Muhammed Emin Töhliyev

Özbek Hikâye ve Kıssaları


Скачать книгу

çile çekti.

      Özbekistan’ın bağımsızlık günlerini yaşama mutluluğuna erişti.

      5 Ararlık 2007’de Taşkent’te vefat etti.

      Karagöz Mecnun

      Türkiye Türkçesine çeviren: Mahir Ünlü

      Kur’ân-ı Kerimden: “Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.”

Bakara Suresi, 217. ayet

      Hadis-i Şerif’ten:

      “Cennete girecek on hayvandan biri bu Ashab-ı Kehf’in vefalı köpeğidir.”

Cami’ül-Kebir

      Saadet ana sabah namazını kılıp seccadenin üzerinde uzun bir müddet oturdu. Bundan üç yıl yıl önce dünyadan göçen kocası Turab ustanın ruhu için Kur’an okudu. Rus şehirlerinde başıboş gezen oğlu Börühan’a insaf vermesini Allah’dan diledi. Bahtı açılmayan, gül gibi ömrü sonbahara dönen kızı Kumru’ya acımasını istedi, “o meleğin yolunu aç” diyerek Allah’a yalvardı.

      Yaşlı kadın her sabah içinde bir eziklikle bu sözleri tekrarlardı. Elini uzatıp seccadenin bir köşesinden tutarak ayağa kalktı.

      Eylül ayının sonu yaklaşmıştı. Sular duruydu. Arkların diplerinde çoluk çocuğun attığı fincanlar, çaydanlık kapakları, kaşıklar rahatça görünüyordu. Su kenarlarının ıslak olduğu, ekinlerin su aramadığı zamandı.

      Komşu evlerden okula giden çocukların çıkardığı kargaşa, yaramazlıkları, annelerin yalvarıp yakarışları işitiliyordu. Yaşlı kadın bu sesleri biraz dinleyip başını salladı ve güldü.

      Saadet gençliğinde çok güzel bir kızdı. Saçları baldırlarına değerdi. Taradığı zaman şimşir tarak tutan elleri saçının ucuna yetişmezdi. Yarısını ayırıp bir tarafını tarardı. Ablası bu saçları kırka ayırıp örer, yine bir kısmı kalırdı.

      – Eh, bıktım senin saçından. Ellerim uyuştu. Saçını ördürmek için adam tutmak lazım, derdi ablası.

      Yolda Amerikan ayakkabılarını gıcırdatarak, saçlarını oynatıp yürüdüğünde bakan da bakardı, bakmayan da. Küçük kızlar arkasından gelip saçlarını gözlerine sürüp kaçarlardı.

      İşte yıllar geçmiş, saçı hem ağarmış hem de seyrekleşmişti. Yine de öyle uzundu. Uçlarına birşeyler takmasa dağılıp boynunu omuzlarını kaplardı. Bu sebepledir ki o saçının ucuna “hırsız yakalayan” sandığın anahtarını asardı. Sandığı açarken anahtarı saçından çıkarmazdı. Saçı uzun olduğu için diz üstü çöktüğünde anahtar rahatça kilide yetişirdi. Şimdi yeni evlerde sandık alma adeti yoktu. Bütün evlerde süslü, gösterişli kadınlar vardı. Bunun yanında bir de sandığı “di-ring” diye açan anahtarları yapan ustalar da kalmamıştı. Yaşlı kadının saçları hala gençliğindeki gibiydi. Yalnız yarısından fazlası ağarmıştı. İki örgü yapıp arkasına attığı, uçları birleştirilmiş saçının ucuna eşinin cepheden getirdiği ağır madalyasını asmıştı. Hazır tokası da vardı, saçını aşağı çekerdi.

      Avlunun yarısına yakın yerine bozuk para kadarcık bile güneş düşürmeyen yaşlı dutun yaprakları sararmaya başlamıştı. Kuruyan dalına baharda takılıp kalan uçurtmanın kamış çubukları iskelet gibi kalmıştı. Yalnız uzun kuyruğu rüzgârda yılan gibi dolanırdı.

      O dutun altında bembeyaz bir köpek, süpürgenin üstüne yatmış uyuyordu. Küçücük, belinde belkuşağı gibi, biri siyah, biri de kahverengi iki çizgisi vardı. Sanki birisi mahsus boyamış gibi görünüyordu. Burnunun ucuyla iki gözü kapkaraydı. Bir gözünün üstünde kalkık kaşı vardı. O, kadının ayak sesiyle bir gözünü üşenerek açtı ve yarım yamalak gerindi. Tekrar uyudu.

      – Ha, canının kıymetini bilmedin geberesi! Süpürgeyi de mahvettin.

      – Bırak kızma ablası, Karagöz daha çocuk işte.

      – Ne diyorsun anneciğim! Ben şu geberesi köpeğin niye ablası olacakmışım, dedi Kumruhan ağlamaklı bir sesle.

      – Eğer Karagöz’e yine süpürgeyle vurursan, ona taş atarsan bil ki kardeşlerine giderim.

      – Vay, anneciğim! Canı çıkası köpek insandan kıymetli mi? Şu köpek yüzünden bizi bırakıp gidecek misin? Bırak ya!

      – Onunla avunuyorum. Nereye gitsem yanımda. Bir adım bile uzaklaşmıyor. Söyle bana, erkek kardeşlerin, kız kardeşlerin haftada bir haber alıyorlarsa alıyorlar, olmasa o da yok. Hastanede yattığımda şu köpekceğiz göğsünü kara yaslayıp bir ay pencere altında yatmış. Siz konu komşunun zoruyla bir iki haber sordunuz, o kadar.

      – Anneciğim bırakın şimdi, dedi Kumru itiraz ederek.

      Köpeğin bir kulağında, boynunda, ayaklarında kan kurumuştu. Yaşlı kadın:

      – Ahmak! Nerelerde serserilik yaptın yine? Yine üçkâğıtçılık yapmaya mı gittin? Mecnun olup gittin. Kendine dikkat et. Dişi peşinde koşmaktan iyice kendini kaybettin. Canın sağ olsun, derisi yüzülmedik yerin kalmamış. Kabahat sende. Mecnun, yaralarına merhem süreceğim ama feryad etmeyesin.

      Kumruhan köpeğin boynuna bastı. Yaşlı kadın yaralarına tentürdiyot sürmeye başladı. Köpek inliyordu. Kumruhan’ın ellerini ısırmaya çalışıyordu.

      – İşte oldu. Şimdi yiyeceğini verelim.

      Oğlu bir aydan beri devamlı yaşlı kadının düşlerine giriyordu. Ne yattığından ne de yürüdüğünden zevk alabiliyordu. Oğlunu düşündükçe düşünüyordu. Yaşı seksene yaklaşıp güçten kuvvetten de düşmeye başlamıştı. “Oğlumu görmeden ölür müyüm” diye yanıp yakılıyordu.

      Oğlu Börühan bin dokuz yüz altmış yedi yılında askere gitmişti. Askerliği bitirdikten sonra da eve dönmemişti. O taraflarda evlenip çoluk çocuk sahibi olmuştu. Bazen ondan telgraf dedikleri iki parmak boyunda mektup gelirdi. Son onbeş yıldır adresini mi unuttu nedir, hiç yoktan iyi olan o Rusça mektup da gelmez olmuştu.

      Yaşlı kadın konu komşuya da çıkmazdı. Evde oturup kan ağlardı. Bazen üst başını aceleyle toplayıp oğulları veya kızlarından birinin evine giderdi. Gittiği yerde de rahat edemezdi. Kızı Kumruhan’ı düşünerek hemen geri dönerdi. Kumruhan’ın talihi iyi gitmemişti. İki kere evlenmiş, çocuğu olmamış, dönüp gelmişti. Bir yerlerde çalışıp avunayım dese bomboş eve, yaşlanıp beli bükülmüş annesine kim bakardı. Ağabeyleri, erkek kardeşleri, kız kardeşleri “abla, bırak, çalışma, geçimin bize ait. Annemize bak” demişlerdi.

      Yaşlı kadının oğulları, “bizde kal anne” diye Allah için yalvarsalar da “babanızın cenazesinin çıktığı evi bırakıp gidemem. Benim de cenazem bu evden çıksın” diyerek kabul etmezdi.

      Yaşlı kadın çok bilgiliydi. “Çocuklarım haftada birer gün arayıp sorsalar yedi gün evim dolar. Elbette onlar da elleri boş gelmezler. Bu bahaneyle Kumru da vakit geçirmiş olur” diyerek kıymetli evinden ayrılmazdı. Anneler böyle bahtı yaver olmayan evladıyla birlikte olurdu.

      Geçen yıl heyecanlı, elinden her iş gelen torunu Enver-can, “dayımı bulup geleceğim” diye yola çıktı. Gittikten yirmi gün sonra haber getirdi. Bu sözü duyan komşu kadınlar, yaşlı kadını kutlamak için geldiler.

      – Nineciğim, üzülme. Dayımın işleri “beş numara”. İşleri yolunda; geçim sıkıntısı yok. Üç