Yusufoğlu Şükrullah

Kefensiz Gömülenler


Скачать книгу

benim sazım.

      Dilimi neye benzettin.

      Gözüme ayı berkittin,

      Yürek, sensin heveskârım.

      Sana dar geldi bu sine,

      Sevincin taştı sahilden.

      Dilim yorulur, acep, bazen

      Seni tercüme etmekten.

      Yürek sensen, meniŋ sâzım.

      Tilimni neyge cor etdiŋ.

      Közimge aynı berkitdiŋ,

      Yürek, sensen ışkıbâzım.

      Senge tar keldi bu kökrek,

      Sevinçiŋ taşdı kırğakdan.

      Tilim çarçar, aceb, gâhi

      Seni tercime kılmakdan.

      Bu mısraları hatırladım, gözlerimden gayri ihtiyarî yaşlar süzüldü. Hüngür hüngür ağladım. Hayat karşısında duyduğu sevinç ve heyecanları içine sığmayıp taşan bir şair, nasıl pesimist olabilir, ona nasıl pesimist denilebilir? Bu sözü dil nasıl söyler?! Böyle bir yalana niye gerek duyulur? Bu şiirin devamı, Osman Nâsır’ın kendi söylediği gibi hatırımdan sel gibi akıp gelmeye başladı:

      İtaat et, eğer senden,

      Vatan razı olmazsa,

      Yarıl, şimşeğe dönüş, sen,

      Çatla, evet, ölsem bile!

      İtâat et, eger senden,

      Vatan râzı emes bolsa,

      Yarıl, çakmakka aylan, sen,

      Yarıl, meyli tamâm ölsem!

      Saçımı başımı yolarak feryat edesim geldi. Vatanının her bir hizmetine asker gibi daima hazır, onu memnun etmek için şimşeğe dönüşüp hayatını feda etmeye razı bir âteşin şaire, hangi insaf ve hangi vicdanla düşman denilebilir?

      Kaldı ki, ben Osman Nâsır’ın şiirlerinin hemen hemen hepsini ezberlemiştim. Hangi şiirinde milliyetçilik, hangi şiirinde hayattan şikâyet ve hükûmetin siyasetini karalayan ideoloji varmış, deyip birer birer zihnimden geçirdim. “Yürek” kitabından sonra aradan bir yıl geçmeden yayımlanan “Mehrim” kitabındaki şiirleri hatırladım. Kitaba “Mehrim” adının verilmiş olması da insaflı davranmak gerekirse, şairin hayata ne kadar güçlü bir muhabbeti bulunduğunun bir delili değil midir?! Kitap, Lenin’e ithaf edilen “1870” adlı şiirle başlıyordu:

      Volga! Volga! Aç Rus’un gözyaşı.

      Volga! Volga! Figanlı ırmak!

      Güneş sanki Razin55’in başı

      Geniş bağrında daima mağrur!

      Unutulmaz yılların yâdı,

      Nekrasov56’u zârı zârı ağlatmış.

      Çımacıların acı feryadı

      Dibine taş olup batmış!

      Hey dili yok, sarı taşlarım,

      Hey, gözleri açık soğuk ölüler…

      Volga! Volga! Aç rusnıŋ yaşı.

      Volga! Volga! Fiğanli deryâ!

      Kuyaş göya Razinniŋ başı

      Keŋ bağrıda hemân mağrur, a!

      Unutılmas yıllarnıŋ yadı,

      Nekrasovnı zâr-zâr yığlatgen.

      Burlaklarnıŋ aççık feryadı

      Tübleriŋge taş bolıb batgen!

      A, tili yoq, sarık taşlarım,

      A, bakraygen savuk mürdeler…

      Bu şiir değil, bir beste! Benim nazarımda bu Rusya’yı ve Rus halkının ihtilâlden önceki hayatını bütünüyle ifade eden bir senfoni idi. Bu kısa mısralarda ihtilâlin mahiyeti, ona duyulan zaruret ve Lenin’in büyük hizmeti, o zamana kadar yazılan eserlerin hiçbirisinde tesadüf edilmemiş şekilde dile getirilmiş; coşkun sevgi ve samimî duygu, gönülleri fethedecek seviyede terennüm edilmiştir. Osman Nâsır’ın şiirlerini okuyan bir okuyucu, halka ve vatana bundan daha fazla nasıl bir sadakat ve nasıl bir muhabbet beslenebilir, demekten başka ne söyleyebilir?

      Şiirlerini bir defa daha hatırlarken hiç kimsenin hayaline gelmeyen bu suçlamalara, bu ithamlara Osman Nâsır’ın gösterdiği tahammül ve ettiği feryatlar figanlar, bütün vücudumu titretmeye başladı.

      Ben halkı seven, kitapları elden düşmeyen büyük bir şairin kendi halkına düşman olduğunu nasıl söyleyebilirim!

      Osman!.. Ses ver, Osman! Emsâli olmayan bu iftira işkencelerine senin gibi nasıl tahammül edeyim, Osman? Senin şiirlerinden aldığım huzurun hakkı için, sanatıma mektep olman hakkı için, nasıl olur da kendi halkının düşmanı ve milliyetçi birisi olduğunu söyleyebilirim?! Kör olmaz mıyım?! Hayır! Bu sebeple onlar ne hüküm verirlerse versinler, insafları varsa insaflarına, vicdanları varsa vicdanlarına havale ediyorum! İçimden geçenleri sorgu memuruna söyledim.

      Her nedense o anda, yirmi dört yaşında tutuklanan Osman Nâsır gözümün önüne geldi. Bana göre Osman Nâsır, tıpkı benim oturduğum şu kara sandalyede oturup sorgu memuruna, ben düşman değilim, bütün suçlamaların iftiradan ibaret! Kalbimde halkıma ve vatanıma karşı sonsuz muhabbetimden başka bir şey yok! Öldürseniz bile milliyetçilik ve devlete düşmanlıktan kendimi suçlu saymıyorum, imzalamıyorum, diye feryat ediyormuş gibi geldi. Acaba yirmi dört yaşındaki büyük kabiliyet sahibi, geleceğin dâhi şairi Osman Nâsır’ı, iftiraları kabul etmeyip doğruyu söylediği için mi öldürdüler?! Acaba aynı kader benim için de tekrarlanacak mı?!

      Beni dehşete düşüren bu endişemi sorgu memurunun tehdidi böldü:

      – Sırlarını bizden gizleyemezsin, elimizdeki delil ve şahitler seni ifşâ etmek için yeterli! Osman Nâsırların ve Çolpanların tesiriyle Sovyet halkı sıkıntılara gömülmüş, onu sıkıntıdan kurtarmak gerek, diyen kim? Sen değil mi? Peki, Sovyet halkının sıkıntısı nedir? Ne yaparak kurtarmak istiyorsun, bu konuda konuş!

      – Nerede söylemişim?

      – Düşün, görürsün!

      – Böyle demedim!

      Sorgu memuru, benim 1939 yılında yazılmış (nereden bulduğunu anlayamadım, çünkü hiçbir yerde basılmamıştı) dört mısradan ibaret bir şiirimin Rusçaya tercüme edilen nüshasını dolabın çekmecesinden çıkarıp okudu:

      Vücudumu dilip pare pare

      Eyle, asla vicdanımı satmam,

      Halk derdini yerleştirdim gönüle,

      Öldür, ölümden de dönmem.

      Vücudımnı tilib tilke-tilke

      Eyle, vicdânımnı satmaymen,

      Halk derdini cayladım dilge,

      Öldir, ölimden hem kaytmaymen.

      – Bu şiir senin mi?

      – Benim!

      – Yani Sovyet halkı bahtsız, sıkıntılara gark olmuş, onu sıkıntılarından kurtarmak için ölümden bile korkmayıp savaşmak istiyorsun?

      Bazen