Arslan Koyçiyev

Bedel Geçidindeki Lanet


Скачать книгу

inliyordu. Tüm gücüyle bağıran Narboto atının dizginini çekerek üzenginin üstünde ayağa kalktı.

      Terkisine tulumu bağlayan Narboto’nun cesedi alıp kaçtığını büyükler biliyordu ama genç delikanlılar fark etmemişti.

      –Zavallının cesedini Kalmuk’un elinden aldım! Yoksa toprağa verilmeden Kalmuk’un toprağında kalırdı zavallının cesedi! diye bağırdı üstü başı kana bulanan Narboto.

      Onun böyle bağırdığını işitenlerin yüreği titriyordu.

      Arkadaşlarını kaybettikleri için herkes üzgündü.

      Gençler neler olduğunu o zaman anladı. Onlar daha dün beraber yola çıktıkları, birlikte yılkıya saldırdıkları Kırgız’ın parçalanmış kemiklerinin tulumda olduğunu da o zaman anlamışlardı. Ruslara vergi ödeye ödeye hayvan kalmadı. Kıtlıktan ölmektense, ata geleneğini sürdürüp yılkı sürüp getirelim diye düşünen Kırgızlar, içlerinden birini böylece kaybetmişlerdi. Gençlere başta yılkı sürüp kaçırmak çok ilginç gelmişti. Yılkıların ayak sesleri farklı bir dünyaya salmıştı onları. Şimdiyse o dünyadan hiçbir eser yoktu. Takatsız kalmış, sessizce başlarını öne eğerek oturuyorlardı.

      Beş altı Kırgız, hiç ses çıkarmadan geldi. İçlerinden birisi Narboto’nun bindiği aygırın dizgininden tuttu. Diğerleri de terkide asılı olan kana bulanmış tulumu dikkatlice indirdiler.

      –Ağzını açıp bakacağına, tutsana atı! diye bağırıverdi barımtaçılardan birisi. Benzi sararıp, gözleri fal taşı gibi açılmış Mukay, işte o zaman kendine gelerek Narboto’nun atının dizgininden tuttu.

      –Okutacağız diye çocuğumuzu bozuyoruz, diyen barımtaçı, atı tutamayan Mukay’a sert bir şekilde baktı. “Bu, sünepelerin duyacağı söz. Benim neyim bozulmuş?” diye düşündü Mukay içinden “Sen olmasaydın, ölmeyecekti demek istedi galiba.” diye düşünüp ona karşı cevap veremedi, sustu.

      Tulumun ağzı yarı kapatılmıştı. Mukay, tulumun bu ağzından insanın etten yeni ayrılmış kana bulanmış kemiklerini ve kocaman kaburgalarını gördü. Daha dün kendileriyle beraber “Atım kötü bir at.” diye şikâyet eden, tanıdığı Kırgız’ın kana bulanmış başı duruyordu. “Bu dağın geçidi, Çin ile Kırgız’ın sınırı.”, “Birçok Kırgız’ın toprağı yitip gitti” diye üzülen barımtaçının kanlı başıydı bu! Derede atları otlatalım diye durduğumuzda et yemek isteyip, karkıttaki dayanıklı yiyeceklerin kalıntılarını soğuk suya karıştırarak içeceğim derken donmuştu zavallı. Vücudu parçalanıp tuluma sokulmuştu, gözü yarı kapalıydı. Kafası boynundan kesilmiş, kan içindeydi. Tüm bunlara rağmen tulumun ağzından dışa dönük olan yüzü hala tanınıyordu. Vücudundan ayrılmış geniş alınlı yüzünü görünce, Mukay’ın vücudu titreyip midesi ağzına geliyordu.

      III

      Yöneticiler tarafından her daim sırtı sıvazlanan, onların kudretli avuçlarının sıcaklığını hisseden, istekleri yerine gelince her zaman mutlu dolaşan Kambar Boluş bu sefer Komiser’in evinden memnuniyetsiz çıktı. Yüzünden hissedilmese de, içinden “Keşke! Başka toprağı verseydim de Betegelüü Çongtaşı vermeseydim.” diye geçiyordu. Hangarın bel yüksekliğindeki tahta korkuluklarına tutunarak taş döşemeli merdiven basamaklarından dikkatle inerken bu halini yanındaki Komiser’e ve tercümanına belli etmiyordu. Deminden beri dışarıda beklerken, domuz besicisi Rus’un ahırından gelen kötü kokudan midesi kalkan, artık tahammülü kalmayan yiğitlerinin ve Kırgız halkının önünde dik durmaya çalışarak heybetinden ödün vermiyordu.

      Ahırın köşesindeki büyük ağacın gölgesinde binek atlarını hazır tutmakta olan, Boluş’un çıkmasını dört gözle bekleyen Kırgızlar, Kambar Boluş’u bağlı atına kadar uğurlamaya gelen Komiser’i görünce “Kalkın!” diye bağırarak oturdukları yerden ayağa fırladılar. Börklerini çıkarıp ellerini önlerine bağlayarak başlarını öne eğdiler. “Anlaştık!” dedi Komiser. Kırgızlar börklerini giyerek hızlıca atlarına bindiler. Yaveri siyah atının eyerini sıkıca bağlayarak, atı Boluş’un önüne getirip onun ata binmesine yardım ederken, Komiser ile tercümanı “Görüşmek üzere Kambar Bey!” diye el salladılar. Kamçısının deri bağını eline geçirip sağ elini göğsüne koyan Kambar Bey de “Görüşmek üzere Komiser Bey. Misafirperverliğiniz için minnettarım. Çok teşekkür ederim.” diye başını öne eğdi. Atını sürüp yola çıktı. Orada beklemekte olan Kırgızlar, “Komiser yaş olarak Kambar Boluş’tan büyük olsa da mütevazı bir şekilde büyük bir saygı gösterdi” diye düşündüler. Boluş’un arkasından onu takip ettiler. “Bana saygı mı gösterdi yoksa üzerimde baskı mı oluşturdu?” diye içinden geçiren Kambar Boluş önde gidiyordu. Komiser’in evinde olup biteni tekrar gözünün önünde canlandırdı. Boluş’a vicdan azabı çektiren olay şöyle olmuştu:

      Savaş sebebiyle halktan toplanan yüklü miktardaki vergi için, köy kadınları “Faydasını görmediğimiz emeklerimiz, kahrolsun!” diye Ruslara beddua ederlerdi. Nakışlı, şırdak dedikleri keçeleri, kocalarımız giysin diye diktikleri deri kürkleri, atın kuyruk ve yelesinden ördükleri urganları, deveye yükleyip vergi toplayan Ruslara kendi elleriyle verdikten sonra Kambar Boluş Komiser’in evine girdi.

      –Tamam, buyur tamam! Dobrıy den. Rad Vas videt, Kambar mirza! “İyi günler, sizi gördüğüme memnun oldum Kambar Bey!” diyerek Komiser’in, kapıyı aralayıp eliyle yaptığı “buyrun” şeklindeki işaret, Boluş’a kendisine gösterilen saygı ifadesi olarak gelmişti.

      Tercümanı genç bir Kırgızdı. Onun dediklerini çeviriyordu. Girer girmez Kırgızların yaptığı gibi yiyecek dolu sofranın kenarına oturup hal hatır sordular.

      Bakırdan yapılan semaveri vardır Rusların, emziğinden çay koyulurken borusunda ateşi olur. Böyle bir semaverden çay sunuldu. Çayla beraber bal sunuldu. “Dağ balı, bu yakınlardaki bizim Taldı Bulak’ta yaşayan Rusların balı, tadına bakın!” diye tercüman kâseyi uzatınca Kambar Boluş demir kaşığın yarısıyla alıp tadına baktı. “Lezzetliymiş!” diyerek beğendiğini belirti. Balcılar bu topraklara gelmeden önce Taldı Bulak’ta Kırgızlar yaşıyordu. O zamanlarda Taldı Bulak’ın kımızının meşhur olduğunu ve buralara bereketli topraklar dendiğini hatırladı. Rusların “samagon” adını verdikleri el yapımı votkadan, Komiser şişe gibi yuvarlak bir cam kâseye koyarak sundu. Kambar Boluş samagonun tadına bakar bakmaz kusacak gibi oldu.

      –Lezzetli diye düşünmüştüm, çok acıymış bu, diye kâseyi önünden uzağa koydu.

      –Kambar Bey benim sizinle önemli bir meseleyi konuşmam gerekiyor, dedi Komiser çayı yudumlarken. Bunu tercüman çevirince, Kambar merakla ona baktı.

      –Çok önemli bir mesele!

      Rus’un yüzüne bakmasına rağmen onu anlamıyordu, tercümanın ağzından “Çok önemli bir mesele” sözübü duyunca Kambar Boluş ciddi bir surat ifadesiyle tercümanın ağzına baktı. Komiser konuşurken ona bakıyor, tercüman çevirmeye başlayınca bakışlarını ona çeviriyordu.

      –Büyük Çar’ın emrine binaen, hazineye ait topraklarda çiftlikler oluşturmak gerekiyor.

      Tercüman tercüme edince, Kambar tekrar sordu:

      –Çiftlik mi diyor?

      –Evet, evet çiftlik için toprak belirlenecek.

      –Hangi toprakmış?

      –Betegelüü Çongtaş’ın giriş tarafında da bir çiftlik kurulacak.

      Kambar Boluş irkildi. Başka toprakları neyse ne de, Betegelüü Çongtaş’ı almak