Aksoy Ömer

Boşnak Alhamiyado Edebiyatı


Скачать книгу

yüzyılda yerel kaptanlar ve beyler yönetimi tamamen ele almış idiler. Merkezden gönderilen valiler, beyler üzerine nüfuz edemiyordu. II. Mahmut’un merkezileşme çabaları ile Bosna’ya atadığı bazı valiler kısmen asayişi ve merkezî otoriteyi sağlamada başarılı olsa da uzun vadede kesin bir sonuç elde edilemiyordu. 1831 yılında II. Mahmut’un yapmış olduğu yeniliklerin de ortaya çıkardığı hoşnutsuzluklar ile bazı kaptanlıklara yapılan atamaların çıkardığı anlaşmazlıklar neticesinde Bosna Ejderi lakaplı Kapetan Hüseyin Gradaçeviç önderliğinde özerklik talebiyle bir ayaklanma çıktı. Hersekli iki ayan İsmail Ağa Çengiç ve Ali Rıdvanbegoviç, II. Mahmut tarafından isyanı bastırmak üzere görevlendirildiler. İsyanın bastırılması neticesinde Bosna’dakaptanlık sistemi tamamen ortadan kaldırıldığı gibi merkezî otorite de güçlendirildi. Hersek yönetimi Bosna’dan ayrılarak mutasarrıflık haline getirildi ve isyanda gösterdiği hizmetten dolayı Ali Paşa Rıdvanbegoviç 1833 yılında Hersek mutasarrıflığına atandı.21

      Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinin ardından fermanın uygulanması esnasında II. Mahmut dönemi isyanlarına benzer isyan hareketleri yaşanmıştır. Bu isyan hareketlerinin liderliğini Hersek mutasarrıfı Ali Paşa yapmaktaydı. İsyan bastırılmış, Ali Paşa tutuklanmış ve 1850 yılında Tanzimat Bosna’da tatbik edilebilmiştir. 1851 yılında Hersek Sancağı yeniden Bosna’ya bağlanmıştır. Bu tarihlerden itibaren bilhassa Hersek bölgesinde Osmanlı idaresine karşı isyan girişimleri olmuştur. Bu isyanlar karşısında Osmanlı Devleti, asayişi sağlaması ve bölge halkının sıkıntılarını gidermek adına meşhur tarihçi ve devlet adamı Cevdet Paşa’yı bölgeye göndermiş, onun bölgede yapmış olduğu çalışmalar geçici olarak sükûneti sağlamıştır. Ancak 1875 yılında patlak veren Hersek İsyanı, Hersek bölgesinin yeni idari birim olarak vilayete dönüştürüp Bosna’dan yeniden ayırırken kısa bir süre sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgenin yönetimine el koyduğunu deklare etmiştir. Yaklaşık 415 yıllık Türk hâkimiyeti yerini Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar sürecek olan Avusturya-Macaristan hâkimiyetine bırakacaktır.

      Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i 1878 yılında önce işgal etmiş, Bosna Hersek idari olarak Avusturya-Macaristan hükümetine bağlanmıştır. Bu durum karşısında Boşnaklar silahlı bir şekilde örgütlenip Avusturya işgaline karşı direnmiştir. Ancak bu direnç sonuç getirmemiş, Avusturya, 3 aylık bir mukavemetin sonunda tam olarak kontrolü sağlamıştır. 1908 yılında ise Bosna Hersek’i tamamen ilhak ettiğini duyurmuştur. Habsburg yönetimi 1918 yılına kadar Bosna Hersek’te idareyi elinde bulundurmuştur.

      Avusturya döneminde Boşnaklar ile Osmanlı yönetimi arasındaki irtibat tamamen kesilmemiştir. Osmanlı padişahı halife sıfatıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sağlamış olduğu özerklikten istifade ederek Bosnalı Müslümanların dinî ve kültürel yaşantılarına yön vermiş ve manevi bağların kopmasına müsaade etmemiştir. 22 Bunun yanı sıra hükümet 1878 yılından itibaren Anadolu’ya yapılan göçlerin önüne geçmeye, bu sayede bölgedeki Müslüman nüfusu korumaya yönelik tedbirler almıştır.23

      Avusturya Macaristan özellikle Macarlar ile Hırvatlar arasındaki tarihî ve dinî bağlardan hareketle bölgedeki Katolik Hırvatları desteklemiştir. Macarlar, Bosna üzerindeki tarihî münasebetlerini gerekçe göstererek Bosna Hersek’in Macaristan’ın denetiminde olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Bosna’ya gönderilen yöneticiler Macarlar arasından seçilmiştir. Avusturya-Macaristan’ın bölgede yaşayan Hırvatları daha fazla desteklemesi, bölgedeki Boşnak ve Sırpların Hırvatlara ve Avusturya yönetimine karşı ittifak içerisinde olmasını sağlamıştır.24

      Avusturya-Macaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından bölgedeki hâkimiyeti de sona ermiştir. Sırp, Hırvat ve Slovenler bölge üzerinde hâkimiyetlerini tesis etmişlerdir. İlk olarak Bosna Hersek, 24 Kasım 1918 tarihinde Sırbistan Krallığı tarafından ilhak edilmiş ve akabinde 1 Aralık 1918 tarihinde kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na Sırbistan’ın bir parçası olarak dâhil olmuştur. 1946 yılında ise Bosna Hersek, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni meydana getiren 6 cumhuriyetten birisi olmuştur.

      Bosna Hersek Devleti, Boşnak, Sırp ve Hırvatların, nüfusun belirli oranını oluşturdukları bir federasyondur. Bu üç entitet Güney Slavlarının farklı kollarını teşkil etmektedir. Konuştukları diller, kendi entitetleri ile adlandırılsa da bazı akraba adları ve dinî terimleri 3 entitetin farklı sözcükler ile karşılamasının dışında aynıdır. En genel adlandırma ile Bosna Hersek’te yaşayan etnik grupları Güney Slavları olarak adlandırmak mümkündür.

      Güney Slavları içerisinde İslamiyet’i kabul etmeleri hasebiyle diğer Slav gruplardan ayrılan Boşnak nüfusunun önemli bir kısmı Bosna Hersek sınırları içerisinde yaşamaktadır. Bosna Hersek dışında günümüzde Sırbistan ve Karadağ sınırları içerisinde kalan Sancak bölgesinde yaşamaktadır. Bosna Hersek nüfusunun büyük bir kısmı Müslümanlardan meskûn olsa da bünyesinde çok sayıda Hırvat ve Sırp nüfusu barındırması nedeniyle etnik olarak diğer Güney Slav ülkelerinden farklı olarak daha homojen bir yapıya sahiptir. Bölgede etnik çeşitliliği belirleyen en önemli faktör ise dindir. Bölgede dinî inançların sınırlarını tayin eden bir etnik tanım söz konusudur. Bu çeşitlilik nedeniyle Bosna Hersek –bilhassa Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinden sonra- uzun yıllar etnik farklılığın doğurduğu anlaşmazlıklara ve Müslümanların uğramış olduğu katliamlara tanıklık etmiştir.

      Balkan ülkelerinde modern ulusların ortaya çıkışı 18. ve 19. yüzyıla dayanmaktadır. Osmanlı Devleti, 14. yüzyıldan itibaren Balkan topraklarında yaptığı fetihler ile kısa zamanda bünyesinde farklı dinlere ve etnisitelere mensup insanların dinî hayatlarını özgür bir şekilde yaşayabildiği bir imparatorluk hüviyetine bürünmüştür. Günümüzde etnik çeşitliliği ve küçük etnik grupların karışık bir halde yaşadığı bir coğrafya olması hasebiyle etnik parçalanmışlığı simgeleyen Balkan yarım adasında Türklerin bölgede hâkimiyet kurduğu bu yüzyılda, 19. yüzyıldaki modern ulus anlayışına benzer herhangi bir etnik yapıdan ve bilinçten bahsetmemiz mümkün değildir. Balkanlarda Türk hâkimiyeti öncesinde bağımsız ulusal devletler yerine Bizans’a bağlı fieflerin, Türk hâkimiyetinden sonra ise herhangi bir etnik bilince sahip olmayan çeşitli etnik grupların-kabilelerin varlığından bahsedebiliriz.25 Balkanların fethinin ardından insanların barış içerisinde bir arada yaşama eğilimleri özellikle Fatih Sultan Mehmet ile birlikte Balkanlardaki her etnik ve dinî unsurun kendi inançlarını, dilini ve kültürünü sürdürebileceği millet sistemi şekline sokularak kurumsallaştırılmıştır.26 Ancak 18. yüzyılın başlarında başlayan kapitalist yayılma, klasik Osmanlı devlet ve millet sistemini sarsmaya başlamıştır. İlk olarak Osmanlı’nın pazar ekonomisine girmesi ile Avrupa’nın artan tarımsal ihtiyacının Osmanlı topraklarından karşılanması neticesinde artan zirai üretim ve bunun pazarlanması, Osmanlı orta sınıfını üretici ve ticari olarak ikiye ayırmıştır. Bu bölünme dinî-etnik bir yön kazanmış ve zirai üretim toprakla uğraşan Müslüman tebaanın, ticaret ise gayrimüslimlerin elinde kalmıştır. Tarımsal üretimin yeni sisteme ayak uydurması ile geleneksel toplumsal katmanlar çökmüş, üretilen malları pazarlayan ve bu ticaretle zenginleşen Hristiyan tüccar sınıfı içerisinden de belli bir burjuva aydınlar sınıfı ortaya çıkmıştır. Bu sınıfa mensup olan aydınların birçoğu Avrupa’da ortaya çıkan ulusal söylemlerden etkilenmiş27 ve yaşadıkları