sözlerini söylemek mümkün müydü? Sonra,
Halk derdini yerleştirdim gönüle
Halk derdini cayladım dilge
ifadesinden Sovyet halkı gamda, bahtsız mânası çıkar mı?! Halkın derdini şair gönlüne yerleştirirse, bu derdi yok etmek, ortadan kaldırmak için mücadele edecek olursa, bunun nesi suç, nesi?! Şair kendi halkını düşünmezse, onun yükünü hafifletmezse, eser vermenin ne gereği var! Peki, halkın derdi yok muydu? İftira üzerine tutuklanan milyonlarca insanın çoluk çocuğunun, yakınlarının derdi yok muydu? Suçsuz yere kulak sayılarak hiç bilinmedik yurtlara göçürülüp perişan edilen ailelerin derdi yok muydu?
1930’lardaki kıtlık yıllarında açlıktan şişip ölen, çocuklarından ayrılan, küspe yiyip ölen anaların, sağ kalabilen nesillerin içinde ukde, dert olmaz mı? Bu âfetlerin tekrarlanmaması için mücadele etmek iftira sayılır mı? Bunu ona nasıl anlatırsın! O beni:
– Peki, Sovyet halkını hangi yollarla sıkıntılarından kurtarmak istiyorsun, sorusunu sorarak tuzağa düşürmek istedi.
– Eser yazmak suretiyle, sanat yoluyla.
– Güzel! Şiirinde, “Öldür, ölümden de dönmem”, derken ne kastediyorsun? Haydi, söyle, dedi. Yüzünde şimdi seni yakaladım, der gibi bir memnuniyet ifadesiyle bakışlarını bana dikti.
Vücudumu dilip pare pare
Eyle, vicdanımı satmam.
Vücudımnı tilib tilke-tilke
Eyle, vicdânımnı satmaymen.
diye yazdıysam, her türlü şartlar altında insanları korkmamaya, vicdanlı olmaya, halkın derdiyle ilgilenmeye davet ettiysem, bunun nesi Sovyetlere karşı?
“Öldür. Ölümden de dönmem” derken, 1920’lerde büyük Özbek hukukçusu akrabam Ubeydullahan’ı, masumdan daha masum olduğu hâlde tutuklanan eniştemi, Özbek halkının büyük ve yerleri bir daha hiçbir zaman doldurulamayacak kabiliyetli evlâtları Çolpan, Abdullah Kâdirî ve Osman Nâsırları tutuklayıp yok eden seni ve sana benzeyen cellâtları kastediyorum! Bunu, 1930 yılında halkı açlıktan öldürenlere karşı yazdım, diyesim geldi. Fakat bunun sorgu memurunu tekrar öfkelendirerek kendi başımı belâya sokmak olacağını düşünüp dişimi sıktım. Tek ümit, sadece Tanrı’dandı. Zihnimden, 1939 yılında yazdığım şu dörtlük geçti:
Tanrım özün, özün yarlıga,
Özünden başka medet yok,
Ne dostum var, ne dert ortağım,
Özünden hiç başkasına had yok!
Taŋrım öziŋ, öziŋ yarlaka,
Öziŋden heç özge meded yok,
Ne dostım bar, ne derd tiŋlavçim,
Öziŋden heç özgege had yok!
Bu dörtlüğü yazdıktan sonra ezberlemiş, yırtmış atmıştım. Çünkü bu dörtlük veya bu ruhta yazılmış şiirler, o dönemde pesimist ve dinî, dolayısıyla hiç tereddütsüz suç kabul ediliyor ve tutuklamak için maddî delil sayılıyordu. Hâlbuki bu şiir, o devirde demokrasi ve fikir hürriyetinin olmamasına, aka ak, karaya kara demek imkânının bulunmamasına karşı yazılmıştı. Fakat böyle eksiklikleri ortaya koymak, adaletsizlikle mücadele ve halkın derdini hafifletmek için gayret gösterip tenkit etmek, düşmanlık sayılıyordu. İşte böyle hatalar, eksiklikler oluyor, diyecek olunca, bunu düşünen, düzeltmeye çalışan hükûmet ve idareciler var, cevabını işitiyordum.
Hele bir de o idareciler hataya sebep oluyor, deyin de görün, sizi idarecilere suikastle itham ederler. Senin vazifen, eksiklikleri göstermek değildir. Eğer sen gerçekten Sovyet devletinin dostu isen, her durumda düşmanlara sır vermemek için hayatımız rahat, bahtiyarız, demen gerekir. Bunun aksi, hayattan memnuniyetsizlik ve düşmanlık sayılıp sana olan güveni sarsar, şüpheli bir adam hâline gelirsin.
18-19 yaşlarımdayken “Sonet” şiirim yayımlandı:
Halk zenginlik, vatan hazine.
Ben muhafız. Hey, makbûl iş.
İsterse gece olsun, görürüm basıp
Düşman girerse, olup bir iğne.
Sevinçlerle dolu bu sine,
Çünkü bunu bana münasip
Görüp halkım eyledi nasip,
Tamam, ömrüm olsun hediye!
Vatan aşkıyla, hey, kalbim,
Deniz gibi dolu, lebâlep.
Sevgim olmaz aslı bigâne,
İnandırayım tekrar ant içip
Ki, can versem cenklere girip!
Sevgim, gönül şâd olur yine!
Halk-baylıgu, Vatan-hazine.
Men pâsibân. A, nâyab kesb.
Hah tün bolsın, köremen basıb
Düşman kirse, bolıb bir igne.
Sevinçlerge tola bu siyne,
Çünki şunı menge münâsib
Körib, halkım eylebdi nasib,
Meyli, umrim bolsın hediye!
Vatan ışkı bilen, a, kalbim,
Deŋiz kebi toluk, limmâ-lim.
Sevgim bolmas aslı begâne.
İşantıray kayta ant içib
Ki, cân bersem cenglerge kire!
Sevgim, yürek büt kalur yene!
Bu şiiri yazan bir şaire Sovyet devletinin ve halkının düşmanı denilebilir mi? Veya savaşın ilk günü yazdığım şiirim:
İsterim ki, çiğneyip gelen yav
Gülzârımı yeksân etmesin.
Cenkte öleyim, yeter ki halkımın
Ebediyyen erki gitmesin.
İsteymenki, deydib kelgen yav
Gülzârımnı yeksân etmesin.
Cengde öley, meyli halkımnıŋ
Bir umrlik erki ketmesin.
Yav kim? Alman faşistleri mi? Onlar hücuma nereden başladı? Özbekistan’dan mı, yoksa Rus topraklarından mı? Elbette Almanlar işgâle Özbekistan’dan, yani benim yurdumdan değil, Beyaz Rusya ve Rusya’nın topraklarından başladı. Düşman Rusya’nın topraklarını işgâl edince, bana ne, demeyerek savaşta canını feda etmeye razı olan bir şairi beynelmilelci saymayıp milliyetçilikle suçlamak adalet mi?!
Böyle bir suç isnat etmek, sen anana hakaret ediyorsun, anandan vaz geçiyorsun iftirası kadar dehşet verici. Bu töhmeti, böyle bir iftirayı kim kabul edebilir? Gerçek evlât, bu hayâsızlığı kabul edip el içinde çalımlı dolaşmaktansa yakasını parçalayıp, feryat edip, bin defa ölüme razı olmaz mı? Ölümü daha makbul görmez mi?
Bu hakaret ve iftiralar yetmezmiş gibi bir de sen bu şiirleri, milliyetçiliğini ve Sovyetlere olan düşmanlığını gizlemek için yazdın, cevabını alacak olursan, buna nasıl tahammül edersin?!
Milliyetçiliğimden ne kastediliyor sorusu, beni daima huzursuz ediyordu. Ben başka bir millete hakaret mi etmişim? Genel olarak milliyetçiliğin kendisi nedir? Temelinde