Darhan Kıdırali

Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay


Скачать книгу

Hokand hanı mı güçlü, yoksa Rus çarı mı?

      – Hokand büyük bir hanlıktı fakat Kazaklara çok eziyet çektirdi. Kenesarı’yla savaştı. Birlik bozulup güç kaybolduktan sonra Rus çarı gelişmiş silahlarıyla geldi hanlığı yıkarak kendisine tabi kıldı.

      – Peki, Hokandlılar ve Kazaklar birleşirlerse çarı yenebilirler mi?

      Böyle sorulara babası cevap vermez sessiz kalırdı.

      Çokay Biy dört yıllık köy okulunu iki yılda başarıyla bitiren bu zeki çocuğu, Rus okuluna vermek istedi. Bu meselede Rusça eğitim görmüş, devrin gereklerini anlayabilen kardeşi Almuhammed’in tavsiyesini dikkate alan Biy, yedi yaşındaki oğlunu Akmescit’e götürme hazırlıklarına başlamıştı. Bunu öğrenince duygulanan iki anası da oğulları gurbete çıkacağı için ağıt yakarcasına ağlayıp inlemeye başladılar. Onlara köyün birkaç kadını da eşlik edince feryatlar daha da yükseldi. Akrabaları, köylüleri, birlikte büyüdüğü arkadaşları çevresine toplandı ve ona hüzünle bakarak “Akmescit’te Rusça eğitim alacaksın, başına Rus şapkası takıp üzerine Rus giysileri giydirecekler. Artık Kazaklara benzemeyeceksin. Rusça konuşursun, Ruslaşırsın.” dediler. Pek fazla konuşmayan Türk Hoca ise usulca yanına sokularak “Rus okulunda boynuna zincirli haç takacaklar ve seni Hıristiyanlaştıracaklar.” diye kestirip attı. Bazıları ise “Biy ne yapmaya çalışıyor? Ne güzel Kuran okuyan çocuk Ruslaşmaz mı?” diye kendi aralarında fısıldaşıp dedikodu yapıyorlardı. Bunu duyan Mustafa’nın korkusu daha da artıyor, az önce şehirdeki okul hayatını düşünerek heyecanlanan yüreği hayal kırıklığına uğruyor, heyecanın yerini garip bir korku alıyordu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlayınca hemen yolculuk hazırlığını yapmakta olan babasına gidip “Baba, sakın beni Akmescit’e götürme, Rusça eğitim almayacağım. Ben Rus olmak istemiyorum.” diye yalvarıp öfkeyle ağlamaya başladı. Bu kafa karışıklığının nereden kaynaklandığını anlayan babası, hıçkırıklara boğulmuş oğlunu bir kenara çekip yavaşça;

      – Sen akıllı bir çocuksun, yavrum. Başkalarının boş sözlerine inanma. Sen analarının ve ninelerinin sözlerini dikkate alma, benim dediklerime kulak ver. Ben ne zaman senin bir kötülüğünü düşündüm? Hıristiyanlaşacaksın diye korkutanlar da kim? Sen Akmescit’e Rus olmak için değil eğitim almak için gidiyorsun. Rusça eğitim alanların hepsi mi dinden çıkıyormuş? Bak, Aliş amcanı görmüyor musun? Allah’a şükür, İslam yazısını ve Kuran’ı çok iyi öğrendin. Şimdi devrin gereklerine uygun olarak Rusçayı da öğrenmen gerek. Rusçayı öğrenirsen gelişirsin, millete faydalı olursun. O zaman malı mülkü, yeri yurdu yağmalanan, iliklerine değin sömürülerek zulüm ve işkence gören, kör itlerin öldüğü yere yani Sibirya’ya sürülen köylülere destek olursun. Eğer Rusça bilmezsen başkaları senin hakkını yer ve böylece zavallı ve ahmak durumuna düşersin. Almuhammed amcan da bu görüşte, diye öğüt verdi.

      Omuzlarına bir nevi sorumluluk yüklercesine konuşan babasının sözleriyle Mustafa’nın korkusu birden kayboldu, yüreğine bir cesaret geldi. Düşününce Rus köylülerinin kendi evlerini nasıl yağmaladığını hatırladı. Sonraları da birçok kez zıvandan çıkan göçmen Rus çiftçiler, tarlalarını gasp ederek kendi aralarında paylaşmışlardı. Halk ayaklanmıştı lakin buna rağmen mesele yine Rus göçmenlerin lehine karara bağlanmıştı. Hukuk, yasa ve hükûmet onlardan yana olduğundan aklına eseni yapıp Kazakları soyuyorlardı. Polise şikâyet ediyorlar ve köy halkını sebepsiz yere öldüresiye dövdürüyorlardı. Çaresiz kalan Kazaklar ise Rusçayı ve dolayısıyla yeni idarenin kanunlarını bilmedikleri için Rus göçmenlerin yanında dilsiz gibi ellerini kollarını sallamaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Bu duruma aşırı derecede içerleyen Biy, dönemin gereklerine uyarak oğullarından birini Rusça mektebinde okutmaya karar vermişti. Yaşı çok küçük olmasına rağmen Mustafa meseleyi anlamış ve babasının sözlerine başını sallayarak cevap vermişti. Babasının kararını “tamam” diyerek onayladığının göstergesiydi bu.

      Akrabalar arasında Çokay Biy’e kimse karşı gelemez, itiraz edemezdi. Dalayısıyla toplanmış kalabalık sessizce dağılmaya başladı. Anaları ağlayarak Mustafa’yı alnından öptüler. Mustafa çok duygulanmasına rağmen gözyaşlarına hâkim olmasını bildi. Çünkü babasının sözlerini zihnine iyice kazımıştı. Çokay Biy, oğlunu önüne oturtup “deh” diyerek atını mahmuzladı. Halk bir ağızdan hayırlı yolculuklar dileyerek arkalarından bakakaldı.

      Akmescit’e pazar günü varan Çokay ile babası, kocaman bir binanın önünde durdular. Bu bir otel olmalıydı. Büyük şehre ilk kez gelen Mustafa, kaybolmak korkusuyla babasının eline sımsıkı yapışmıştı. Günlerden pazar olduğu için çok kalabalık olan şehri dolaşa dolaşa çarşıya geldiler. O güne değin hiç bu kadar insanı bir arada görmemişti. Pazardan babası gerekli eşyaları satın aldı. Parayı ilk defa o gün gören Mustafa’ya her şey ilginç görünüyordu, çocuk her şeyi meraklı gözlerle izliyordu. Etrafta koşuşturan insanlara, resmî kıyafetli memurlara, ağzını burnunu eğerek konuşan Ruslara şaşkın şaşkın bakarak öfkelendi. Gürültüden kulakları çınlayıp başı döndü. “Şehre hiç alışamayacağım, Rusça da konuşamayacağım.” diye düşünüp umutsuzluğa kapıldı.

      Çokay Biy akşamleyin oğlunu da alıp bir dostunun evine gitti. Tatar asıllı bir tüccar olan arkadaşı, konuklarını açık yüreklilikle karşıladı, onurularına bir koyun kesti, onları güzelce ağırladı. Sohbet arasında babası ev sahibine şehre geliş sebebini anlattı ve oğlunu ona emanet etti. Mustafa’nın Rusça eğitim alacağını da söyleyince ev sahibi çok sevindi, bu kararı doğru bulduğunu bildirirken Mustafa’nın sırtını okşadı. “Müsait olduğun zamanlarda eve gel.” dedi. Bu teklife sevinen Mustafa evin çocuklarıyla tanıştı ve onlarla hemen kaynaşarak oyuna daldı. Tatar çocuklar Kazakçayı o kadar güzel konuşuyorlardı ki, Mustafa şaşkınlığını gizleyemiyordu. Sonra onun bu şaşkınlığı daha da arttı çünkü oyun oynamaya gelen Rus çocuklar da su gibi Kazakça konuşuyorlardı. Özellikle Vaska isimli çocuğun konuşması mükemmeldi, Mustafa’ya “Rusçadan ne biliyorsun?” diye sordu. Mustafa sessiz kaldı. Ne desin? Hiçbir şey bilmiyordu ki! Köylü çocuğun saflığından istifade etmek isteyen Vaska “Rusça öğrenmek istiyorsan ben öğretirim?” dedi. Sonra da;

      – Kazakçada dede ne demek, diye sordu.

      – Ata.

      – Peki anne?

      – Şeşe.

      – O zaman aklında tut, atanın Rusçası atets, şeşenin Rusçası ise şeşets; anladın mı, dedi Vaska kurnazca.

      – Anladım.

      – Unutmazsın değil mi?

      – Hayır unutmam.

      Tatar çocuklar kendi aralarında gülüşüp eğlendiler. Mustafa ise Rusçanın bu kadar kolay bir dil olduğuna çok sevindi.

      Ertesi gün okula gittiler. Görüştükleri Tatar öğretmen güler yüzlü bir adamı, babasıyla selamlaştı ve;

      – Nereden geliyorsunuz, meseleniz nedir, diye sordu.

      – Benim adım Torğayev Çokay, bu da oğlum Mustafa, burada okutmak için getirdim onu, dedi babası. Biz bu Perovsk ilçesine bağlı Grodekov bucağının 3 numaralı köyünden geldik.

      – Ha, evet, sizin babanız Torğay Datka değil mi, adını duymuştum. Kendisinden çarlık coğrafyasında basılan kitaplarda söz edilmektedir. Böyle bir adamın uruğundan çıkan çocuğun da başarılı olması lazım, öyle değil mi, deyip Mustafa’ya baktı:

      – Yazabiliyor