Muhammed Emin Töhliyev

Özbek Hikâye ve Kıssaları


Скачать книгу

korktu:

      – Çok üzmeyin kendinizi. Olacağı varmış, oldu. Allah’ın takdiri bu.

      – Ah kızım ah, çocuk doğurmadın ki bilmezsin.

      Yaşlı kadın kızına hiç “çocuk doğurmadın” dememişti. Dese ayıplamış gibi olurdu. Kızının içinde zaten bu dert vardı. Bu sözü başkası söylese katlanmak mümkündü ama öz annen söylerse derdini kime açacaksın? Kumru annesinin sözünden alınmadı.

      – Evlat acısı kötü oluyor evladım.

      – Nihayet ağabeyim sağ işte, şükretmiyor musunuz?

      Yaşlı kadın onun sözünü kısa kestirdi:

      – Artık o yok!

      Yaşlı kadın sözün sonunu getiremeden bayılıp yan tarafa düştü. Karagöz huzursuz olup fırlayıp gitti. Kumru annesini kucaklayıp minderin üstüne yatırdı.

      Kapı tıkırdadı. Karagöz dış kapıya koştu. Kumru annesiyle uğraşıyordu. Avluya mahalle mescidinin imamıyla dernek başkamı girdiler. Yaşlı kadının halini görüp birbirlerine baktılar. Dernek başkanı:

      – Kızım, vakitsiz gelmişiz. Annemizden müjde almak istemiştik.

      Onlar, ayvanın önüne kadar geldiler:

      – Anneciğim, akşam mübarek hac seferinden döndük. Sizin haccınız inşallah kabul edildi, dediler.

      İmam, Saadet annenin “hacc- ı bedel” belgesini uzattı. Yaşlı kadın elini kaldıramadı. Gözlerini aralayıp “Sana şükürler olsun Allah’ım” diyebildi ancak. Kızına bir şeyler söylemek istedi, dili dönmedi. Kumru, annesinin ne demek istediğini anladı. Koşarak eve girdi ve iki takım yepyeni çapan alıp getirdi.

      – Annem bu gün için saklamıştı, dedi ve ikisinin omuzlarına koydu.

      Yaşlı kadın iki gün bu vaziyette yattı. Sonra kendine gelir gibi oldu. Dili dönmeye başladı. İşin doğrusu, onun ömrü sona ermişti. Bu müjdeli haber onun tükenen ömrüne ömür katmıştı. Bu hal, mumun sönmeden önceki son parlamasına benziyordu.

      – Kardeşlerini çağır. Vasiyetimi açıklayacağım. Sen korkma kızım. Bu can dedikleri Allah’ın tenimizdeki emaneti. Ölüm hak. Ondan kaçmak, kurtulmak mümkün değil. “Üf” dedi mi çıkıp gider.

      Yaşlı kadının çocukları geldiler. Kumru, annesinin arkasına yastık koyuverdi. Yaşlı kadın, sıralanıp oturan evlatlarına, torunlarına bakarken memnuniyetle:

      – Allah’a şükür, tabutumun yanında gidecek, yolcu edecek kişiler çokmuş. Dinleyin evlatlarım. Abdumalik! Bundan sonra bunlara babanın yerine sen babalık yapacaksın. Kumru, kızım! Bundan sonra ben yerimi sana bırakıyorum. Abdunabi’nin düğününü bu avluda yapın. Ölümümün üzerinden bir yıl geçmesini beklemeyin, düğünü yapın. Böyle yaparsanız ruhum şad olur. Abdunabi gelinle birlikte Kumru’nun yanında kalsın. Bu ev onların. Anamız mezarında rahat yatsın derseniz Kumru’yu asla yalnız bırakmayın.

      Yaşlı kadının dudakları kurudu. Kumru, fincandaki suya pamuk batırıp ağzına damlattı.

      – Acelem var yavrularım. Beni babanızın yanına götürecekler. Şimdi bu diyeceklerimi dinleyin. Cenaze giderlerinin hepsini hazırladım. Bir yılım doluncaya kadarki merasimlerde yetecek kadar parayı Kumru’ya verdim. Kızım, kulağımdaki altın küpelerle mesh ayakkabılarımı yıkayıcıya ver.

      O, bundan sonraki sözünü söylemeye çekiniyordu anlaşılan. Gülümsedi:

      – Cenazeme gelen kadınlara çirkin görünmeyeyim. Kaşlarıma rastık…

      Yaşlı kadın gülümseyerek, içindeki buz erimeden, kolayca can verdi…

      Avluya kalabalık toplandı. Ona “Hacı Anne” diyerek cenaze namazını kıldılar. Tabutu götürürken mezarlığa gelmesi hoş olmaz diyerek Karagöz’ü komşunun bir odasına hapsettiler…

      Yaşlı kadının kırkından sonra avluda insan ayağı seyreldi. Sahibi gidip bereketi kaçan avluda Kumru ve Karagöz boyunları bükük kaldılar.

      Bir gün Karagöz’ün kirpiklerinde yaş gören Kumru’nun yüreği yandı. Karagöz’e katılıp O da ağladı. Yavaşça elini uzatıp onun başını okşadı. Eskiden bu köpeği hiç sevmezdi. Kaç kere maşayla dövmüştü. Ayaklarının altında dolaştığında tekmelemişti. Karagöz de onu pek sevmezdi. İşte şimdi iki üzgün canlı birbirine bakıp damla damla gözyaşı döküyorlardı. Karagöz artık geceleri başıboş dolaşmaz olmuştu. Her gün sabahleyin ortalık aydınlanmadan, yaşlı kadının sabah namazı kıldığı vakitte uyanıyordu.

      Yaşlı kadının çocuklarından ikisi Taşkent’te, birisi Çırçık’ta, ikisi de Kibray’da yaşıyordu. Karagöz, sabahleyin tan yeri ağardıktan güneşin batışına kadar hepsinin evlerine uğrardı. Yaşlı kadını bulamayınca yorgun argın dönüp gelirdi.

      Bugün de sabahın seherinde Karagöz dışarı çıktı. Rüzgâr gibi Çırçık tarafına doğru yol aldı. Kimyagerler sitesinde yaşlı kadının küçük kızı oturuyordu. Oğlu teyp delisiydi. Herkesin sesini kasete kaydederdi. O yıl ilkbaharda ninesinin sesini de habersiz kaydetmişti. O sırada yaşlı kadın bahçede, sofra kurdukları yerde oturmuş; kimbilir nerelerde başıboş dolaşan Karagöz’e tembih veriyordu.

      Karagöz, Kimyagerler sitesinin en uzak kenarındaki apartmana geldiğinde yaşlı kadının torunu cam kavanozla süt almış, geliyordu. Karagöz ona kuyruk sallayıp yaltaklandı. Arkasına takılıp üçüncü kata çıktı. Eve girmeden geri döndü. Biraz sonra yaşlı kadının sesi işitildi. Karagöz’ün kulakları dikildi. İki ay önce kaybettiği kıymetli insanın sesini duyup ağlar gibi ulumaya başladı. Fırlayıp üçüncü kata çıktı. Kapıyı tırmalayıp havladı. Tekrar aşağı indi. Balkonlu odaya bakarak havladı, havladı…

      Teypten yaşlı kadının sesi geliyordu: “Karagöz’üm, nerelerde serserilik yapıyorsun. Hiç evde oturduğun var mı? Yok mu? Karnın da acıkmıştır. Deli! Beni dinle, neden kimseye zararı olmayan güvercinleri kovalıyorsun?”

      Karagöz havlıyor, yeri eşeleyip arkasına toprak atıyordu. Bu bahçede akşam düğün olmuştu. Sarhoş gençler müzik sesini iyice açıp kimseyi uyutmamışlardı. Uykuya kanmayan insanları sabahleyin havlayan köpeğin bu hali rahatsız ediciydi. “Bu kudurmuş köpek nerden çıktı, onu kovmak lazım” diye düşünüyorlardı. Karagöz, insanları canından bezdirip sürekli uluyor; bir o yana bir bu yana koşup havlıyor da havlıyordu.

      Birinci katın balkonlu odasının balkonunda çarşaf örtünüp oturan bir hasta:

      – Başıboş köpekleri yakalayan ekipleri çağırmak lazım, dedi.

      Üçüncü kattan birisi sinirli sinirli bağırdı:

      – Kudurmuş bu, çocukları ısırmasın. Onu vurup öldürmek lazım. Hey, kimin tüfeği var?

      Yaşlı kadının sesi hala işitiliyordu. Karagöz de havlamayı bırakmıyordu. O sırada dördüncü kattan birisi ateş etti. Karagöz yalpalayarak yan tarafına devrildi. Arka ayağını bir iki kere sallayıp sesini kesti.

      Teyp kaseti hala devam ediyordu:

      “Karagöz, geberme! Mecnun gibi yine nerelere gidiyorsun? Sevdiklerinin yanına mı? Gelini ne zaman bize göstereceksin? Leyla’nı bir kere alıp gel de görelim…”

      Karagöz, yaşlı kadının sesinin geldiği balkonlu odadan tarafa yüzünü çevirmiş, cansız yatıyordu.

Ocak, 1999

      MİRMUHSİN

      Özbek