Muhammed Emin Töhliyev

Özbek Hikâye ve Kıssaları


Скачать книгу

üşüşüp on- on beş adımda yakalıyorlardı. Yine çekişme başlıyordu. Bu taraftaki seyirciler: “Oğlağı kucağına sıkıştır! Kucağına!” “Atın başını bırak! Karnına kamçıyı yapıştır!” “Boş gelme! Sıkı tut!” “Dizgini salıver, kamçıyı dişlerinin arasına al! Sağa sola bakınma” “Aldın! Aldın!” “Verme! Sola dön, sola!” “Tut! Bırakma!” “Vay! Lanet olası! Kaptırdın işte! Sen de kendine oğlak kapma yarışçısı mı diyorsun?” “Atın mundar gitsin! At mı eşşek mi bu geberesi mundar!” diye çeşit çeşit seslerle bağırışıyorlardı. Oğlak yere düşse seyircilerden bazıları koşarak oğlağı yerden alıyor; dostunun veya kardeşinin eline tutuşturmaya çalışıyordu. Lakin diğer biniciler oğlağı onun elinden almak için hemen üzerine yığılıyorlardı. O vermemeye çalışıyor, diğerleri araya alıp sıkıştırıyorlardı. Zavallı, bir müddet sonra topallayarak veya ellerini ovuşturarak ortadan güç bela çıkıp gidiyordu.

      Baba oğlunu, ağabey kardeşini tanımıyordu. Herkes toz toprak içinde, ter içinde, sıcaktan pişmiş halde oğlağı takımına kazandırma derdindeydi. Başı yarılan mı ararsınız, gözü çıkan mı, attan düşüp kolu kırılan mı… Yeter ki oğlağı kapıp takımına kazandırsın… Takıma kazandırmak da büyük keyif!

      Lakin oğlağı kendi takımına kazandırmak kimseye kısmet olmuyordu. Oğlağı takımına kazandıran birçok başarılı süvari sancıdan ölecek gibi olsa da oğlağı takıma kazandırınca atlarını kamçılayıp elli-altmış adım uzaklaşıyorlar ya yine arkadan gelenler tarafından kuşatılıp oğlak ellerinden alınıyordu. Tekrar çekişme başlıyordu.

      Oğlak kapma yarışı başlayalı epey vakit geçmişti. Yarışçılar birden durgunluğa bürünüp yarış alanında toplandılar. Biz, atlı ve yaya seyirciler de hep birlikte ortaya koştuk. Ben sonradan vardığım için atlı ve yaya kalabalık ortayı doldurmuşlardı. Ben kenarda kaldım. Ne kadar uğraştıysam da araya girmeyi başaramadığımdan adamların ağzına bakıyordum. Lakin oğlak kapma yarışçıları arasında ne olup bittiğini kimse bilmiyordu. Herkesin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi vardı ve herkes birbirine “Ne olmuş?” diye soruyordu.

      Birkaç dakika sonra “Kımıldatmayın, sarsmayın!” diye bir ses işitildi. Kalabalık şaşkındı.

      Ortadakilerden biri bağırdı:

      – Uzaklaşın hey!

      İnsanlar bir kenara çekilip yol açtı.

      – Ne olmuş? Ne var?

      – Yok bir şey… İsanbay’ı at çiğnemiş.

      – Durumu kötü mü?

      – Yok… Biraz…

      Adamlar birbirlerine bakarak: “Felaket… Felaket…” diyorlardı. Öteberi derken beş-altı kişi atın çiğnediği adamı ortadan alıp kenara çıkardılar. Yardımlaşarak getirip top ağacın altına yatırdılar.

      Bir kişi derhal at arabası almaya gönderildi. Birisi, “Acaba kendine gelir mi?” diye İsanbay’ın yüzüne su serpiyordu. Kımıldamadı.

      – Beş altı atın altında kaldı biçare!

      – On atın altında kalsa da bir şey olmazdı. Yalnız, tehlikeli yerine basmışlar gibi…

      – Ömrü varsa bir şey olmaz.

      “Biçare, geçen yıl bayramda bana yarım som bayram harçlığı vermişti. İnşallah iyileşir” diye aklımdan geçirdim.

      Araba geldi. İsanbay ağabeyi arabaya yatırdılar. Ağabeyim ve üç dört arkadaşı birlikte İsanbay’a refakat ederek şehre doğru hareket ettiler.

      Kalabalıkta birileri, “Ağrısını hafifletmek için tuzlu suya batırılmış pamuk alsınlar, kızgın kepek bastırsınlar…” diye söyleniyordu.

      Onlar gittikten sonra oğlak kapma yarışı yeniden başladı. Ben yarış bitinceye kadar seyrettim. Çok şükür ki hiç kimseyi at çiğnemedi.

* * *

      Dün sanki beni at tepmişti. Yerime yatar yatmaz kavak kütüğü gibi kaskatı kalıp uyumuşum. Sabahleyin annem:

      – Çabuk kalk! Baban gelirse öldürür, karışmam, diyerek üstümden yorganı çekip aldı. Ben uykulu gözlerle:

      – Babam pazara gitmedi mi? diye sordum.

      Annem:

      – İsanbay’ın cenazesinde, diye cevap verdi.

      Uykum açılıverdı.

      GAFUR GULÂM

      Sovyetler Birliği devrindeki Özbek edebiyatının önemli yazar ve şairlerinden biri olan Gafur Gulam, 1903 yılında Taşkent’te dünyaya geldi. Eski usuldeki okulda, Rus-tuzem okulunda ve sonra da öğretmen okulunda okumuştur. Biraz öğretmenlik yapmış sonra sosyalistlerin “Kızıl Özbekistan”, “Şark Gerçeği” adlı gazetelerinde çalışmış, “Muştum” ve “Yer Yüzü” dergilerinde de görev yaptı (1924-1942).

      Daha sonra Özbekistan Fenler Akademisi Edebiyat Enstitüsünde asistan olarak görev yapan (1943-1966) Gafur Gu-lam, 1966 yılında öldü.

      İlk şiiri “Güzellik Nede” 1923 yılında basılmıştır. “Dinamo” (1931), “Canlı Şarkılar” (1932) adlı kitaplarıyla şair olarak tanınmıştır. Bu kitaplarda o dönemin ideallerinin talepleri genç komünistlerin ve Bolşeviklerin düşünceleri teşvik edilmiştir. “Kokan” (1930) adlı destanında kollektif çalışmanın çiftçiye şans getiren gücü anlatılmış, kolhoz çevresinde doğan yeni adamlar, yeni hayatlar tasvir edilmiştir. Bu destan, Özbek Sovyet şiirinin büyük başarısı olarak değerlendirilmiş, ders kitaplarında elli yıl okutulmuştur. Aslında Türkistanlı çiftçilerin yerleri ellerinden alınıp, Ukrayna ve Sibirya’ya sürgün edilimişler, yerleri devlete bağlı kolhoza dönüştürülmüştü. Bu tarihî bir gerçektir. Buna rağmen Gafur Gulam’ın şairlik yeteneği inkâr edilemez. Ayıca belirtmek gerekir ki Çolpan, Kadiri ve diğer öldürülen veya sürülen aydınların sonunu gören Gafur Gulam ve çağdaşlarının başka türlü yazmaları mümkün değildi. Gafur Gulam, düzenle iyi geçinmiş, çevresindekilere bunu öğretmiş ve Aybek gibi düzenin yanında mı karşısında mı olduğuna karar verilemeyen birçok aydını da korumuştur. Bu konuda en ayrıntılı kaynak Said Ahmed’in hatıralarını anlattığı “Kaybettiklerim ve Kazandıklarım” adlı eserin Gafur Gulam’la ilgili bölümüdür.

      Gafur Gulam’ın yazdığı bütün eserleri toplanıp birkaç defa Özbek Türkçesi ve Rusça olarak yayımlanmıştır. “Lenin ve Şark” adlı kitabı 1973 yılında “Lenin Ödülü” almıştır. Ona üç defa “Mihnet Kızıl Bayrak” madalyası (1937,1951, 1961), “Lenin” madalyası (1949) ve başka devlet ödülleri verilmiştir.

      Gafur Gulam’ın eserlerinden senaryolaştırılan “Sen Yetim Değilsin” ve “Yaramaz Oğlan” adlı filmler, Özbek halkı arasında çok sevilmiştir.

      Benim Hırsız Yavrum

      (Yaşanmış Hikâye)

Türkiye Türkçesine çeviren: Muhammed Emin Tohliyev

      Babamız öleli nice yıllar geçti. Bu yıl, on yedinci yılın baharında annemiz de öldü ve biz tamamen yetim kaldık.

      Bizim hâlimizi hatırımızı sormaya ninem, annemin annesi Rukiyebibi geliyordu. Ninemize biz “Kara Nine” diyorduk.

      Geceleri ninemle birlikte hepimiz ayvanda eski minder ve yastıklarla bir tane kilim üzerinde uyuyorduk.

      Eylül ayının sonu, sonbaharın ilk akşamlarından biriydi. Hava biraz serindi. Biz