Aladin Şamil

Teselli


Скачать книгу

bağ bahçelerini alıp, sahibi olarak mı?

      – Niçin köylülerden? Kendim de elde edebilirim.

      Pınar başındaki bu sohbette Rüstem öz kardeşinin dünyaya ve hayata bakışını anladı. Pek üzüldü Fikret daha büyüktü. Rüstem onun yanında çocuk sayılırdı. Ama fikirleri bir değildi.

      – Zenginlik iyi şey, dedi Rüstem. Fakat başkasının emeği ile kazanıldığında değil. Sen Şevket ile çok yıllar dost– arkadaş oldun. Zeynep’in peşinden koştun. Sırça köşkteki hayatla tanış oldun, demek etkilendin.

      – “Sırça köşkteki hayat.” Fikret kardeşinin sözlerini öfkeyle tekrarladı. Ukalalık yapıyorsun ama burnun boklu, halen mülâhaza edersin.

      – Benim burnumla alıp– vereceğim yok, dedi Rüstem, Ama senin kafanda ne var ne yok anlamak için çok şey bilmeye gerek yok. Daha iki yıl evvel Şevket’le sen İstanbul’a gidip üniversitede okumaya hazırlanıyordun. Niçin gitmedin?

      – Gitmedim, o benim bileceğim iş -dedi Fikret, acıyla. Ama Zeynep’i bu işe karıştırma. Gülara, onun bir tırnağı bile olamaz, geceleyin dağlarda gezip dolaşıyor, töreden korkmuyor.

      Rüstem’in içinde engelleyemediği birşeyler kıpırdandı, söylenenler yüreğine inecekti, yumruklarını sıktı, az kalsın ağabeyinin üzerine atılacaktı.

      – Ben Gülara’yı seviyorum, dedi ve bunu kimseden gizlemiyorum, vakti geldiğinde kızın babasının ve anasının huzuruna çıkıp onu isterim. Ama senin gibi Ekrem Bey’in sarayında itilip kakılmam.

      – Sen bana ahlâk dersi verme! Ona ihtiyacım yok, omuzlarım üzerinde kendi kafam var.

      – Var… lâkin boş görünüyor!

      Fikret diklendi… Bir süre ters ters bakıp sonra ellerini ceplerine sokarak dere boyundaki kıvrılıp giden sokak boyunca yürüdü. Gölgesi kaybolunca Rüstem taşın üstüne oturup düşünceye daldı. Fikret ile böyle tartıştığı için pişman oldu. Her halükârda ağabeyi idi…

      Bir süre sonra arkasında bir hışırtı işitip, döndü… Fındık ağaçları arasında Gülara’yı gördü.

      – Siz gitmediniz mi diye sordu Rüstem hayretle. Demek ağam ile lakırdımızı işittiniz!

      – Yok! dedi kız. Ben evdeydim, sofadan sokağı gözledim, eve gittiğinizi görmek istedim. Lâkin aşağı sokak boyu tek Fikret ağa geçti. Duramadım size geldim.

      – Fikret nereye gitti gördünüz mü?

      – Gördüm eve gitti!

      – Oturunuz Gülara! – Rüstem taş üzerinde kenara çekilip ona yer verdi. Azıcık da olsa yanımda olunuz ben çok sıkıntılıyım.

      Gülara onun yanına oturdu.

      – Size anlatacak şeylerim çok, Rüstem. Ama bizim hep acelemiz var, konuşmaya vakit bulamıyoruz. Tez zamanda savaş bitecek derler. Eğer biterse, Petersburg’a gitmek istiyoruz. Lâkin babam… benim garip babamdan haber yok, askere alındı. Ne yapmalıyız bilemiyorum.

      – Savaş bitecek diye kim söyledi?

      – Settar amca, evvelsi gün cepheden geldi. Savaş biterse bizimle Petersburg’a gelir misiniz Rüstem?

      – Ben orada ne yaparım Gülara?

      – Benim üvey ağabeyim Enver ne yaparsa siz de onu…

      – Enver okumuş adam, ben ise…Savaş başladığından beri okul kapalı.

      – Babama yardım edersiniz. Kendisi antikacı dükkanını tekrar açacak.

      – Babam razı olmaz dedi Rüstem. Kaçıp gitsem annem üzüntüsünden ölür.

      – Bu köycükte, bu kayalar arasında ebediyyen kalacak mısınız?

      – Savaş bitince hayat başka olacak diyorlar, Gülara! Lâkin kim için? Babam savaşlardan sonra iktidarlar değişir, diyor. Bunu babam söylüyor. Ama gerçekte ne olacak kim bilir!

      Rüstem sustu, gecenin hoş seslerini dinledi.

      – İşitiyor musun Gülara? Bu gözyaşı kadar berrak suyun gizli nağmelerini, kaynayan suyun etkileyici nefes alışını? Bu yamaçlara ve kayalara bakınız! Giderseniz bunları göremeyeceksiniz. Böyle güzellik başka yerde yok. Biz bu güzel yerde doğduk.

      Derenin aşağı tarafından tanıdık bir ses işitildi:

      – Gülara! Kız Gülara!

      Genç kız aceleyle taşın üzerinden kalktı.

      – Bu anam, dedi. Sağlıkla kalınız Rüstem! Siz aşağı yoldan gidiniz. Bizi kimse görmesin!

      Gülara aceleyle gitti. Rüstem biraz daha oturdu, sonra o da eve doğru yürüdü, ama ağabeyi ile karşılaşmadı.

      Fikret avlu kapısına geldiğinde babasına rast geldi. Selahattin ağa komşu avluda onbaşı Abdurrahman’ın geldiğinden haberdar olmuştu, oğluna ortalıkta görünmemesini söyledi.

      – Tavşan Dere’deki çayıra git, dedi ona Dülger. Oradaki barakada bekle. Gece olunca ben geleceğim. Sessiz gecede at arabasının tıkırtısını işitince, Tarakçı Ali’nin tütün ambarları yanındaki köprü altına in, birlikte pazara gideriz.

      Fikret eve girmedi. Keski Mustafa’nın bahçesinden çayıra doğru giderken, yüksek meşe ağacının dibindeki kaynak su başında Settar’a rastgeldi.

      – Sen misin Settar, diye fısıltıyla sordu, karanlıkta karşısındakini zor seçiyordu. Geç saatte burada ne yapıyorsun?

      – Yavaş ol! dedi Settar sinirlenip, adımı demesen olmuyor mu? Kimi arıyorsun?

      – Kimseyi… Çayıra gidiyorum.

      – Niçin Çayıra? Evde bir şey mi oldu?

      Onbaşı, Zeytullah ağanın avlusunda dolanıyor, dedi Fikret yakınlaşıp, sen kimi arıyorsun?

      – Ondan mı kaçıyorsun?

      – Babam Kızıl Yar’a gidelim der.

      – Pazar yerine mi? Bu mümkün değil, Süyren boğazında kontrol var. Seni yakalarlar.

      – Babam yan yoldan gitmek istiyor.

      – Yan yol Süyren’den sonra başlıyor, dedi Settar, oraya kadar tek bir yol var.

      – Bilmiyorum babamın emri öyle, dedi Fikret.

      – Baban emretse de… Sen çocuk değilsin. Kendin düşünmelisin!

      – Neyi düşünmeliyim? Savaşı nasıl bitirebileceğimizi mi? Onu yapacak adamlar başka, o güç yok bende.

      – Dağdan niye kaçtın, diye sordu Settar. Orada kimler gizleniyor Ekrem Bey’e yetiştirmek için mi?

      – Ben acımdan ölüyordum, size niye ihanet edeyim. Bunun bana bir yararı yok.

      – Ne yapmak istiyorsun, diye sordu Settar.

      Fikret omuzlarını kaldırdı. Belirgin bir fikri yoktu.

      – Kendim de bilmiyorum. Kızıl Yar’a gidip bakayım… Belki savaş bana dokunmadan geçer. Ama dağa gitmek istemiyorum, yok ben öyle yaşayamam!

      – Dağdakiler, sence ne? Haydutlar mı?

      – Haydut değiller. Açlar, yolda rast geldiklerini soyuyorlar.

      – Kimi soyuyorlar ahmak! Haberin var mı? Piştovunu Fikret’in burnuna doğrultup sağlı sollu salladı. Dağda çeşitli adamlar var. Hepsinin düşüncesi bir değil. Herkesi birden kötülemeye hakkın yok.

      – Ben akıl yürütmeyeyim. O bende de yok, sende de!

      – Fikir