ağbi, hiçbir şey saklama! Burada neler oluyor?
Derin bir nefes alan kıdemli muhatap sohbete devam etti:
– Sen Amerika’ya gittikten çok kısa bir süre sonra yetimhane de kapatıldı. Şimdi bu binada bir hastane yer almaktadır. Bu hastanenin ne olduğunu bilmek ister misin? Kanser hastaları şimdi burada tedavi ediliyor…
– Şerkala’da bu hastalıktan etkilenen çok kişi var mı?
– Çok, – Jashan teyid etti. – Ve sayıları yıldan yıla artıyor.
– Sebebi nedir? Bu tür hastalıkların nereden geldiğini araştırmıyorlar mı?
– Ah, canım! Şerkala’nın felaketlerinden bahsetmeye başlarsam, kendimi istemeden dayanılmaz bir hüzün esareti içinde bulacağım. Şerkala umutsuz, savunmasız bir şehirdir. Bir yandan – uranyum madenlerinin faaliyetleri, diğer yandan – uzay test sahası… Kirli atmosfer. Doğa boğuluyor. Su zehirli. İnsanların ruhu yok ediliyor… Tüm dertleri listelemeye başlarsam, itiraf ediyorum, dilim dönmez…
Burada genç daha fazla dayanamdı:
– İnsan sağlığı dünyadaki en önemli zenginlik değil mi? Bundan daha değerli ne olabilir?
– Biz de böyle sesimizi çıkarıyoruz, böyle yazıyoruz. Ancak, her şey arzuladığımız gibi mi olur?
– Neden? Peki, neden böyle?
“Bunun sonsuz sebebi var, küçük kardeşim. Görünüşe göre devletin de baş edemeyeceği durumlar var…
Amerika’dan gelen yiğitle ile konuşurken Jashan, bir zamanlar ruhunun derinliklerine göndermiş olduğu gizli bir düşünceyi istemeden hatırladı. Tabii Hanmurat’ın bundan haberi bile yoktu.
Ve bu konuşma yakın zamanda Aspan ile yalnız oldukları bir anda gerçekleşmişti. Açıkçası o ana kadar, bazen bazı sözlerinde kusur bulup, kişilik onurunu kıran girişimciye hiç sempati duymuyordu. Ancak, bu son bire bir görüşme, olumlu temasın kapısını açıyor gibiydi.
Konuşmanın en başından itibaren Jashan, onkolojik hastalıklardaki belirgin artışın, ekolojide ani bir bozulmanın, kozmodromun atmosferinin ve diğer zararlı olayların olumsuz etkisinin doğrudan bir sonucu olduğunu ateşli bir şekilde tartışmaya başlamıştı. Bununla birlikte, Aspan onun agresif çıkışını nazikçe sakinleştirmeyi başarmış, sonra sakin bir tonda cevap vermişti:
– Mantıklı düşünelim! Söylesene, dünyada uzay gemisi yaratma ve onları uzaya fırlatma ile uğraşan çok mu ülke var? Amerika’daki durum da budur. Sovyetler Birliği, olup bitenlere kayıtsız bir şekilde kalıp, uzay rekabetindeki birinciliği avuçunun içinden kaçırsaydı bu durum neyle sonuçlanırdı? Devletler arası rekabetin gidişatında sorunların ortaya çıktığı herkesçe malumdur.
Bu noktada, kollarını sıvayan Jashan’ın, işadamı ile kararlı bir şekilde polemiklere girdiğini hatırlıyorum:
– Devlet kimin için bir devlettir? Ülkenin ve bireyin menfaatleri hayasızca ayaklar altına alındığında bunun kime faydası olacaktır? Bu anlamsız rekabet gerçekten gerekli mi?
Girişimci tutarlı ve sakindi. İnandırıcı sözler seçiyor ve konunun hedefine ulaşıyordu.
– İlerleme anı, kişinin ve devletin çıkarlarının birleştiği zamanda gelir. Bu yazılı olmayan bir kanundur…
Ancak bu sözler muhatabı tarafından algılanamamıştı. Söylenenleri düşünmeye bile çalışmamış olabilirdi, ruhu buna karşıydı.
– Sovyetler ülkesi neresi ve biz neredeyiz? Uzun süredir acı çeken ülkemiz artık kendi halkıyla ilgilenmemeli mi?
“Oho-ho-ho,” diye itiraz etti Aspan. “Bağımsızlık, bir gün onu ilan edip yorganı kendi üzerine çekmek ve en yüksek sesle şunu bildirmek anlamına gelmez: “Ben seni tanımıyorum ve sen de beni tanımıyorsun, “Kazaklar daha uzun bir süre Rusya ile yakın çalışacaklardır, ülkeler arasındaki kesin kopukluk mümkün değildir.
– Bu durumda… – yazar biraz tereddüt etti – Ne söylemek istiyorsun? Ellerimizin ve ayaklarımızın hala bağlı olduğunu mu söylemek istiyorsun?
– İddia etmiyorum, ama öyle sanıyorum: bunu düşünmek için bir sebep var…
Ve sonra… yüksek sesle söylemek istemediği fikrini, ruhunun derinliklerinde ifade etti: “Devlet sosyal bir düzen, yani bir var bir yok. Bu yüzden insan her zaman kendisi için, mutluluğu için çaresiz bir mücadele yürütür, bunu her zaman öncelikli bir görev olarak görür…”
Batan bir kıymık gibi can sıkıcı düşünceler Hanmurat’ı rahatsız ediyorlardı. Bunun nedeni, yazar Jashan ile dünkü hoş olmayan konuşmalardı. Başlangıçta ona soğuk davranıyor, sözlerini ciddiye almıyordu, ancak geçmiş konuşma her şeyi alt üst etmişti… onunla ilgili görüşü 180 derece değişmişti. Jashan Amca, havada kaleler inşa eden ve boş bir hayalin peşinde koşan bir adama benzemiyordu. Öyle görünüyor ki kalbi hayatın dertlerinden kırılmış ve ruhu günlük sorunlardan kurtulup huzur arıyordu. Belli ki, ebedi ve manevi olan konularla daha çok ilgileniyordu. Şerkala’nın kaderinden bahsettiğinde, hüzün yaşları gözlerine doluyordu. Bu durum muhatabının dikkatinden kaçmamıştı.
Bütün gece yatağında dönüp durdu ve okul yıllarının hatıraları onu tekrar tekrar düşünceler okyanusunun dibine çekerek uykuya dalmasını engellemişti.
Öğleden sonra yetimhanesine tekrar döndü ve uzun süre içeriye girmeye cesaret edemeden gri binaya baktı. İşte orada, köşede çocuk odasının penceresi görünüyordu. Demir bir yatakta tatlı tatlı uyuduğunu hatırlamıştı. Ve o zamanlar kendine özel bir hayali bulunmuyordu. Yaz günlerinde küçük pencere her zaman ardına kadar açıktı. Ve her sabah onu tanıdık bir ıslık uyandırırdı – en yakın arkadaşı Elmurat’ın ıslığı. Hemen pencereye koşar ve neşeyle bağırırdı:
– Elmurat, sen misin?
Ve arkadaşı ev bahçesinden olgun kırmızı elmaları elinde tutup cevap vermişti:
– Seç, biri senin!
– Biraz bekle, şimdi geliyorum.
Sonra kasabadan çok uzak olmayan Sambi Tal bahçesine gitmişlerdi. Burası, yol kenarlarının güneşli tarafında meyve ağaçlarının bile yetiştiği kavak ağaçlarıyla dolu eski bir parktı. Yolda durmadan konuşuyorlardı ve aynı zamanda kocaman elmaları yiyiyorlardı. Elmurat’ın cömertliğinin sonu yoktu, cebinden güzel ambalaja sarılmış çikolatalı konfetini çıkardı. İnsan böyle güzel bir şeyi yemeğe bile kıyamazdı.
– Al, bu da senin çikolatan…
Bir arkadaşının sahip olduğu her şeyi paylaştığını bilerek sessizce sevinirdi. Gerçek bir arkadaşlığın anlamı budur, her zaman seni düşünür, unutmaz. Ebeveyn sevgisini görmemiş olan küçük bir çocuk başka ne diyebilir, hoş duygular onu sadece böyle anlarda sarıyordu. Saf bir çocuğun ruhunun küçük sevinçleri ve ardından zararsız çocuk konuşmaları başlardı…
– Elmurat, benim için sen bir kardeş gibi oldun ve seni bir yakınım gibi seviyorum ve arkadaşlığımıza gerçekten değer veriyorum.
– Ben de seni ailemden birisi olarak görüyorum! Öyle değil mi?
– Yine de benim sana olan yakınlık duygularımı sana aktarmam mümkün değil, beni gerçek bir kardeş ve arkadaş olarak kabül ediyor musun, benim seni kabül ettiğim gibi?
– Tabii ki benim için sen küçük bir erkek kardeşim gibi oldun ve bir ağabeyin yakınlık duyguları her zaman