Muhammed Emin Töhliyev

Özbek Hikâye ve Kıssaları


Скачать книгу

uzatmaya çalışıyordu. Ateşler içinde yanarken ellerinde çiçeklerle anneciğini arıyordu.

      Erkin’in annesinin özlemiyle kendini kaybetmesi Hümayun ve ailesini derinden etkiledi. Büyükbabası, babaannesi ve halaları Erkin’in etrafında fırıl fırıl dönüyorlardı. Hanımının ölümünden sonra “yedisi”ni yapan Hümayun, işine döndü. Eskiden selamlaşıp konuştuğu kadınlarla da fazla konuşmuyordu. İçinden onlara dönüp bakmak bile gelmiyordu. Onun gözlerinin önünde her zaman anneciğini kaybedip hep üzgün gezen Erkin duruyordu. Bu küçücük çocuğun derdi, dünyasının kararması, her şeyini kaybetmiş gibi görünüşü onun yüreğini ezim ezim eziyordu.

      Erkin ne babasının, ne de babaannesinin sözlerine aldırış etmezdi. Ona gerekli olan yalnız anneciğiydi. Annesini bulup getirsinlerdi. Nerdeydi onun annesi? Onun annesini nasıl toprağa gömüp gelmişlerdi? Annesi nasıl onu bağrına basmazdı?

      O, Hümayun’un gözüne annesiz yaşayamaz gibi görünüyordu.

      Avukat Faruk Dostmuhammed ailesi yaslıydı. Bir küçük can bütün aileyi etkilemişti.

      …

      Aradan üç yıl geçti. Erkin okula başladı. Lakin Hümayun evlenmemişti. Onun gözlerinin önünde hep o Rânâ’sı vardı…

      Toprak soğuktur. İnsan ölünce sevenlerinin yüreğinde onun sevgisi de yavaş yavaş soğur derler. Bu doğru değildi. Hümayun’un yüreğinde Rânâ’nın sevgisi her zaman yaşardı. O, Rânâ’yı sevmiş, uzun zaman peşinde dolaşmıştı. Severek almıştı. Onu gören hiç kimse, başka birini Rânâ kadar seveceğine ihtimal veremezdi. Başka hiç kimse duygularını öyle harekete geçiremezdi.

      Hümayun, üç yıl sonra Anakız’ı ilk kez gördü. Yüreği “cız” etti. Karşısında sanki Rânâ duruyordu. Bir yönü Rânâ’ya benziyordu. Acaba sesi mi benziyordu? Hümayun onunla evlendi.

      SAİDA ZÜNNUNOVA

      1926 Yılında Andican’da doğdu. Babasını erken kaybeden Saide, Andican Öğretmen Enstitüsünde okudu. Öğretmenlik yaptı. Gazetelerin yazı işlerinde çalıştı.

      İlk şiiri 1935 yılında bir gazetede basıldı. Bundan sonra şiirleri sık sık yayınlanmaya başladı.

      Taşkent Devlet Darülfünunu (şimdiki Özbekistan Milli üniversitesi) Filoloji Fakültesini bitirdi. Çeşitli gazete, dergi ve yayınevlerinde editör ve Özbekistan Yazarlar Birliğinde danışman olarak görev yaptı. Kızınız Yazdı, Yeni Şiirler, Güller Vadisi, Can Kızlar, Bir Yılın Düşündürdükleri gibi şiir kitapları yayımlandı.

      Şiirde olduğu gibi düzyazı eserlerinde de başarılı oldu. Çok sayıda kitabı yayımlandı.

      Yazar Said Ahmed’le evliydi. Sosyalist rejimlerin her muhalif sesi susturmak için yaptığı iş Said Ahmed’in de başına geldi ve Said Ahmed “halk düşmanı” ilan edilerek hapse atıldığında Saide Zünnunova’da ağır baskılar altında kaldı. Bu dönemde eşyalarını satarak aldığı bir yazı makinesiyle yazarların el yazısıyla yazdığı yazıları düzeltip yayına hazır hale getirmek suretiyle kendini ve kimsesiz kalan kaynanasını geçindirdi. Haksız yere cezalandırılan eşine yardımcı oldu.

      1977 Yılında geçirdiği ağır bir hastalıktan sonra hayatını kaybetti.

      İki Ateş Arasında

Türkiye Türkçesine çeviren: Mahir Ünlü

      Düğün telaşı başladığından beri Vezire’nin huzuru kalmadı. Gözlerini yumup birazcık uyumadan geceleri gündüzlere bağlıyordu. Hayallere dalıyor, dalıp gidiyordu. İşte bugün de aynı ahvalde sabahladı. Sabahın serin havası bedenini ürpertti. Güz başlıyordu. Ağaçlardaki yaprakların renkleri solmaya başlamıştı. Gökyüzü o kadar sakin ve maviydi ki insanın bağrına giriveresi gelirdi. Vezire, sessizce iç çekip süpürgeyi eline aldı. Sararan yapraklar dökülmeye başlamıştı.

      Odadan çalar saatin sesi geldi. Biraz sonra okula gitmek için hazırlık yapan kardeşlerinin şamatası işitildi. Annesi, onlara bir şeyler tembihleyip evden dışarı çıktı. Bahçedeki musluğun önünde elini, yüzünü yıkayan kızına dikkatle baktı.

      – Neden bu kadar erken kalktın?

      – Uyandım.

      Vezire, “Uyuyamadım…” diyemedi. Ne de olsa annesi işte. Her şeyi iyi kötü anlıyordur. Kaderleri böyle olunca ne yapsın? Bu yaşadıklarınında hatalı olan kim bilir kim… Onların da içinde bir üzüntü, bir hayal kırıklığı var mıydı? Belki onlar da dertlerini içlerine atıyorlardı. O, yirmi yaşına girdi. Kendini bildiğinden beri içinde bir sızı vardı. O tarafa gitse burada annesi üzgün üzgün arkasından bakakalırdı. Gitmesine giderdi ama annesinin o bakışları gözünün önünden gitmezdi. Gittiği gibi geri dönerdi. Aynı hüzünlü bakışlarla bu kez babası bakardı. Eve nasıl geldiğini bilemezdi. Artık aklı hep babasında kalırdı. Lakin annesine ne desin? Hiçbir şey diyemezdi.

      O hep böyle yaşadı. İki ateşin, iki alevin arasında yaşadı. Bunların arasında başka yer var mıydı? Ortada öyle bir yer yok. Vezire onların ne zaman ayrıldıklarını, niçin ayrıldıklarını bilmezdi. Babası da yeni yuva kurmuştu, annesi de. Vezire, iki arada bir derede kalmıştı. Niye onu düşünmemişlerdi? Ağzı var dili yok bir kız olduğu için insandan saymamışlar mıydı?

      Kardeşleri paldır küldür okula gittiler. Sokakta araba işaret verdi. Babasını alıp işe götürmek için gelmişti. Annesinin isteğine uyarak Vezire, bu adama da “baba” diyordu. Lakin her dediğinde “baba” diyen dili gönlünü yakıyordu. Elinden geldiği kadar onunla az konuşmaya çalışırdı. Hayret… Anne – baba değiştirilir miydi? Üstüne üstlük bunu anne – babanın kendileri istiyorlardı.

      Vezire, giyinip saçını topladı. Gömleğinin omuz kısmı aşağı düşüyordu. Zayıflamıştı. Yavaş yavaş ikinci odaya çıktı. Ayakta durabilmek için canı istemese de fincana çay koyup içmeye başladı.

      Annesi endişeli bir sesle:

      – Bir şey yemeyecek misin? Böyle nasıl okuyorsun evladım?

      – Canım yemek istemiyor.

      Annesi sessizce bakakaldı.

      – Terziye gidecek misin?

      – Babam gel demişti bugün için.

      Arada yine bir sessizlik oldu. Sonunda annesi:

      – O tarafa mı gideceksin?

      – Söylemişti.

      Annesi Vezire’nin arkasından sokağa çıktı. Vezire dönüp onun yüzüne bakmasa da halini biliyordu. Annesi kısık bir sesle:

      – Çabuk döner misin?

      – Bakalım…

      Neden “Bakalım…” dedi. Neden “Olur.” diyemedi. Şimdi de annesi için üzülmeye başladı. Onun kısık sesi kulağından gitmiyordu. Bu ses, ders boyunca da kulağından gitmemişti. Koridoru dolduran kızların gülüşlerine, sohbetlerine katılmıyor; arkadaşlarının şakalarına dalgın dalgın gülümseyip geçiyordu. İşte, yakında düğün olacaktı. Babası, öz babası bu düğüne gelemeyecekti. Ona mutluluklar dileyip yolcu edemeyecekti. Bu tarafta oyunlar oynanıp insanlar gülüp eğlenirken o tarafta babası hiçbir şey olmamış gibi sessizce oturacaktı. Düğünü idare edecek olan adam bir yabancı gibi düğüne bile gelemiyordu. Vezire, ne zamandan beri bunu düşünüyordu. Bir keresinde annesine hafiften çıtlatmaya çalıştı. Annesi bir süre hiçbir şey diyemedi. Sonra içini çekip yavaşça:

      – Sen karar ver kızım. Bir günlük düğün gelip geçer. Lakin bu taraf ne olacak. Küçük yaştan beri