Arslan Koyçiyev

Bedel Geçidindeki Lanet


Скачать книгу

gitmelerinden yedi gün sonra köyün bir ucundan acı feryatlar yükseldi. “Çocuklarımız Bugu Boyu’nun sınırlarından gelirken, Ruslara gözükmeyelim diye tepelerin arasından geçmişler” haberi Boluş’un köyüne, barımtaçılardan önce ulaştı. Bir arkadaşı ölmüş, bir başkası da sırtından mızrak ile yaralanmış, dönüş yolunu yarılamışlar haberi köyde yayıldı. “Ölen arkadaşının etini bırakıp, kemiklerini getiriyorlarmış.” “Gençler de gitmiş, aralarında Boluş’un oğlu da varmış.” şeklinde halkın arasında bir söylenti çıktı.

      Ölen yiğidin cenazesine ağlayıp, yaralıyı evine bırakıp, barımtaçılar Boluş’un evinin olduğu yer denilen köye yaklaştıklarında, Boluş’un kâtibi haber verdi:

      –Geliyorlar! Narbotolar geliyor! diye bağırdı. Kâtip “Geliyorlar!” diye bağırarak Boluş’a baktı.

      –Buraya gelsinler! diye emretti, Kambar Boluş kâtibine.

      Barımtaçılar atlarının başını çevirip, Boluş’un evine yaklaştılar.

      –Ey, akılsız! Birçok insanın vebaline girdin, kuyruğunu kıs otur dememiş miydim? diye bağırarak yaklaştı Kam-bar Boluş. Yavaşça yürüyerek geriden gelen barımtaçılar Narboto’nun arkasına saklanmaya çalışarak. “Şimdi kendin cevap ver.” dermişçesine bakıyorlardı Narboto’ya. “Yılkı getireceğim.” diye gittim onu da beceremedim. Bu da yetmiyormuş gibi arkadaşlarımdan birini kaybettim diğeri de ağır yaralandı. Narboto, “Fazla üzerime gelirse, ben de karşılık veririm” diye kendisini teskin etti. Ancak yorulmuştu ve kavga edecek hali kalmamıştı.

      –Kıtlık zorumuza gidiyordu, çoğunluk istediği için gittim Kambar Ağa, diye kaşlarını çatarak tısladı Narboto.

      –Halkın sorununu ne zamandan beri sen çözüyorsun? dedi Kambar.

      –Yiğitler istedi!

      –Sen bozukların dediğine mi uydun! dedi Kambar Boluş.

      –Savaş payı için diye birçok vergi aldıklarından; iyi atlarımızı alıp, iplerimizi bile bırakmadan topladıklarından çaremiz kalmadı ağa! dedi Narboto’nun arkadaşlarından biri. Kambar Boluş, “Sen, kötü Narboto’ya destekçi mi oluyorsun?” diyerek sert sert baktı.

      –Bu günleri gören sadece bizim Kudayanlar değil, tüm halk! Rusların kendileri de zor durumdaymış! dedi Kambar Boluş. Bunları konuşurken Rusların halini iyi biliyormuş gibi, köy kurulacak tarafa doğru bükük kamçısını salladı. Vergiyi vermeye gittiğinde, Almanları yenmek için Çar’ın Kırgız gibi halkların yardımına ihtiyacımız var diye söylediğini, amirlerden duyduğunu hatırlayınca, bildiğimi anlatırım dercesine sesini yükseltti.

      –Rus bizim kadar zorlanmıyordur ağa! Baksanıza sırf karnını doyurabilmek için çaresizce akrabalarımız gruplar halinde şehre taşınıp, mujik dediğimiz Rus erkeklerine köle oldular! Zorumuza gitti! diye bağırdı Narboto.

      Önceleri yaylaya çıkmaya gücü yetmeyip, köyde kalanların bir ikisinin avuç kadar ekine bakmaktansa, mujiklerin kölesi olursak belki durumumuz düzelir umuduyla akrabalarını dinlemeyip şehre indikleri halk arasında hala konuşuluyordu. İhtiyarlar bu eski olaya üzülüp âhir zamanda olacakların alametlerini yüreklerinde seziyorlardı. Ellerini göğüslerine koyarak “Rahat bir şekilde bile ölemeyeceğiz, Kudayan’ın çocuklarının Ruslara köle olduğunu bile gösterdi bize bu zalim dünya!” diye iç çekerlerdi.

      Kambar Boluş’un “Halkına artık bakamıyorsun.” imasını Narboto’nun ağzından duyması gururuna dokunmuştu. “Utanmaz, haramzade! Halkın dediklerini söylediğim için mi bencil oluyorum?” diye anlam çıkardı sözlerinden.

      –Bir avuç halk düşmanı yüzünden birlik içindeki halkımız bölünse, yaşadığı topraklarından ayrılsa, vatanından sürülse, para cezasına maruz kalsa ne yaparız? dedi Kambar Boluş.

      –Halkımızın içinde huzur mu kaldı? Yolda giderken atı elinden alınıyor, ovaya inerken Rusların sopası sırtından eksik olmuyor zavallıların.

      –Vebali kime? diye sözünü kesti, Kambar Boluş.

      Köy halkının hepsi dikkat kesilmişti. Dere tepede hayvanlara bakmakta olanlar, Boluş’un, aşağı taraftaki evinin kapısında Narboto’nun at üzerinde ağasıyla kavga etmesini seyrediyor, anlamaya çalışıyorlardı. Şaşırmışlardı. Bazıları sopasına dayanarak donakalmış, at üzerindekiler ayakları üzengide durmuş, diğerleri de yeşil otlağın arasında taşa yaslanmışlardı… “Boluş Narboto’yu azarlıyor.” dedi birisi. “Bakın Narboto da bağırıyor, attan inmeden çekişiyor.” dedi bir başkası. Aşağıdakilerin tartışması tepedekilerin duyacağı şekilde yankılanıyordu. Kulaklarını dikmiş, dikkatlice izliyorlardı. Narboto’nun cesareti ve direnişi hoşlarına gidiyordu.

      Çok geçmeden köyün önde gelenleri de oraya geldiler. İkisinin tartışması kalabalık bir grup oluşturmuştu. Düğünlerde, törenlerde, Rus yöneticileri geldiğinde, taş atılıp boluş seçildiğinde halk böyle kalabalık toplanır. Taştan, dereden, tepeden izlerlerdi. Şimdi tam da öyle iki gruba ayrıldılar.

      –Halk ile konuşup fikirlerini alınız, onlar kabul ederse beni yakalayıp Ruslara verin! dedi Narboto grubun önünde.

      Narboto’nun bu konuşması Boluş’un sinirlerini tepesine çıkardı. “Yüzsüzün dediğine bak! Hiç bir çare bulamayınca teslim edin diyerek, seni de valiye şikâyet edip ceza almanı sağlayacağım demek istiyor. Boluş’un oğlu da bizimle gitmişti derse?” diye içinden geçirdi Kambar Boluş.

      Topluluk içinden bazıları “Yılkı sürüp kaçırmaya çalıştığın ortaya çıkarsa, boluşluk makamındaki Kambar Ağa’na zararın dokunmaz mı?” diye Narboto’yu azarlıyorlardı. Barımtaçıları savunanların, “Açlıktan ölelim mi, bunu mu istiyorsun?” demesi halkın nasıl fikir ayrılığı yaşadığını ayan beyan ortaya koyuyordu.

      Aslında, bugüne kadar halk arasında bölünme olmamıştı. Ruslarla ilişkiler kurulduğundan beri halk, Boluş ile Komiser’i çok yakın arkadaş, birbirleri için ant içen dost olarak biliyorlardı. Omzunda silah asılı askerlerle birlikte köyleri at arabalarıyla gezen, ayna gibi parlayan simsiyah çizmesi, omzunda sallanan deri çantası, elinden düşmeyen dürbünü ile iri yapılı vücuduyla, dik bıyıklı, uzun sarı sakallı Komiserle her Kırgız’ın konuşması mümkün değildi. Onun karşısına gidip konuşan bizim Kambar, Kırgızların en cesuru galiba diyorlardı. Bundan dolayı övünen Kambar, Ruslardan aldığı rozetini her zaman takıp, göğsünü gererek kendisini yükseklerde hissederdi. Avuç büyüklüğündeki demir rozet ona her zaman bir heybet veriyordu. Fakat bu halk şimdi o heybetten de korkmuyordu.

      –Ben teslim etmeyeceğim seni! Vali kendisi gelip alsın! Halkı böyle yönlendirme! dedi Kambar Boluş.

      –Halkına bakmayan sensin! Vali ile konuşamadığından topraklarımıza köy kurup kendimiz dere ve tepelerde yaşıyoruz. İşte, yarın topografların gelip yine toprak belirleyeceklerini duyduk! dedi Narboto.

      –Generalin emridir! dedi Kambar Boluş.

      –Generalin böyle yaparsa, neyimiz kalacak! Daha sonra canımızı alacaklar! dedi Narboto.

      “Amirin yer istediğini Narboto da duymuş.” diye düşündü, Kambar Boluş. Hatta bu tartışmayı izlemekte olanlar, komşu Kırgızların köy ağaları çocuklarını, Rus okuluna artık göndermiyorlar demezler miydi? Bu konu orada tartışılmaya başlandı. “Rus okulunda okurlarsa askere alacaklarmış, askerlik şu zamanlarda kötü, hemen Almanlar ile savaşa gönderiyorlarmış” diyerek duyup bildiklerini ortaya döküyorlardı. Bunu duyan cahil kimseler, Rus hemen şu an gelip