Arslan Koyçiyev

Bedel Geçidindeki Lanet


Скачать книгу

koynunda uyuyor.” diye düşünmüşlerdi ki, yakınlarda bir kaç Kalmuk varmış. Sürünün bozulmasıyla çıkan seslerden uyanan nöbetçi Kalmuk bağırarak önlerine çıktı. Yiğitler, onu bir vuruşta yere serdiler.

      Eyerinden düşen, bir yandan da dayak yemekten korkan Kalmuk, kendine geldikten sonra kaçırılan sürüyü kurtarmak için yardım isteyerek koşmaya başladı. Hulkaç! Hulkaç! Alaç, küüne em talaç! “Kör olası Kalmuk uyuma! Neredesin? Hırsız saldırdı sürüye!” diye bağırdı. “Aman! Çabuk gidin! Çabuk! Ön taraftan çıkarmayın!” diye bağırarak Kırgızlar sürüyü sürerek gidiyorlardı.

      Çok geçmeden tepelerin arasına yerleşen köyden at sürüsüne bakan Kalmuklar çıktılar. Sürünün önüne çıkıp karışıverdiler. Hırsızla sürünün sahibinin karıştığı bu kargaşada hırsızları ayırt edemiyorlardı, kendi boylarından birisi mi yoksa hırsız mı bilemiyorlardı. Vuruşurken konuşmalarından ve sövgülerinden kendi boylarından mı yoksa düşman mı olduklarını ancak anlayabiliyorlardı. Üzengileri birbirine çarpmaktaydı ve sert bir kavga cereyan ediyordu.

      Sürünün koşuşturmalarından yer titriyor, başı yarılmış Kalmukların feryatları ve Kırgızların haykırışları duyuluyordu. Barımtaçılar geri adım atmadı. Canlarını dişlerine takan inatçı Kırgızlar, “Ganimetimiz nasip olsun, işimiz başarılı olsun” diyerek, “İnşallah sürüyü aldık, Allah’ım bizi bir defa daha koru” diye yalvarıyorlardı.

      “Geçide ulaşıp orayı geçersek, Kalmuklar Rusların sınırından korkarak peşimizi bırakırlar.” diye umut ediyorlardı.

      Beklemeleri için anlaştıkları yere ulaşınca gençler de onlara katıldı. Böyle bir olayı görmeyen gençler için yılkıların yeri titreten koşuşturması Manas Semetey’in dönemindeki yağma gibi hissedildi. Onlar da büyüklerinin arasına karışarak beraber at sürmeye başladılar.

      Barımtaçılar, peşimizdekilerden kurtulduk, şimdi biraz daha gidersek, tepeye ulaşırız diye düşünüyorlardı. Bir grup oraya gidip toplandı.

      Şafak sökerken bir gürültü koptu. Toplanıp gelen Kalmuklar, yan taraftan saldırıya geçtiler. İnatçı Kırgızlar, “Takip edenlere yılkı sürüsünü bırakıp kaçmaktansa ölmemiz yeğdir” diyerek sürüyü hızla sürdüler. Çok yakından kovalayan Kalmuk’un tüfeğinden barımtaçılar korkacak gibi değildi. Narboto’nun inatçı kahramanlığı şaşırtıcıydı. Yaklaşan Kalmuk’a vurduğunda, onu atın üzerinden kütük gibi deviriyordu. Diğerlerine nasıl görünüyor bilinmez ama Mukay gibi gençlere durum böyle görünüyordu. Gözlerinin önünde kahraman Kurmanbek ve Er Tabıldı canlanıverdi.

      Barımtaçılar at üzerinde giderken sopalarıyla vurarak Kalmuklardan kurtulmaya çalışıyordu. Kalmuklar ise onların geçidi geçmelerine engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kalmuklar, çok geçmeden başından beri büyüklerin gençleri koruduğunu, atlarının dizginlerini tutarak yardım ettiğini fark ettiler. O gençlerden birinin yanında kimsenin olmadığını gören bir Kalmuk, Mukay’ın yanına yaklaşırken, onun önünü kesen Kırgız’ın acı çığlığı kulaklarını inletti. Mukay sesin geldiği tarafa baktığında, ardından gelmekte olan barımtaçının attan düştüğünü ve Kalmukların ona mızraklarıyla acımasızca vurduğunu gördü. Yüreği ağzına gelen Mukay kendini toparlayarak Narboto’ya seslendi.

      –Abi, Abi! Öldü! diye bir yandan bağırıyor, bir yandan da kamçısıyla orayı gösteriyordu.

      Narboto atının gemini çekti. Kendisiyle beraber gelen arkadaşına mızraklarını sapladıklarını uzaktan gördü.

      Atını çeviren Narboto’yu görünce yoldaşları da geri döndü.

      –Büyükler benimle gelin, diğerleriniz ardınıza bakmadan hızlıca atlarınızı sürmeye devam edin! dedi, Narboto altı yoldaşıyla geriye dönüp nara atarak Kalmukların üzerine atını sürdü.

      Kırgızlar kendilerini kovalayan Kalmuklarla tekrar vuruşmaya başladılar. Var gücüyle gelen Narboto, Kalmukların en heybetlisinin karşısına çıkıp topuzuyla vurup düşürdü. Ardına dönüp bir başkasını daha yere indirdi. Topuzunu yukarı kaldırıp “Haydi siz de gelin, gücünüzü göreyim.” diye yerinde duramıyor, atıyla bir sağa bir sola dönüyordu.

      Etrafı boşalan Narboto, arkadaşları savaşırken atını sürüp ölen Kırgız’ın yanına vardı. Arkadaşı yerde, kolları ve ayakları iki yana açılmış yatıyordu. Sağken küçük görünen arkadaşının bedeni şimdi sırt üstü cansız yatarken ona heybetli göründü. Denedi, ancak onu eyere kaldıramadı. Kaldırsa da uzağa götüremeyeceğini anladı. Ancak göz göre göre “Onu nasıl burada bırakacağım?” “Annesine ne diyeceğim?” “Halkıma hangi yüzle bakacağım?” diye düşünüyor, bir çıkar yol bulamıyordu. Sonra “Sözüm yere düşeceğine hiç değilse kemiklerini götüreyim.” diye düşündü. Atını kaçırmamak için dizgini uzun bırakıp, kıldan örülmüş dizginin ucunu dişleyerek, diz çöküp oturdu.

      Koynundan hançer çıkarıp arkadaşının cansız bedeninden kıyafetlerini keserek çıkardı. Ölünün bedeni çıplak kalmıştı.

      Yüreği acımasız bir kahraman olsan bile, insanı kesmek insanı öldürmekten daha zormuş. Demin gülen gözlerini gördüğüm, daha dün beraber gezdiğim, beraber yemek yediğim arkadaşımın cesedini kesmek, ecelini arayıp karşısına çıkan düşmanın kafasına vurup, düşürerek öldürmek gibi değilmiş. “Hayır, düşmana ceset bırakılmaz!” diye çok defa duymuştu. Narboto cesede bakınca biraz ürperdi. Kendini toparladı, gözyaşını akıtıp, dik durmaya çalıştı. İçinden “Of!” diye irkilerek, elini kaldırıp hançerini cesedin karnına batırırken kıldan yapılan dizgini koparırcasına gibi sıkıca ısırıyordu.

      Hançeriyle cesedin karnını yardı. Etrafa kan yayılıyordu. Hançerinin ucunu döş tarafına doğru çekti. İki hareketle karnını, bağırsaklarını karıştırıverdi. Hançerini gırtlağına kadar çekti. Sonra kuvvetle elini sokup, ciğerini, kalbini içinden çekti aldı, bağırsaklarıyla beraber çıkardı.

      Atar damarından fışkıran sıcak kan yüzüne sıçradı. Gözüne, burnuna yapışan kanı büyük elleriyle silince yanağından aşağı doğru akan terle karışıp kanın acı tadı ağzına geldi. Ağzına gelen acı kanı eğilip tükürdü. Hançerini tekrar sokarak böğrünü kesti, sımsıkı tutarak, kaburgalarını kesti. Kalın bacağını keserek, kemiğini parçaladı. Acele içinde büyük elleriyle hançeri sağa sola çekiyordu. Kızıl kan etrafına yayılarak, yeşil otlağı kızıla boyandı. Sıcak kan çiy damlalarıyla karışarak buharlaşıyordu, çıkan kokudan tam kendini kaybedip yere düşecekken “Hey!” diye çıkan sesle kendine geldi. Üzerine gelmekte olan Kalmuk’u yiğitlerin saldırarak uzaklaştırdığını gördü. Toynakları yeri oyan atını ustaca süren Kalmuk yine yaklaştı. Bu sefer ulaşmasına çok az kalmıştı. Atı ondan ürkünce, kıl dizgini dişleyen kocaman dişleri kırılacak gibi oldu. Yiğitleri bir defa daha Kalmuk’u uzaklaştırdı.

      Kalmuk yakınlarda görünmeyince, sağa sola bakan Narboto acele ediyordu. Etinden kemiği, kemikten eti ayırdı. Omurgasını kırıp cesedi belinden ikiye bükerek sallanan kafasını kesti. Eyerin terkisinde asılı duran deve derisinden yapılan tulumu sol eliyle alıp sererek parçalanmış cesedi hızlıca içine koymaya başladı. Koyduktan sonra en son başını sıkıştırıp zıplayarak atına binip eğilerek tulumu yerden aldı. Tulumu eyerin terkisine bağlayıp atını koşturmaya başladı. Koştururken de bağırdı:

      –Kaçın, kaçın! Bırakın atları, canınızı kurtarın!

      Arkadaşları