Aladin Şamil

Teselli


Скачать книгу

pınarın altından güğümü çekti ve üzerine yapışan ıslak kumu yıkamaya başladı.

      – Yok. Ben sizi yeni fark ettim, diyebildi Rüstem.

      Bu sözleri işitmek Gülara’nın çok hoşuna gitmişti, ama biraz da kayıtsızca gelmişti, utandı. Utandığı için başka lafa geçti.

      – Erkek kardeşim size çok kızıyor, diye ortaya laf attı Gülara, Ne yaptınız ona ?

      – Bir şey de… şaka yaptım. Atı geride kalmasın diye onun atına iki kez kamçı vurdum. Bunun için darılmak olur mu?

      – Atı tökezlemiş, yığılıp kalıyormuş

      – Bunu fark etmedim, dedi Rüstem.

      Genç kız sustu, kardeşiyle ilgili laf açtığına pişman oldu.

      – Gülara, dedi Rüstem, ne konaşacağını kendisi de unuttu. Siz ormana kızılcık toplamaya gidiyor musunuz?

      – Niçin soruyorsunuz?

      – Ben yarın dağa gideceğim. Belki siz de katılırsınız. Veyis, siz ben üçümüz.

      – Fena olmazdı. Lâkin annemi ikna etmek güç

      – Neden?

      – Dağda kaçaklar çok diyorlar.

      – Korkuyor musunuz? Hepsi köyümüzün gençleri. Eğer onlarla karşılaşacak olursak sadece yiyecek isterler.

      – Siz onları hiç gördünüz mü, Rüstem?

      – Gördüm. Babamla dağa giderken evden ekmek götürüyoruz. Eğer onları görmezsek, Selim dayının kulübesinin yanındaki kayın ağacının dibine bırakıyoruz, sonra kendileri gelip alıyorlar.

      – Her gün cepheye adam gönderiyorlar, dedi kız düşünceli, düşünceli. – Yalnızca gençleri değil… Belki yarın birgün babamı da alırlar diye korkuyorum. Diyorlar ki, Ekrem Bey, köyümüzden kırk adam göndermeye söz vermiş. Rus çarının gözüne girmek ister. Allah, bu dangalağın belâsını versin!

      – Cepheye kırk adam daha gitse, onun tarlalarında tütünü kim toplayacak? Kim kurutacak? Sabahları onun çayırlarını biçmek için köyün yarısından fazlası yollara düşüyor. Mevsimlik işler için yüzlerce Ukraynalı geliyor. Cenge kimleri yollayacak?

      – Ondan memnun olmayanları…

      – O bir tek Kâzım Bey’den memnun. O da tütün toplamaz

      Bu arada kaya ardından bir atın ayak sesleri ve birilerinin konuşması işitildi. Gülara aceleyle ayağa kalktı ve güğümü alıp uçuruma asılı sokaktan aceleyle eve döndü.

      II

      Savaş devam etmekteydi. Köyün gençleri cepheye gittiler, ahali için yaşamak ölümden beter oldu. İhtiyaçlar, Dülger Selahattin’in evinde de hissedilmeye başlandı ve Rüstem’i, Celal’in tütün tarlasında çalışmaya mecbur etti. Bademlik’de sık sık vergi ve icra memurları görülmeye başlandı. Volost idaresi köylülerin atlarını ve sığırlarını alıp götürdüler. Rüstem de Ak Taban’dan mahrum kaldı. Bütün aile gece demeyip, gündüz demeyip çalıştılar ve yiyeceklerinden kısıp nihayet çelimsiz bir at aldılar. At öyle zayıftı ki bütün kaburgalarını saymak mümkündü, ince boynu kemikli başını zor tutuyordu. Selahattin ağa bu atı yaz boyu besledi. Sonbahar geldi, ardından kış… Gündelik ihtiyaçlar, Bademlik köylülerinin boğazını sıktıkça sıkmaya devam etti.

      Bahar geldiğinde yeniden ortalık yeşermeye başladı, Dağlarda ormanlar çiçeklendi, ahali de yeniden ümitlendi.

      Sabahtan akşama kadar işlerle boğuşan Rüstem, kız ile seyrek görüşüyordu. Ama sürekli onu göresi geliyordu. O sebepten tarla dönüşlerinde, yarlar başında onu hatırlayarak yürüyordu. Haziran akşamlarından birinde Gülara’ya rastgeldi.

      Kayaların arkasından ansızın peydâ olan genci görünce şaşıp kaldı Gülara..

      – Bu saatte burda ne yapıyorsunuz, dedi Rüstem’e titrek bir sesle. – Vayy, öyle korktum ki… kaçaklardan biri belledim.

      – Ben çoktan burdayım. Sizi bekliyorum.

      – Bişey mi oldu?

      – Sizsizlik bana pek güç… Gülara!

      – Ah, Rüstem! Bana güç değil mi?

      Rüstem kıza durumunu anlattı:

      …Fikret ise günlerdir ortalıkta yok. Kimi zaman geceleri geliyor, tan ağarırken çıkıp gidiyor ve haftalarca görünmüyor. Kimseye bir şey söylemiyor, benim ağam tuhaf. Onu dağlarda gizlenip durur bellerdim. İki gün önce bize Settar ağa geldi, o da Fiket’i uzun zaman görmemiş.

      – Öyleyse, Fikret nerede pekiyi?

      – Bilmiyorum. Korkarım, gene Şevket’e takıldı.

      – Ekrem Bey’in oğluyla mı? Gülara hayrete düştü. Onunla ne işi olabilir?

      – Geçen sene Fikret, Şevket’in kardeşi Zeynep’le evlenmek istemişti, babam razı olmadı.

      – Zeynep güzel kız ve akıllı, dedi Gülara. Onun huyları ağabeyine benzemez.

      – Şimdi evlenme vakti değil!

      – Siz çok değiştiniz Rüstem. Sizden korkmaya başladım.

      – Neden Gülara? Ben korkunç biri mi oldum?

      – Hayır, ama son zamanlarda yönetim aleyhine lâflar etmeye başladınız.

      Aşağıdaki çayır tepeciğinden ansızın Fikret’in başı göründü. Gülara korkuyla bir çığlık attı, derhal güğümü eline alıp kaçacak oldu. Fakat Rüstem onu kolundan tuttu. O anda Gülara güğümün içindeki suyu boşaltıp tekrar pınarın altına koydu.

      – Geç vakitte burda ne yaparsın, dedi Fikret kardeşine, çitten atlayıp inmişti. Gülara’yı görünce kurnazca gülümsedi. – A– a… sevgi, özlem! Selâm aleykûm Gülara!

      – Aleykûm selâm Fikret ağa!

      – Sesiniz çıkmıyor. Teselli susulacak yer değil. İnsanların birbirlerine hassas işleri açıkladıkları yer.

      – Ben, Gülara’nın güğümü dolsun diye bekliyorum.

      – Güğümü doldu, dedi ironiyle.

      Rüstem, Fikret ağabeyinin sesini duymamış gibi ona cevap vermedi.

      – Nereden geliyorsun? Anam senin için endişeleniyor?

      Gülara bileğini güğümün sapına geçirip yola çıktı, ikisiyle de vedalaşıp eve gitti. Fikret güya kızın dediklerini işitmemiş gibiydi, cevap vermedi.

      – Anam ne oldu da, benim için meraklandı?

      – Kendileri git dediler, ben de gittim. Daha ne yapmam lazım, desinler onu da yapayım.

      – Anam huzursuz, bunu anlaman lazım.

      – Öyleyse niçin beni oraya– buraya göndermek istiyorlar?

      – Savaşlarda ölmeni istemiyoruz.

      – Niçin beni mutlaka ölecek diye belliyorsunuz?

      – Yok… Niçin mi? Çar uğruna kan dökülmesine karşıyım, sadece ben değil.

      – Çar için değilse, ya kim için ölmek lazım.

      – Bizi fakir olmaktan kurtaracak gaye için…

      – Öyle gâye var mı?

      – Settar ağanın fikrince var!

      – Settar