmanın, I. ve II. Dünya Harbi denen büyük felâketlerin sorumluluk ve vebali onların boynundadır. Bugün Hitler’e, Mussolini’ye, Stalin’e tüküren her batılı, az çok kendi yüzüne tükürdüğünü bilmelidir! Çünkü bunlar Batılı insanın prototipleri, has örnekleri ve modelleridir. Bugün de maskelerini kaldırır veya makyajlarını kazırsanız, ortalama Batılının suratında Hitler’den, Mussolini’den, Stalin’den çizgiler görebilirsiniz…

      Elbette, merhametsiz, vicdansız, vahşi, sömürücü, sömürgeci, saldırgan, emperyalist ve kanlı Batı milliyetçiliği ve onun zıddı gibi görünen fakat gerçekte Panslavizmin kızıl maskelisi olan Sovyet emperyalizmi, âdil, insani ve ahlâkî bir çizgiye çekilerek ıslah edilmeli, bir daha da hortlatılmamalıdır. Fakat bunların bugün Asya’da, Afrika’da, kendi dışlarında bulunan dünyaya milliyetçilik karşıtı telkinlerde bulunmaları, sağladıkları dünya hâkimiyetini değişik metot ve politikalarla devam ettirmek ihtirasından kaynaklanmaktadır. Bir menfaat dengesi sağlamışlardır, onu bozdurmak istemiyorlar. Yani, kendisi dama çıkan, başkası çıkmasın diye merdiveni itiyor! Kültür onlarınki,