Ayvaz Gökdemir

Türk Kimliği


Скачать книгу

toprağını elimizle olduğu kadar dilimizle de işledik: Hâdriyanos Edirne, Konstantinopolis İstanbul, İkonyum Konya, Kotiaeion Kütahya, Smirna İzmir oldu… Bunların yanına Karahisar’ı, Akhisar’ı, Kızılhisar’ı, Akşehir’i, Alaşehir’i, Beyşehir’i, Kırşehir’i, Eskişehir’i, Yenişehir’i, Çanakkale’yi, Toprakkale’yi, Aladağ’ı, Karadağ’ı, Bozdağ’ı, Uludağ’ı, Elmadağ’ı, Emirdağ’ı, Sultandağ’ı, Çiçekdağ’ı, Ahırdağ’ı kattık; kimi yaylasına Uzun, ovasına Çukur dedik; ırmağının kimini Kızıl gördük, kimini Yeşil; bu toprak Türkiye oldu!

      Yahya Kemal, Türk’ün coğrafyayı vatanlaştırmadaki bu mucizevî başarısını Hayal Beste şiirinde:

      Roma’nın şarkını fethettiğin andan sonra,

      Yüce dağlar gibidir gördüğün iş Türkoğlu!

      Girdiğin yerde asırlarca kalıştan başka,

      Kurduğun devlet asırlarca yürüdü.

      Taliin döndüğü en korkulu yıllarda bile

      Yürüyen düşmanı son hamlede döktün denize!

      Açtığın ülkede yoktan yaratış kudretini

      Azminin kurduğu yüzlerce şehirden fazla

      İri firuzeye benzer nice gök kubbeyle

      Dehre aksettiriyor gerçi büyük mîmârî

      mısralarıyla özetledikten sonra:

      Bu eserler seni göstermeğe kâfî diyemem;

      ……………………

      Gönlüm isterdi ki mâzîni dirilten san’at,

      Sana târihini her lâhza hayal ettirsin.

      diye bitirir.

      Biz bu kırık dökük cümlelerle, merhum üstâdın “her lâhza” hayâl etmemizi istediği mâzîden bir pencere aralamağa ve bu mâzî içinde vatan ve milliyetimizin nasıl tekevvün ettiğini az çok görmeğe, göstermeğe çalışıyoruz.

      III

      ANADOLU MEDENİYETLERİ – TÜRKİYE HALKLARI

      Bayat Hikâye

      Oldukça eski ve bayat bir hikâye vardır: Anadolu medeniyetleri hikâyesi. Zaman zaman canlandırılır. Bazıları derler ki:

      Her ne kadar adımız Türk ve dilimiz Türkçe ise de biz “Anadolu milleti”yiz. Hititlerden itibâren Anadolu’daki gelmiş geçmiş bütün kavimlerin devamıyız. Kültürümüz de onların kültürünün karışımı ve devamıdır.

      Lâfı daha ileriye götürenler de çıkar: Millî şâirimiz Homeros, millî destanımız da İlyada ve Odise’dir derler. Söz, Fâtih’in İstanbul’u fethederken, Mustafa Kemal Paşa’nın Yunan’ı denize dökerken Truva’nın intikamını almak gibi psikolojik bir motifleri olduğuna kadar uzatılır.

      Böylece biz, Avrupalıların hayran oldukları Kadîm Yunan’la Elenlerle soyumuzu ve kültürümüzü sözde birleştirmiş oluruz. Böylece, köksüz ve aşağılık duygusu içinde bulunan bir kısım süper aydınlarımız da kendi “çağdaş ve uygar” kişilikleriyle mütenâsip uygar bir köke, cici bir geçmişe yaslanmak imkânını bulur ve psikolojik bakımdan rahat ederler. Onların dilinde ve dünyasında Türklüğümüz bir târih yanlışlığı, aksi bir tesadüf eseri kötü bir hâtıra gibi görünür.

      Tabiatıyle, bu çocuksu tasavvurlara iddiâcıları ne kadar inanır, bilemem, ama inanmasını istediklerinden bir kişinin bile inanmak ihtimâli düşünülemez. Avrupalıların târih bilgileri sağlamdır. Bu konuların da ıcığını cıcığını çıkarmış durumdalar. Bunlar, bizimkilerin çocuksu saçmalarıdır.

      Bir İdrak Hatâsı, Bir Kompleks

      Böylesine saçma ve çocuksu bir hikâye nereden çıktı, nasıl çıktı? Kanaatimizce kaynakta bir idrak hatâsı ve aşağılık kompleksi yatıyor. Batı karşısında asırlarca süren ağır askerî mağlûbiyetler, Batı kültür ve medeniyetçe yükselirken bizim mütemadiyen düşüşümüz, özellikle aydınlarımızda bir Batı hayranlığı ve aşağılık kompleksi yarattı.

      Bu aydınlar Türk târihini de garazkâr ve düşman Batı kaynaklarından okudular ve zâten kompleksli bir haleti ruhiye içinde soylarından, köklerinden utanır hâle geldiler. Kompleks katmerlendi. Uygun ve utanılmayacak bir kök bulma ihtiyacını hissettiler.

      Son merhalede Batı emperyalizmi geldi Çanakkale’ye dayandı; oradan harben geçemedi, mecburî sulhu takiben işgal ederek İstanbul’a donanma dayadı, bayrak astı. Bu yetmedi, bir de Yunan ordusunu üstümüze salarak İzmir’den itibâren Batı Anadolu’yu işgal ettirdiler. Başkaları da vatanın bildiğiniz başka yerlerini kapmaya çalıştılar. “Hasta Adam” ölmüş, leş kargaları da üşüşmüştü.

      Bu karanlık tablonun yarattığı sıkıntı, bir kısım aydınlarımızda “Türkiye Türklerindir!” diyebilmek için, Arz teşekkül ettiği günden beri üzerinde yaşadığımız toprakların bizim olması gerektiği zannını uyandırdı. İyi niyetli fakat beyhûde bir gayretle, ismi geçen bütün kavimlerin Türk olduğunu iddiâ ve isbâta giriştik! Gayretkeşliğimiz bütün medenî insanlığın Türk asıllı olduğunu iddiâ etmeye kadar uzandı!

      İşte bu Hitit mitit iddiâları da bu iyi niyetli fakat hatalı kavrayıştan, daha doğrusu samîmî bir telâşın uyandırdığı, zandan doğdu.

      Batı âlemi ile kaynaşabilmek, dostluk ve ittifak bağları kurabilmek için de kökümüzün ve kültürümüzün onlarınki ile aynı olması gerektiğini zannedenler çıktı. Hâlâ da var.

      Batı’ya hayran olduğu ve kendi kökünden utandığı için uygun ve utanılmayacak bir kök arayanlar, “Türkiye” diyebilmek için Anadolu’nun bütün târihine ve Anadolu toprağının bütün kültür tabakalarına sâhib olmamız gerektiğini düşünenler; Batı dostluğu için onlarla akrabalık hısımlık peşinde olanlar… İşte, Anadolu medeniyetleri ve kültürleri, iddiâsının kaynağı ve başlıca iyi niyetli sâikleri bunlar.

      Bunların hepsi de “Târihi istediğimiz gibi inşâ edebiliriz; kültürü, keyfimize göre temellendirebilir, yeniden icad edebiliriz.” zannetmek gibi fecî bir yanılgı içindedirler. Hâlbuki târih ve o târih içinde binlerce yılda oluşan millî kültür, sübjektif ferdî takdirlerle yeniden icat ve inşâ edilemez. Bunlar neyse odur. Târihi ve kültürü keşfetmek, bilmek, anlamak, açıklamak, yorumlamak ve günün şartlan içinde ikmal ederek geleceğe devretmek bahis konusu olabilir. Ama şahısların keyif ve arzusuna göre târih ve kültür olmaz. Târihi, keyfî bir şekilde değiştirmek, millî kültürü ve bütün bir millî hayâtı kudret sahiplerinin isteğine göre icad edilebilir bir şey zannetmek, Türk devrimci ve ilericilerinin en temel idrak hatasını teşkil eder. Kültür devrimciliğinde bizimkilerin hızı ve cür’eti, Rus ve Çin ihtilalcilerinden ileridir. Ciddî ve müsbet mânâda muvaffak olamayışlarının hep menfi, hep yıkıcı ve bozucu rol oynayışlarının sebebi budur.

      “Türkiye vatanımızdır.” diyebilmek için, “Türkiye’nin meşrû sâhibi ve maliki Türk milletidir. “ diyebilmek için, 1071 ila 1990 arasındaki 919 senelik târih ve bu târih içindeki Türk varlığı bizce kâfidir. Hayır, kâfî değildir, diyen varsa, buyursun, bedelini ödesin ve alsın! Vatanımıza sahabet ve vatan bütünlüğümüzü muhafaza için döktüğümüz ve dökmeğe hazır olduğumuz kanlar, millî kültürümüz, devletimizin bugünkü kudreti, “Huda’nın ebedî serhaddi olan