Aladin Şamil

Teselli


Скачать книгу

Bu bayırdan bakarken, yarışçılardan kim önde, kim ikinci, kim en arkada rahatça görülmekteydi. Sokaklar, koşudan etkilenen seyircilerin sedası ile doldu.

      – Yularını çek, Veyis! Yularını!

      – İşte, işte! Recep!

      – Rüstem? Rüstem nerde?

      – Heyyy! Allah belâsını..!

      – Recep… Yok yok, o değilmiş.

      – Kim miş?

      – Eğilme sersem! At yorulur, kafan çalışmıyor mu? Heyy, hey, Veyis’e kötek gerek! Öyle durursa at üstünde, arkada kalacak…

      Atlılar Ekrem Bey’in evi yanındaki tepeyi aştılar, mezarlığın yanındaki posta yolundan çıkıp doğruca köyün en aşağı mahallesine girdiler. Ağaçların arasında kaybolmuşlardı ki kır bayırındaki seyirciler bir ağızdan bağırdılar.

      – Maşallah Rüstem’e! Aferin Rüstem’e!

      – Elbette Rüstem! Başka kim kazanacaktı?!

      – Selahattin ağa, nereye kayboldun!.. Senin oğlana bak! Oğlun…

      Tekrar çeşme başına toplanan cemaât, kenara çekilip atlara yol açtılar. İlk olarak, köpükler içinde kalmış Ak Taban’ın üstünde Rüstem geçip gitti. Ardından Gaspar Halil’in oğlu Veli geldi, Onun ardından Veyis ve Ekrem Bey’in oğlu Şevket göründü. Biraz geçince iki at geldi ama üstlerinde binicileri yoktu. Diğer yedi atlı ise halen ortalıkta görünmüyorlar, yarı yolda kalmışlardı.

      İnsanlar kıpırdandılar, birbirlerine karıştılar. Rüstem, Veyis, Veli ve Şevket Cuma Camii tarafından yürüyüp geldiler. Atları heyecanlı, vücutlarından duman çıkıyordu, kâh sağa, kâh sola dizleri kırılarak ilerliyorlardı. Genç ve güzel bir kız, yarışı kazanan gence küçük kadife yastık takdim etti. Bu yastık, koşuda galip gelen yarışçı için hazırlanmıştı. Rüstem adet olduğu üzere; küçük kadife yastığı dişlerinin arasına kıstırdı, at üstünde dostları ile birlikte sokak sokak dolaştı. Genç kızlar, yiğitlere deste deste çiçekler verdiler, atların üstüne güller serptiler.

      Bu kalabalık içinde gözler birden Gaffar ağanın kızına döndü, Gülara, elinde karanfil buketi, kalabalık arasından gözleri yere bakar halde yavaş yavaş Rüstem’in yanına geldi.

      – Bu çiçekleri size en samimi duygularımla, yürekten takdim ediyorum Rüstem. -dedi gülümseyerek, gizlice ilave etti: Sizin birinci olacağınızdan hiç şüphem yoktu. Bana incinmeyiniz, Rüstem!

      Rüstem sağ kaşının üzerine düşen kalpağını düzeltti. Bir tutam kıvırcık saçı rüzgarda dalgalandı. At üstünden aşağı eğilip Gülara’nın elinden çiçekleri alırken cilveli gözlerine aşkla baktı.

      – Teşekkür ederim, Gülara, dedi yavaştan. Doğrusu, sabah atım hakkındaki sözlerinizden biraz kederlenmiştim. Bu karanfilleriniz kalbimi sevinçle doldurdu. Gülara, dedi ve daha da eğilerek: Ben bu akşam Teselli’de sizinle görüşmek isterim.

      – Siz? Benimle mi?

      – Gelir misiniz?

      Kız cevap vermedi. Peçesini çekip yüzünü örttü, arka arka geri çekildi. Bu ne demekti… Rüstem anlam veremedi, tekrar düşünceli bir hal almıştı, sonra kamçısını alıp atının sağ yanına indirdi, Cuma Camii yönüne sürdü.

      Çalgıcılar tekrar düğün yerine döndüler. Bazıları onların ardından gitti, içmek isteyenler şarap fıçılarının başında kaldılar.

      Rüstem kendi evlerine gelince attan indi, kapı önünde duran Selahattin Ağa Ak Taban’ın üstündekileri indirdi, yularından tutup üzerindeki teri soğuyuncaya dek bir o yana bir bu yana dolaştırdı, ardından ağıla götürüp istediği gibi rahatlasın diye onu kendi başına bıraktı. Rüstem’in yanına geldi biraz övgü dolu sözler ettikten sonra hataları için uyardı.

      – Sana kaç kere anlattım, eyer üstünde doğru ve dik otur dedim. At koşarken öne eğiliyorsun. Niçin? Bunun ne faydası var? Dizlerinle atın böğürlerini sık ki, at güçlü bir jokeyi olduğunu sezsin. Çuval gibi sallanmak olmaz. Ondan sonra ne diye dizginleri boş bırakırsın? Onları kısa tutacaksın. O vakit at yavaşlamaz. Eğer eyerde bu günkü gibi oturmaya devam edersen bir daha at yarışlarına katılmana izin vermem.

      – Ben hepsini biliyorum baba, heyecanlanınca insanın aklından her şey çıkıyor…

      Gelecek koşularda Ak Taban’ın üstünde otururken kurallara tam uyacağına söz verip, yukarı kata çıktı Rüstem. “Düğüne gitsem mi, diye düşündü, pencerenin önünde durup…

      Karanlığa gömülmekte olan dağlara baktı. Orada, dağlarda, Gülara’nın güzel gözleri göründü. Kulaklarında onun çekingen sesi çınladı: Siz? Benimle mi? derken dudaklarında hoş bir tebessüm oluşmuştu. “Gülara sen nasıl da güzelsin!” diye fısıldadı kendi kendine.

      Düğüne gitmedi, sedir üzerine sessizce uzanıp yattı. Teselli’de olabilecek görüşmeyi hayal etti. Gelir mi acaba, diye kendi kendine sordu ve hemen cevap Verdi, belki gelir! Gelse… Pekiyi ama evvelden beri mukaddes olan kuralları bozmaya nasıl cesaret eder? Hayır, çok düşünmeye gerek yok. Gülara cahil bir ailede yetişmedi. Babası öğretmen okulunu bitirdi. Petersburg’da okudu ve çalıştı. Oraya karısını ve çocuklarını çok defalar götürdü, orada yaşadılar. Gelir!.. Gelir!

      Teselli köy kenarında, dağ içinde, kaynak bir pınar. Görüşmek için gayet uygun bir yer, Gülara şimdi güğümünü eline alır, pınardan su almaya gelir. “Neredeydin, diye sorar ona anası, “Su almağa vardım” diye cevap verir, vesselam!

      Gözyaşı gibi arı, çini gibi parlak, buz gibi soğuk su içmek isteyen insanlar bir mil uzaktaki Teselli’ye varmaya erinmezler. Vay, o su! Yerin derinliklerinden ufak çağıltılarla kaynayan, gizli sesler çıkaran o acayip su! Böylesi yalnız Bademlik’te var. Ve ona, o pınara ikindi vaktiyle akşam namazı arasında gidilir.

      Köyün üstündeki yüksek dağlar Buyka ve Gotfrid’in tepesine alacakaranlık iyice çökmeye başladığı zaman, Rüstem Teselli’ye yollandı. “Henüz erken, lâkin sabrım kalmadı” dedi kendi kendine, dar sokakta yürürken.

      Lâkin boşuna öyle düşündü. Sivri kaya yanındaki dar aralıktan geçerken Gülara’yı gördü. Genç kız bakır güğümü kumla ovmakla meşguldü. Rüstem’in ayak seslerini işitince arkasını döndü ve onu çoktandır beklediğini sezdirmemek için güğümü çarçabuk pınarın altına soktu.

      – Geldiniz, öyle mi Gülara, dedi Rüstem. İçindeki heyecanını gizlemeye çalıştı. Ben korktum, gelmezsiniz sandım. Çeşme meydanında ricama cevap vermediniz!

      Kızın kaşları çatıldı. Gözlerinde korku sezildi.

      – Lakin red de etmedim… dedi.

      – Elbet reddetmediniz. Onun için teşekkür ederim, Gülara!

      – Ben uygunsuz davrandım. Erkek ile görüşmek için Teselli’ye geldim. Bu töreye uygun değil.

      – Töreler, evet! Lakin Gülara, ben sizi çok görmek istedim! Rüstem şaşırdığından sağ potininin ökçesiyle yeri oydu, sonra yeniden üzerini kapattı. Kuralları sen değil, ben bozdum!

      – Bugün siz herkesi geçtiniz, dedi Gülara: yastıkçığı kazandığınız. Siz kahramansınız!

      – Ben bahtlıyım. Yastıkçığı kazanmamış olsam, ellerinizden o çiçekleri alamayacak ve o hoş sözlerinizi işitmeyecektim. Kısacası, sizi bulamazdım.

      – Siz beni kayıp mı etmiştiniz?

      Bu