Yusufoğlu Şükrullah

Kefensiz Gömülenler


Скачать книгу

şey yok, ne bir yiyecek, ne bir giyecek. Ben tütün uzattım.

      Burada bir şeyi hatırlatıp geçmek istiyorum. Bu hapishanede adi kalitede tütünden başka ne hazır sigara, ne de kendi özel kâğıdına sarılmış sigara içmek imkânı olmadı; çünkü evden getirilen sigara ve kâğıtlar, içinde mektup, zehirli veya patlayıcı madde olabileceği şüphesiyle küçük parçalar hâline getirilip arandıktan sonra veriliyordu.

      Rus, benden aldığı tütünü avucuna yerleştirip teşekkür etmek yerine hiç teklifsizce, sen kimsin, buraya ne zaman düştün, diye soracak oldu. Şair olduğumu ve bir yıldan fazla bir zamandan beri yattığımı söyledim. O tütünü sararken yine küfretmeye başladı:

      – Sen şairmişsin, hükûmete düşman olabilirsin. İlim irfan sahibi bir adamsın. Peki ya ben, kancık köpek, lânetli, ananı filân yapsınlar, ben neyim! Ben hırsızın, bozguncunun tekiyim, nasıl oldu da siyasî mahkûm oldum. Ben hırsızım, evet, hırsızın, küfürbazın tekiyim. Hırsız olduğumu saklamıyorum. Bugün hırsızlık yaparım, yerim, içerim. Yarın yakalanacak olursam, KPZ’ye götürürler. Benim KPZ’nin ne olduğunu bilmediğimi hissederek: – Hapse ilk düşüşün olsa gerek, KPZ’nin ne olduğunu da bilmiyorsun. KPZ denilen koğuş, predvoritelnogo zaklyüçeniya (= hapishanede geçici bir süre kalınan koğuş). KPZ, benim için kendi evim gibidir. Tüccar ve zengin çocuklarına evden getirilmiş yağlı yemek, içki varsa, ortak olurum. KPZ, benim için beleş mutfak gibidir. Bir-iki yıl ceza verip çalışma kampına gönderecek olurlarsa, bir ayağım olmadığı için çalışmam; tüccar takımı ve kolhoz reisleri varsa, onlara gelen yiyeceklere ortak olur, bedava yemek yiyip, içki içip, afyon çekip yaşar giderdim. Başkaları gibi arkamda kalan çoluk-çocuğum olmasaydı, çalışma kampı benim için ikinci evdi. Peki, ya burası! Burası hapishane değil, sanki cehennem! Kancık köpek! Burada istediğin zaman istediğin yiyecek paketini alamazsın. İçki içemezsin, şarkı söylemek bir yana, yanındakiyle yüksek sesle bile konuşamazsın, şeş-beş veya iskambil oynayamazsın! Gündüz uyutmazlar. Burada bir ay yatmaktansa kurşuna dizseler, razıyım. Faşistler! Kancık köpek! Tövbe, hatta yastığa yaslanıp uzanamazsın, hemen küçük pencereyi açarak, yan gelip yatma, diye uyarırlar. Beni kurşuna dizseler, razıyım. İki aydan beri mahkemeye de çıkarmadılar, çalışma kampına da göndermediler. Ben siyasî mahkûmmuşum! Kendi kendine gülerek: – Biliyor musun, birader, beni ne ile suçluyorlar? Ben teröristmişim. Sadece gülersin, kancık köpek! Nasıl bir terörist?! Suçum, sarhoşken tramvayda Stalin’e küfretmekmiş! Nasıl küfrettim, ben de bilmiyorum. Bunun için beni siyasî mahkûm saydılar, halk düşmanı ilân ettiler… Reziller! Kancıklar! Haydi birader, söyle bakalım, bana ne kadar verirlermiş?..

      Ben ne diyebilirdim?! Kendi düşüncelerimle meşguldüm. Cevap vermeme fırsat tanımadan konuşmasına devam etti:

      – Hakiki şair Yesenin49 idi! Halkı da, hırsızı da düşünürdü. Senin gibiler Stalin’i methetmekten başka ne bilirler? Konuşmaya da korkuyor musun? Senin gibilerin topunu içeri atmak lâzım… Üzülme dostum, hepiniz iğdiş edildiniz. Şu koğuşta bir Çıfıt, Yahudi din muallimi ile beraber kalıyorum. Şunu bir korkutayım dedim. Boğup öldüresim geldi. Sinirime dokunuyor, fısır fısır dua okumaktan başka bir şey bilmiyor. Niye sen de bir şey söylemiyorsun? Yesenin gibi şöyle havalı, teselli edici bir şiir okusana!

      Ben onun bu konuşmalarını dinlerken bir taraftan da kendi kendime düşünüyordum: Yesenin gibi şiir yazmakmış! Teselli edici şiir okumakmış! Tabiat hakkında yazdığım şiirlerimde suç unsuru arayarak beni ideolojiye aykırı davranmakla suçluyorlar; ben de buna Yesenin tarzında yazdığım şiirlerimden okuyacakmışım! Ben onun konuşmalarını sessizce dinledim. O ise bundan öfkeye kapılarak:

      – Ben cehenneme gelmişim, doğru mu, diyordu.

      Ben ona ne diyebilirdim ki! İşkence ettikleri doğru olsa bile Stalin’e söğüp duran birinin bu sözlerine katılmak mümkün müydü? Evvelâ bunun bir hırsız olduğuna inanmak da olmazdı. Aramıza belki de bilgi toplamak için sokulmuştur. Çünkü koğuştan koğuşa bilgi toplamak için özel adamlar konuluyor. Hapiste yatanlar da birbirlerine güvenmiyorlardı.

      Benim cevabımı beklemeden birdenbire sinirlenerek iki yumruğu ile demir kapıya vurdu, ağzına gelen hakaretlerle gardiyanı çağırdı. Savcıya şikâyet dilekçesi yazmak için kalem ve defter istedi…

      Bu arada beni sorguya götürdüler. Akşam saat yedide sorguya çıktım, hiç uyumadan gün ağarırken koğuşa döndüm. Oda arkadaşım yoktu. Somyası boş. Yatağı da götürülmüş. Hayrola? Beni de yandaki koğuşa geçirdiler.

      İçeri girmemle birlikte oradakiler, benden hangi koğuştan geldiğimi sordular; öğrenince de gece o koğuşta bir patırtı olduğunu ve birinin kendini öldürdüğünü söylediler. Bu, dünkü bir ayağı olmayan kötürüm İvan’dı.

      İTİKAT CEZASI

      Dün akşam, saat 10 sularında sorguya götürüldüm. Sorgu bütün gece boyunca hiç uyumadan devam etti. İşte sabah oldu, hatta güneş yükselip öğleye yaklaşıyor. Sorgulama hâlâ bitmedi. Sorgulama görevlileri değişiyor, uyuklamak bir yana, hatta göz yumarak düşünmeye bile fırsat vermiyorlar. Oturduğun sandalyede izinsiz kımıldamaya bile hakkın yok. Ayağa kalk denilince, birkaç saat boyunca ayakta durmaya, otur denilince de bütün gece hiç kımıldamadan oturmaya mecbursun. Bu, cezanın en hafif şekli. Eğer oturduğun sandalyede uykusuzluktan bitkin düşüp de uyuklayacak olursan, Japon usûlü masaj yapmaları işten bile değil. Buna göre, boynuna elinin keskin tarafı ile şöyle bir vurur, düşürür, yıkılınca da epey bir zaman kendine gelemezsin. Kendine gelince, tehdit ve hakaretle sorgulama yeniden başlar. Ölümden döndüğüne şükrederek gözünü açarsın. Eğer burada ölecek olursan, hiç kimse niye öldüğünü soruşturmaz. Bu teşkilâtı adaletsizliğinden dolayı imdat diyerek şikâyet edecek yukarı bir makam yok.

      Sorgulama memurunun odasında onun sorularını düşünürken aklıma halkımızın “sudan helva yapmak” deyimi geldi. Sudan helva yapılabilir mi? Yapılırmış! Hem de o kadar kolay yapılırmış ki, sorgulama sırasında böyle bir şeyin yapılabileceğine bir defa daha inandım.

      Genel olarak adam öldüren veya hırsızlık eden kişi eğer suçunu itiraf edip kabul etmezse, bunu kabul ettirmek için tanıdığı kimseler şahitlik etmek üzere çağırılır. Fakat işte, beni hapse attılar, getirildiğimden beri suçumdan dolayı hâlâ annemin, babamın, hısım akrabamın kimler oldukları, diğer tanıdıklarım, yakınlarım, onlarla olan ilişkilerim, bunlardan kimlerin neden tutuklandıklarının sebebi soruşturulmakta. Buna niye gerek duyuldu? Bunun tek bir maksadı var: Beni doğrudan suçlayamadıkları için onlarla olan alâkam dolayısıyla onların suçlarına beni de ortak etmek! Onların ne suç işlediklerini ben bilmiyorum. Bunun sorgu memuru için de bir önemi yok, onlarla tanıştığımı söylemem kâfi!

      Gerçeği söylemek gerekirse, bizim zamanımızda halk düşmanı olarak hiçbir ferdi tutuklanmamış bir aile bulmak mümkün mü? 1920’lerden itibaren Ceditçilikle suçlanan aydınlar tutuklanmaya başlanmıştı. 1927-1928 yıllarında dindarlar, mülk sahipleri kulak sayıldı. Bir kısmı yabancı unsur sayılarak tekrar tutuklandı, sürgün edildi. Bu temizlikler yetmezmiş gibi 1937 yılından başlayarak Parti Merkez Komitesi sekreterleri, devlet adamları ve yazarlar halk düşmanı ilân edildiler. Tutuklama ve kırgınlar başladı. Bu durum 1940 yılına kadar devam etti. İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, cepheden dönenlerin bir kısmı faşistlere esir düşmekle suçlanarak tutuklandılar. 1947 yılından başlayarak yazar, ilim adamı ve sanatkârları, ideolojiye aykırı davranmak ve kozmopolit olmakla suçladılar. Tekrar tutuklamalar başladı. Herhangi bir yakını, akrabası tutuklanmayan kimse kalmadı. Hatta insanlar tek olarak değil, bütün aileleriyle birlikte cezalandırıldı.