Aladin Şamil

Teselli


Скачать книгу

yaşlı adama bakmadı. Dülger iki kere koridor boyunca ağır ağır ileri geri yürüdü; nihayet kapısı biraz aralık olan odalardan birinin önünde durup içeri baktı, masada oturan jandarma komiseri Malinin’in kel kafasını gördü. Selahattin ağa kapıyı açtı çekingen bir şekilde sordu:

      – Beni çağırdınız mı, Malinin efendi?

      Masa başında koltuğuna yaslanmış oturan Malinin, beyaz kostümlü, karakul kalpaklı genç ile lâflamaktayken, birden yüzü ciddileşti, elindeki kalemini ters çevirip masa üstüne vurdu, kaşlarını çattı, kibar ve kararlı bir ifadeyle:

      – Çağırdım. Gir!

      Dülger içeri girdi. Uzak yoldan yürüyüp geldiği için ayakları ve bedeni sızlamaktaydı, yanıbaşındaki boş sandalyeyi görünce, sevindi, oturmaya niyetlendi, Malinin hiddetlenip, yumruğunu masaya vurdu:

      – Kalk, diye bağırdı Dülgere. Burası kahvehane değil!

      Selahattin derhal kalkıp duvar kenarına çekildi.

      – Nureddin efendi! dedi Malinin Tatarca, beyaz kıyafetli adama dönüp: Bu adam Rüstem’in babası. Tanıyor musunuz?

      – Tanırım, dedi Nurettin efendi: Bademlikten…

      Koltuk üzerinde, ayaklarını göğe doğru uzatarak Selahattin’e güzel kara gözlerini çevirdi, Malinin, – Rüstem nerede, diye sordu

      – Bilmiyorum, dedi Selahattin.

      – Alıp– götürüp, sakladın! Şimdi nereye sakladığını unuttun mu?

      – Ben pazar yerindeydim. Döndüm geldim… Baktım Rüstem evde yok.

      – Kimin malını alıp gidip sattın?

      – Özümün. Testi, tırmık… Kimin olacak?

      – Malinin yumuşak ve hilekâr bir sesle devam etti, Rüstem’i kendin alıp gittin, kaçırdın! Öyle mi? – .

      – Ben kimseyi kaçırmadım. Fikret’le gittim.

      – Nerede Fikret?

      – Askerlikte.

      Malinin Nurettin efendiye göz ucuyla baktı. Nurettin efendi ise gözlerini aşağı indirip, sesiz kaldı.

      – Rüstem, hürmetli Ekrem Bey’in oğlu Şevket’i öldürdü. Haberin var mı?

      – Selahattin’in yüreği sıkıştı, yüzü bembeyaz oldu.

      – Yok… Benim oğlum… Şevketi mi?

      – Rüstem’in yerini söylemezsen, sen kürek cezasına gideceksin! Düşün, bak! Aklını başına devşir.

      Malinin böyle dedikten sonra, ayağa kalktı, ileri geri yürümeye başladı. Selahattin dikkat ve merak ile bakarken, Nureddin efendi de yerinden kalktı. İnce, uzun bıyığını serçe parmağı ile sıvazladı, sonra kapı üstündeki anahtarı bir kere çevirip kilitledi, duvarda asılı örme kamçıyı eline aldı.

      – Malinin efendi, dedi ince sesiyle, Siz bu karabacaklı ile pek nezaketli konuşuyorsunuz. Oğlunun nereden geçip nereye gittiğini bilmeyen baba… Öylesini gördünüz mü? Haydi, yakına gel diye çemkirdi Dülger’e.

      Selahattin yerinden kıpırdamadı. Başını aşağı eğdi, sustu. Sonra tekrar:

      – Ben, Rüstem nereye kayboldu bilmiyorum, dedi

      – Bilmiyorsun demek?! Hayretle sordu Nurettin efendi; kamçısını Selahattin’in yüzünde şaklattı. Dülger titredi, ayakları boşaldı… duvara dayanıp kaldı. Sen ancak böylesinden anlarsın. Kamçısının sapı ile çenesinden dürttü, Dülgerin. Şimdi? Rüstem nerede anlatacak mısın? Yoksa, elin ayağın zincirle bağlanıp Sibirya’ya gitmek ve orada çürümek mi istiyorsun?

      İhtiyar zar– zor gözlerini açtı, karşısındaki beyaz gömlekli, ince bıyıklı kişiye fersiz gözlerle baktı. Burnundan ve yarılmış yanağından kan akmaktaydı.

      – Bilmiyorum, dedi işitilir işitilmez bir sesle. Ben Rüstem’i görmedim.

      Yüzbaşı Selahattin’e tekrar kamçı ile vurdu. Yüzüne, sırtına, ayaklarına… nereye rast gelirse, oraya vurdu. Dülgerin bedeninde yaralanmayan yer kalmamıştı, nihayet yere yığıldı, bir daha da ayağa kalkamadı.

      Nurettin efendi örme kamçısını köşeye bıraktı.

      – Alıp çıkınız ve hapse atınız, dedi Malinin’e. Peşinden oğlu gelmezse çıkarmayınız!

      Malinin koridora çıktı. Beş dakika sonra iki asker ile dönüp geldi. Biri Selahattin’in kollarından, diğeri ayaklarından tutup, alıp gittiler.

      Dülgeri iki gün– iki gece sorguya çektiler, vahşice köteklediler. Tenine yanan sigara bastılar. Lâkin, “bilmeyrim” sözünden başka bir şey işitemediler. Üçüncü gün Dülgeri çıkarıp serbest bıraktılar.

      Akşam üstü Selahattin, Bademlik’e ezgin ve yaralı vücuduyla zar zor geldi. Arabanın kapısını açtı, avluya girerken iki adım atmıştı ki, başı döndü, meşe ağacı gibi, güm diye yere yıkıldı.

      III

      Sivastopol körfezinin doğu tarafındaki iskeleye yakın mahallede Han avlusunun etrafında tek katlı binalarda fırınlar, kahvehaneler, bozahane ve meyve ambarları var. Han avlusunun sahibi Kök Köz köyünden Seyit Celil, yani Seyyare’nin kayın biraderi.

      Seyit Celil bu şehre altı yıl evvel gelmiş, lisede iki yıl okuduktan sonra parası yetmediğinden okuldan ayrılmış. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmeden gezelediği vakitte, Nahimov caddesindeki kahvehanede tesadüfen tüccar Karaim Mangubi ile tanışmış ve onun manifaturacı dükkânına ayakçı olarak işe girmiş. Bir yıl geçmeden, işverenin oğlu ile kavga edince işten kovulmuş. Seyit Celil tekrar işsiz kalmış. Bir süre sonra, küçük kardeşi Bilâl’in yardımıyla bir manav dükkanı açmış. Dükkânda satacağı meyveleri, Yakusidi’nin Hanındaki avludan gelip geçen köylülerden ucuz fiyata aldıklarından temin ediyormuş. Yakusidi çoluksuz – çocuksuz, soyu– sopu olmayan yalnız yaşayan ihtiyar bir Rum.

      Bu Rum, günlerden bir gün Seyit Celil’i kendi evine misafirliğe davet etmiş. Yemek yenip, kahve içildikten sonra alışveriş konusunda sohbete başlamışlar. Yakusidi, delikanlıya:

      – Evlenme fikrin var mı? diye sormuş.

      – Bu hususu henüz düşünmedim diye cevap vermiş Seyit Celil, sonra ilâve etmiş, acele etmek istemiyorum.

      – Kim ile yaşıyorsun?

      – Tek başıma.

      İhtiyar eski koltuk üzerinde hayli vakit düşünceli oturduktan sonra Seyit Celil’e dönüp “sen kendi dükkânını kapat, benimkinde çalış” demiş. “Ben senin ananı– babanı bilirim, iyi insanlardır. Sen de biliyorsun, benim ihtiyar karım kısa zaman önce vefat etti. Yalnızlık bana çok zor geliyor”.

      Seyit Celil itiraz etmek istemiş:

      – Ben sizin için uygun bir yardımcı olabilir miyim? Bende hiç sermaye yok!

      Bu cevap üzerine ihtiyar, Seyit Celil’in omuzunu tıpışlayıp:

      – Bana sermaye değil, iş yapacak adam gerek! Senden sermaye talep etmiyorum, diye eklemiş.

      Bu görüşmeden sonraki bir hafta içinde Seyit Celil dükkânındaki meyveleri satıp bitirmiş, bina sahibi ile hesabı kesmiş, Yakusidi’nin yanına gelip ticari ortaklıkları hakkında mukavele imzalamışlar.

      Seyit Celil ile dört ay çalıştıktan sonra yardımcısının becerikli ve dürüstlüğünden emin olan Yakusidi, zeytin getirmek için Suhum’a