Aladin Şamil

Teselli


Скачать книгу

ve fakir halini görmekten yorulduk. Onu eziyetten kurtarmak isteriz.

      – Kurtarılabilir mi?

      – Kurtarılır. Şimdi Karpat eteklerindeki savaş meydanında öyle adamlar var ki, eziyetten kurtulmanın mümkün olduğuna eminler. Onun için gayret gerek. Bademlik’te cesur adamlar yok değil.

      Settar torbasını arkasına vurdu, sokak boyu babasının evine doğru gitti. Fikret köyün batı tarafındaki bayırı tırmanmaya başladı.

      Rüstem Teselli’den eve geldikten sonra, ambarın saçağı altında duran yüklü arabayı gördü, içinde testi, tırmık, bir kaç çuval kızılcık, üvez, ahlat vardı, arabanın yanı başında yerde atın koşun takımı duruyordu.

      Yukarı sofaya çıktı, soyunup Mithat’ın yanına yattı. Gözlerini kapayıp uykuya geçerken, bahçeden bir ses işitildi. Sessizce doğrulup bahçeye baktı. Ceviz ağacına bağlı at, saman yiyordu.

      Babası atı bugün eve getirmişti, bir aydan beri meradaydı. Demek uzak yola çıkacaktı. Selahattin ağa önceleri Fikret’i yanına alırdı. Şimdi Fikret yoktu. Lâkin Rüstem’e “sen benimle gideceksin” demeye hiç hevesi yok. Neden acaba?

      Gecenin bir vakti, avluda bir tıkırtı duyuldu, nedir diye merak edip Rüstem kafasını kaldırıp pencereden baktı, annesi avlu kapısını kapatmıştı. Saçak altındaki araba şimdi yoktu.

      – Ana! dedi Rüstem cılız bir sesle, babam nerde?

      – Pazara gitti.

      Tenzile yenge kilerin kapısına yöneldi.

      – Tek mi gitti?

      – Tek gitse ne? Korkacak mı?

      Biraz sonra Tenzile merdiven aralığında Rüstem’in dibinde peyda oldu: Fikret’le gitti, dedi gizliden. Fikret Tarakçı Ali’nin tütün ambarları yanında bekleyecek. Kadın tekrar basamaklardan aşağı inerken: Sen uyu! Kimseye sezdirme, dedi.

      Sabah Mithat Rüstem’i böğründen dürttü.

      – Araba yok! At yok! Babam nereye gitti?

      – Pazara!

      Mithat’ın dudakları titredi, hırslanıp ağladı:

      – Ne getireyim diye bana sormadı bile, babam!

      – Sen artık çocuk değilsin. Getirmezse bir yerin şişmez, dedi Rüstem. Aşağı sofaya indi, çarığını giyip Ekrem Bey’in çayırına çalışmaya gitti.

      Tütün tarlasındaki işçibaşı adet olduğu üzere hep tarla sahibinin akrabası olurdu. O işçileri karşılardı. Bugün kapı önünde Ekrem Bey’in kardeşi Abdullah duruyordu.

      – Ooo nereye geldin, Pazara mı? diye bağırdı Rüstem’e. İşe tan ağarırken gelinir. Geciktiğin için ücretinden keseceğim. Çabuk ol!

      – Ben vaktinde geldim, diye cevap verdi Rüstem

      Yürüyüşünü değiştirmeden Abdullah’ın yanından geçti. Omuzlarında çapaları, tütün tarlasına girerken kadınlara ve erkeklere dönüp baktı. Hepsi de çalışmaya isteksiz göründüler, Rüstem’e. Herhalde, Abdullah onlara da çemkirmişti.

      Ukraynalı genç kadın Nastasya Tukalenko kuru otlar üzerine oturmuş ağlıyordu.

      – Rüstem onun yanına gelip ne oldu, seni kim incitti, diye sordu.

      – Vatanıma dönmek istiyorum, dedi kadın, kazandığım paramı vermiyorlar. Mektup aldım, ablam ölüm döşeğindeymiş. Onunla görüşmek, vedalaşmak gerek. Yola çıkacak param yok. İşveren güz gelince gidersin diyor.

      – Ama güzün ablanız dünyadan göçmüş olur belki!

      Arkadan Abdullah’ın sesi duyuldu.

      – Kazık gibi ne dikilip duruyorsun? Senin yerine kim çalışacak?

      Rüstem bu sözlerin kendine söylendiğini anladı. Türk’e göz edip kadına sordu:

      – Bunun kuyruğuna kim bastı?

      – Nastasya şaşırarak bilmiyorum diye cevap verdi. Bugün o, adeta canavar gibi!

      Abdullah Rüstem’in sözlerini işitmedi, lâkin dudaklarının hareketinden ve kötü bakışından kendisinden söz edildiğini sezdi, parmağını salladı.

      – Ben seninle sonra konuşurum!

      Genç adam ona cevap vermeye kalkışınca yanındaki ihtiyar işçi onu dürttü:

      – Bırak, Rüstem, dedi. Onlarda para var, kuvvet ve kanun var. Bizde birşey yok.

      Rüstem Sefer ağanın sözünü tuttu, belini hiç doğrultmadan tütün diplerini çapaladı. Başkaları da öyle, birbirleriyle konuşmaya korktular. Abdullah tarla boyu kurt gibi dolanıp durdu, öğle yemeği için eve gidince insanlar rahat bir nefes aldı. Soluklanmak ve bişeyler yemek için yere oturdular.

      Öğleden sonra Abdullah’ın yerine Şevket geldi. Bu tıknaz genç başına püsküllü bir fes geçirmiş; tütün işlerinden anlayan biri değil, yorulan biri belini biraz doğrultsa hemen çemkiriyor. Artık ikindi namazı yaklaştığında kendisi de yorulup durdu ve köylülerin evlerine gitmelerine izin verdi. Bitkin haldeki ırgatlar, çapalarını tarlanın bir köşesine bırakıp evlerine dağıldılar.

      Rüstem dere başında durup elindeki fışkınla parlak çizmelerini temizlemekte olan Şevket’in yanında durdu:

      – Beyefendi lütfediniz, bu kadına yardım ediniz, dedi, ardından gelen Nastasya’yı işaret edip. Ablası hasta… Ölüm döşeğindeyken varıp görmek istiyor, yol parası yokmuş.

      – Onun için sen niye dertleniyorsun? Kadının kendi dili var.

      – Abdullah ağanın kendisine yalvardım, dedi Nastasya Tatarca! Ama o razı olmadı!

      – Demek ki öyle gerekiyor. Abdullah amca ne yapmak gerektiğini bilir. Parmağı ile Rüstem’in başını göstererek kafası seninki gibi boş değil, dedi.

      Rüstem’in yüreği sıkıştı, gövdesi titredi. Şakaklarındaki damarları zonkladı.

      – Sizce sadece beyler akıllı, bizlerin yani kölelerinizin kafaları boş, öyle mi?

      – Siz karabacaklarda akıl nerden olsun? – Şevket elindeki fışkını Rüstem’in burnuna doğru sallayıp kahkaha ile güldü, kıyafetine bak, maskaralık akıyor, ama sen Gülara’nın peşinden koşup duruyorsun..

      Şevket böyle söyleyip sonra posta yoluna çıkmaya niyetlendi, arkasını döndü. Rüstem yerinden kımıldamadı. Üzüntü ve keder dolu yüreği öfke dolmuştu. Şevket’in geniş omuzlarına baktı, baktı. Bey oğlu, Rüstem’in bakışını kendi üzerinde hissettii, ona tekrar dönüp:

      – Ne beklersin? Lâf bitti!

      – Yok, bitmedi, dedi Rüstem.

      – Ne? Gülara’nın peşinden yürüdüğünü inkâr mı etmek istersin?

      – Sana ne ondan?

      – Şu ki, o kızla asla evlenemeyeceksin!

      – Ben mi? Rüstem biraz öne atılıp, Şevket’in boğazına yapıştı. Niçin evlenemeyeceğim? Söyle!

      – Çek şu pis ellerini! diye sinirlendi Şevket. Pişman olursun!

      – Sen buraya daha dün geldin. Benim küçük garip dünyama karışıyorsun. Elimde bir tek Gülaram var, onu da tutup almak mı istersin!

      Rüstem, onun sağ elmacık kemiğine güçlü bir yumruk indirdi. Şevket bir kaç adım geriye savruldu, sonra yere yığıldı. Düştüğü yerden derhal bileğine dayanıp, sağ dizi üstünde yukarı kalkarken ayağı kaydı, uçurumdan