Joltay Jumat Almaşoğlu

Acı ve Tatlı Hayat


Скачать книгу

gerildi, tatlı bir şekilde esnedi, sonra Dospan’ın neşeli sesi duyuldu:

      – Jashan’ı şehirde görmüşler!

      – Pekala, – Aspan kendine gelmeye başlamıştı. – Yani o yazarı mı kastediyorsun?

      – Başka kim olabilir ki? .Diyorum ki Şerkala’ya bu sabah gelmiş…

      – Gelmişse ne olmuş!

      – Gelişini acilen bilgilendirme emrini vermediniz mi? Aksi takdirde, sabahın köründe kafamı bununla meşgül etmezdim! Bana kalsa, o hiç umurumda bile değil…

      – Tamam, tamam alınma. Gelmiş olması iyi diyelim. Bu, şimdi onunla görüşmeniz gerektiği anlamına mı geliyor.

      – Bugün değil!

      – Neden?

      – Sabah erkenden gelmiş, henüz tam olarak kendine gelmemiş gibi görünüyor.

      – Bu ne demek oluyor?

      – Votka içmiş anlaşılan. Şimdi rastgele her yerde saçma sapan konuşuyor, henüz tam olarak ayılmadığı belli. Öyle ana avrat küfürler ediyor ki, duysan ağzın açık kalır.

      – Alkolik mi? Sürekli içen birisi mi?

      – Hayır, onlardan değil.

      – O halde neden çok sarhoş olduğunu söylüyorsun?

      – Jashan, memleketinden ayrılıp başka bir yere gittiğinde, dönüş yolunda arkadaşlarına veda ederken çok içer ve sarhoş olur. Sonra da birkaç gün boyunca yatar, acı çeker.

      – Pekala, ayılıncaya kadar bekleyeceğiz o halde…

      – Evet, yazar-hayalperestle, dün adlandırdığın gibi “düşünce deposu” ile tanışmak için daha zamanınız olacak. Bu arada, köyümüzün büyüğü, ihtiyar Kabış, memleketimize gelişini duymuş…

      “İhtiyar Kabış!” Aspan hürmetle haykırdı. – Yaşıyor mu – iyi mi?

      – Tabii ki yaşıyor, ama pek iyi değil. Yaşlılık ne de olsa, yıllar etkisini gösteriyor.

      – Neden şimdiye kadar sessiz kaldın, bununla başlaman gerekiyordu! Onu nasıl ziyaret etmem!

      – Her zaman hatırlatmak istedim…

      – Boşuna konuşmayalım! Saygıdeğer büyüğümüzün evine giden yolu göstersen iyi olur, hadi aksakal’a gidelim.

      Hızla toparlanıp ihtiyar Kabış’ın evine gittiler.

      İhtiyar adamın evine girdiklerinde, yaşlı adamın öksürdüğünü duydular. Misafirleri görünce zorlukla ayağa kalktı. İlk selamlayan Dospan’ı hemen tanımıştı, iki elini de uzatarak kısık bir sesle sordu:

      – Sen bizden birisin, seni tanıdım. Ama yanında kim var? Hatırlayamıyorum…

      – Aksakal, o Ospan… Amerika’dan geldi.

      – Sen, Ospan mısın? Sonunda o günleri de görmek kısmet oldu. Seni tekrar göreceğimi düşünmedim. Oğlum … nerelere kayboldun?

      Belki sevinçten, belki üzüntüden, yaşlı adam arkasını döndü ve gözlerinden acı gözyaşları aktı. Cebinden bir mendil çıkardı ve nemli gözlerini ovuşturdu.

      – Olatay? Neden gözyaşları içindesiniz?

      – Öylesine… önemseme canım. Seni sağ ve iyi gördüğüm için, duygularımı engel olamadım … şimdi biz ihtiyarlar böyleyiz!

      Sofranın başında kısaca konuştular. Kısa süre içinde büyükbaba Kabış, Aspan’a çok şey söyleyebilmişti. Bir kez daha, bir insan için memleketinden daha değerli bir şey olmadığını ve yaşlandıkça daha çok özlem duyduğunu ve köklerini aradığını hatırlattı. Anlaşılan yaşlı adam Kabış, Aspan ile Jashan arasındaki gergin ilişkiler hakkında çok şey duymuştu ve bu konudaki fikrini şöyle ifade etti: “Uzun süre tartışabilirsin, ancak hemşehriler arasında uzlaşmaktan daha iyisi yoktur.”

      Aspan, bilge yaşlı adamla konuştuktan sonra şaşkındı, yerel yazarla aralarındaki anlaşmazlığı nereden bildiğine de bir anlam veremiyordu ve istemeden kendi kendine şu soruyu sordu: “Anlaşmazlıklarımızı nasıl bilebilir?”

4

      Ertesi sabah, Jashan iş adamının dinlenme odasına kendisi geldi. Sanki bir tanıdık edasıyla içeri girdi. Kıvırcık, biraz Puşkin gibi, ancak saçları tamamen kızıl renkteydi, bir sırık kadar uzun, çok zayıf, sanki tüm hayatı boyunca aç kalmış gibi.

      Aspan, o zamandan beri onu ilk kez görüyordu. Jashan’ın görünüşünün bile hafızasında kalmadığı, onunla başka bir yerde karşılaşmış olsaydı onu tanımayacağı ortaya çıkmıştı. Onu gerçekten bu şekilde tanımak mümkün mü?

      – Merhaba! Dedi kayıtsızca.

      – Moskova nasıl, yerinde mi? – Aspan alaycı bir şekilde sordu.

      – Moskova’da olduğumu sana kim söyledi?

      – İnsanlar bunun hakkında konuşuyor.

      – Benim Moskova’m, Şerkala’dan çok uzak olmayan, zümrüt yeşili kaplı bir nehir kıyısı. Ve insanlar Moskova’ya gittiğimi düşünüyor, bu yüzden beni rahatsız etmiyorlar. Bu arada dinlenmekten zevk alıyorum, hiçbir şeyden rahatsız olmuyorum. İlham aldığım sırada elbette kağıda bir şey döktürmeyi de unutmuyorum. Yalnız olduğumda her zaman yeni bir düşünce gelir, kristal netliğinde kelimeler satırlara düşer. Ah, ne yazık ki! Her şey kısıtlı! Zaman yetmiyor…

      Aspan ona oturmayı teklif etti, yazar bir sandalyeye oturdu. İkisi de bir süre sessiz kaldılar. Yazar sessizliği böldü ve sıcak bir şekilde konuştu:

      – Darıldınız mı yoksa?

      – Onun gibi bir şey var.

      – Haydi, dert etmeyin.

      – Neden etmemeliyim?

      – Ben kendim de pek memnun değilim bu durumdan, mümkün olsa, kimseye zarar vermek istemem.

      – Beni ne için eleştirdin?

      – Sen kendin…

      – Ben ne yaptım?

      – Memleketini unuttun.

      – Hayır, unutmadım.

      – Öyleyse neden atalarınızın ülkesini daha sık ziyaret etmeye tenezzül etmiyorsunuz? Üzerinden ne kadar zaman geçti: aylar, yıllar…

      – Haddinden fazla işlerim var! Çok fazla işle meşgülüm. Eh, ticaretin ne olduğunu anlayabilirsen!

      Jashan hemen itiraz etti:

      – Bir ticarette ne tür sır olabilir? Onu anlamak ve değerlendirmek için gerçekten büyük bir zihne ve yüksek takdir yetkisine mi sahip olmak gerekir?

      Aspan’ın gözleri ışılldamıştı:

      – Ya nasıl! Ticareti hafife almayı bir görün – hemen batarsınız! Burada kesinlikle hatırı sayılır bir akıla ihtiyacınız olacak…

      Jashan titreyerek ve öfkeyle söylendi:

      – Tıpkı sizin gibiler… nereden geldiniz? Gökten mi düştünüz? Bir de “onunla şaka yapma” diyor…

      – Hayır, bizler de senin gibi insanız.

      “İnsan” diyorsunuz. Her şeyden önce insan olarak adlandırılabilmek için insani işlerin yapılması gerekir. Ya siz…

      – Bizim hatamız ne?

      – Gözleriniz perdeyle örtülmüş, öyle bir duruma ulaşmışsınızdır ki, bir düğme