oldu ve onların güvenine girdi, onlardan biri olmuştu
Artur bir keresinde itiraf bile etmişti:
– Doğru söylediğim için alınmayın, ama yurttaşlarınızın arasında bu kadar katı bir rekabet olduğunu düşünmemiştim: Şerbek adında etkili bir Kazak, tüccar arkadaşlarını dağıttı ve kendisi sadece benimle iş yaptı…
Artur’un bu sözlerinden sonra Aspan hiddetle şöyle düşündü: “İşte bu tam bize uygun bir davranış! Kazaklar, her zaman olduğu gibi, kendi milletinin ayağını kaydırıyor, birbirlerine derin çukurlar kazıyorlar! Muhtemelen kendine özgü ulusal karakteri sergilemezlerse, gururlu “Kazak halkı” niteliklerini kaybedeceklerinden korkuyorlar…
Burada sıradan insanlara gücenecek bir şey yok, çünkü “Kazak oligarhı” kelimesinden aşırı eğitimli gazeteci – yazar Jashan’ın bile saçları dimdikleşiyor! Oligarh Aspan’ın sadece bir öcü olduğundan emin! Onunla görüşmemek en iyisidir, ancak onu gördükten sonra acilen caddenin karşı tarafına geçmeli ve görüş alanından hızla kaybolmalısınız. Görünüşe göre bu zavallı yazar onda, zenginlik çamurunda bocalayan bir garibanı görüyordu!
Zenginlik çamur mu? Hayır, bu doğru değil. Bu servettir, hazinedir! Zenginlik, daha parlak bir geleceğin yolunu açan altın anahtardır! Fakir bir ülkeyi temsil ediyorsanız sesinizi kim dinler? Kim seni adam yerine sayacak? Tabii ki hiç kimse…
Adının Jashan olduğunu söylediler. Tabii ki onun hakkında çok şey duymuştum. O zamanlar bile… Okuldayken her türlü notu, mesajı, bilgiyi yerel gazeteye gönderdiğini hatırlıyorum. Sonra gururla göğsünü kabartarak, gururlu bir şekilde yürürdü, “güya onu genç bir muhabir olarak tanımlıyorlarmış.” Tabii ki, bugün hala aynı hayalperestin teki”
Aspan’ın üzerine bir hüzün çökmüştü. Sanki ağır fırtına öncesi bulutlar onun üzerinde asılı kalmış gibiydi.
Atalarının uzak diyarından çağıran yeğeni Dospan’ın sözlerine mi çok üzülmüştü? Yoksa değersiz gazeteci – yazar bozuntusunun makalesinin içeriğinden mi çok incinmişti?
Hayır, hayır, burada başka bir şey vardı!
Birden şöyle bir şeyin farkına varmıştı: Göbek kordonundan ilk kan damlasının yere düştüğü o küçük kasaba, sessizce hafızasından kaybolmaya başlamıştı. Şerkala sadece o uyanıkken onun hafızısını rahatsız etmemekle kalmıyor, aynı zamanda geceleri rüyasına bile girmeyi arzu etmiyordu. Bu korkunç bir şey değil mi? Köyün aksakalı Kabış’ın dediği gibi, bir insan için en değerli şey anavatanıdır! İyi şansın kanatları üzerinde göklere ulaşsanız da, dünyanın yedi katmanı boyunca derinliklerine inseniz de – yine de, bir gün atalarınızın topraklarını özleyeceksin! Bunu ona aynı yaşlı bilge adam Kabış birçok kez hatırlatmıştı.
Ah, bu yalan dünya!
Aspan’ın memleketini ziyaret etme teklifinin ardından Hanmurat da ciddi bir heyecana kapılmıştı. Memleketini, en yakın arkadaşı Elmurat’ı hatırladı. Bunu belli etmemesine rağmen, ruhunun derinliklerinde atalarının ülkesini özlediğini fark etmişti. O tarafta, özellikle o ülkede onu bekleyen biri var mıydı? Sonuçta, hem babası hem de annesi uzun zamandır öbür dünyaya göç etmişlerdi. Ne akrabaları ne de yakınları yoktu… Belki talihsiz kader arkadaşları onu özlemişlerdi. Ve tabii ki en yakın arkadaşı Elmurat.
Hanmurat ne yazık ki şöyle düşündü: “Evet, yıllar geçti ama onu nasıl bu kadar çabuk unutabilirim? Çocukluğumuzdan beri sıkı arkadaştık: birlikte oynadık, yüzdük, topa tekme attık, hayal ettik, sırları paylaştık. Amerika’ya gitmeden önce veda ettiğimizde bana yemin etmedi mi: “Seni asla unutmayacağım!” Evet, çok parlak hayaller kurmuşlardı! Tüm yaşadıklarımı hafızamdan silip unuttum mu? Kendimi Amerikalı bir koruyucu ebeveynin – Tomas babanın şefkatli bakımı altında bulup ve mutlu bir hayat yaşamaya başladığım andan itibaren çocukluk geçmişimi hafızamdan anlaşılmaz bir şekilde silmeye mi başladım?
Evet, Amerika’ya varır varmaz, dil öğrenimine başladı, özel bir okuldaki dersleri dinledi. Ve sonra onur derecesiyle mezun olduğu en prestijli yüksek öğrenim kurumuna girmesine yardım ettiler. Ve şimdi, vasisi Tomas’ın akıllıca yönlendirmeleriyle ayağa kalkmaya başladığında – telafi edilemez bir talihsizlik olmuştu – en yakını aniden vefat etmişti…
Şimdi Amerika’da ona yakın sadece bir kişi kalmıştı – Aspan ağbisi.
Aspan, o yazarla telefonda konuştu:
– Merhaba, yazar Jashan Jurkabayoğlu sizi dinliyor…
– Beni dikkatlice dinle dostum! – Aspan hemen boğayı boynuzlarından yakalamıştı. – Makalenizde birinci sınıf bir iş temsilcisinin üzerine silinmez pislikler atmaya çalıştınız. Yüz yüze görüştüğümüzde de kuyruğunu sallayarak kendi düşüncenizde yine ısrarlı olacağınızdan yine emin misiniz?
– Affedersiniz ama kiminle konuşma şerefine nail oluyorum?
– Ben senin yazının kahramanıyım. Sizin de söylediğiniz gibi, “zenginlik çamurunda boğulan…” kişi.
– Oo-oo! Artık her şey anlaşıldı. Demek Aspan’sınız. Pekala, sizi dikkatle dinliyorum, yoldaş işadamı.
– Tekrarlıyorum. Küresel alana girmiş bir iş adamıyım. Ve ben sizin gibi, karalanmış, yeniden yazılmış karalamalarınızın görkeminin tadını çıkaran, henüz köy sınırlarının ötesine geçmemiş bir yazar gibi değilim. Her birimizin hak ettiği yeri bilmesi gerekmez mi?
İlçe yazarı bu sözlerden hiç hoşlanmamıştı, hakarete uğramış duyguların akışı hızla boğazında düğümlenmişti.
– “…hak ettiğin yeri bil” ifaden hiçbir şekilde beynimde sindirilemiyor. Bu ne demek? Bana yerimi mi göstermek istiyorsun yoksa bu sizin bir saçmalığınız mı?
– Yurtdışında yaşıyorum. Ve sen göze çarpmayan Şerkala kasabasında sefil bir varoluş için mücadele ediyorsun. Sana yerini bil diyorum, aptal!
– Orada yemekhaneleriniz olduğunu duydum… (Bu kelime ile restoranların statüsünü açıkça küçümsemek istemişti). Atalarımızın doğru bir şekilde belirttiği gibi: “as – adamnyң arқauy” – bunun anlamı – yiyecek güçtür… Belki geri kalanı için bir meslekten olmayan adamsınız, ama yiyecek satmanın yanlış olmayacağını fark etmişsiniz…
– “Yemekhane” kelimesiyle beni incitmeye çalışma! – As-pan nasıl bağırdığını fark etmemişti. – Bir restoran! Bir kafe! Kahve dükkanı! Eşyaları kendi isimleriyle adların!
– Peki ne olmuş? Orada bir şey servis edilir – yemek … İnsanlar yer! Yani, yemek odası, – Jashan sakinleşmemişti.
Aspan istemsizce güldü:
– Eh, köylü Kazak! – Her şeyi güzel bir mizaha dönüştürmek istedin. – Hiç gerçekten pahalı bir kahveyi denedin mi? Burada paketler içinde sattıkları değil, gerçek olanı…
– Hayır! Kahve için teşekkürler! Gerçek bir Kazak gibi, sütlü, sert siyah çay içiyorum. Dedikleri gibi çay içmezsen, gücünü nereden alabilirsin?
– Evet, anlıyorum, sizi kurtaran tek bir avantajınız var: keskin bir dil! Zavallı adam, meteliğe kurşun atıyor ama dilin uzun…
Jashan özensizce dudak bükerek kibirli bir tonda konuştu:
– Şerkala olmasaydı, kim olurduk: hem ben hem de sen? Her şeyden önce, zenginlik için ruhunu vermeye hazır olan sevgili hemşerim, atalarınızın ülkesine saygı duymayı ve onurlandırmayı öğrenin!
– Peki