Darhan Kıdırali

Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay


Скачать книгу

anlaştılar. Okulun başlayacağı tarihi de öğrendikten sonra baba oğul birlikte köye geri döndüler. Köye geldiklerinde herkes onları şehir hakkında soru yağmuruna tuttu. Mustafa bütün gördüklerini övünçle kendi gözünden sırasıyla tek tek anlattı. “Hadi ya ne güzel!” diye hayranlıkla dinleyen arkadaşları ona gıptayla bakıyorlardı. Kendisi de şehri sevmiş ve bunun için Akmescit’te okuma kararı daha da pekişmişti. Şimdi bir an önce şehre dönmek istiyordu.

      Artık hiç kimseyi gözü görmüyordu, “Her neyse yakında şehre gideceğim, okula başlamadan önce oyuna doyayım.” düşüncesiyle sabahtan akşama kadar dışarıda her türlü yaramazlığı yapıyordu. Ne yandan bakarsan bak ucu bucağı görünmeyen, yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği engin bozkırlarda koşturup durdu. Amcası Sıddık’ın tayına binip yorgun düşene kadar dörtnala koşuşturmayı çok severdi ama bu sefer tay su kanalından atlarken yere düştü ve canı çok fena yandı. Bacağından sakatlandığı için köye dönemedi. Tayın eve yalnız döndüğünü görünce korkudan yürekleri ağzına gelen yakınları bağıra çağıra onu aramaya başladılar, hava kararınca ancak bulabildiler. Bu olaydan sonra tay gütmesi yasaklandı.

      Bunun üzerine Mustafa arkadaşlarıyla birlikte buzağı gütmeye başladı. Ayaklarına kara su inene kadar bozkırlarda yorgun argın dolaşmasına rağmen yaramazlığı azalmayan Mustafa, arkadaşlarına öncülük eder, buzağıya binip sürerlerdi. Koşsun diye köyden ilaç getirip hem inatçı hem de küçük olan buzağılara sürerlerdi. Kırmızı biberle canı yanan buzağılar önlerine arkalarına bakmadan koştururlardı. Çocuklar bu manzaraya bayılır, kahkahaya boğulurlardı. Biber sürünce canı burnuna gelen buzağılar, kendilerine Sırderya’nın serin sularına atarlar, çocuklar da üstlerine binip yarışırlardı. Büyükler meseleden haberdar olup onları azarlarlardı ancak onların sözünü dikkate almayan Mustafa önderlik eder, oyunlarını sürdürürlerdi. Bazen demir yoluna gider orada oynarlardı. Hayli uzakta olmasına rağmen üşenmeden gidip telgraf direkleri boyunca yarışırlardı. Mustafa ise demir yolu üzerinden geçen trenlere binip çarın yaşadığı büyük, güzel şehre gitmek istiyordu. Büyüklerden bunlar vasıtasıyla çar ile görüşebileceklerini duymuş olan çocuklar, direklere tırmanıyorlardı. Tellere ulaşamayınca uzun direkleri kırbaçlıyor ve çarın yedi ceddine, bütün akrabalarına sövüyorlardı. Sonra dedikleri sanki çarın kulaklarına varmış da büyük iş yapmışlar gibi gururla köye dönüyorlardı.

      Böylece yaz ayları çabucak geçiverdi. Sonbahar geldi ve Mustafa okul için hazırlanmaya başladı. Akmescit’e gidip eğitim alması gerekiyordu. Ancak yolculuk hazırlıkları yapmakta olan Mustafa aniden hastalanıp yatağa düştü. Çiçek hastalığına yakalanmıştı. Ateşi yükselmiş, geceleri deli gibi sayıklayan Mustafa’nın baş ucunda anası nöbet tutmuştu. Merhametli Baybişe’nin şefkatli ellerinde üç haftada tamamen iyileşmişti ama okula da geç kalmıştı. Ancak bütünüyle iyileşip ayağa kalktıktan sonra okul konusu tekrar gündeme geldi.

      İLK GEÇİT

      Akmescit’te iki sene okuyan Mustafa’yı babası, Taşkent’teki Rus lisesine yazdırmaya karar verdi. Çokay, 24 Mart 1902 yılında Taşkent Erkek Lisesi müdürüne hitaben bir dilekçe yazdı. Lise idaresi, Biy’in yazdığı dilekçenin yanı sıra nüfus kâğıdı, sağlık raporu ve Akmescit’teki okuldan alınan belgeyi de inceleyerek komisyonunun Mustafa’yı okula kabul ettiği kararını mayıs ayında ilan etti. Kabul komisyonunun bu kararında şüphesiz Akmescit okulunun verdiği referansın da etkisi olmuştu. Ancak babasının şöhreti de bu kararda önemli rol oynamıştı. Sırderya vilayetinin güçlü kişilerden biri sayılan Biy’i Akmescit valisi ve memurları çok iyi tanırdı. Onların düşüncesi esasen şuydu: Böyle önemli bir kişinin oğlu Rus okulunda eğitim alması Çarlık hükûmetine samimi bir şekilde hizmet edecek dilmaçların sayısını artacaktır.

      Taşkent’e ağustos ayında geldiler. Bölgenin başkenti olan bu şehir daha önce gördüğü Akmescit’ten, yol boyunca gördüğü Yesi ve Çimkent’ten çok daha büyüktü. Yüksek katlı güzel binalar, çevresinde yemyeşil ağaçlar bulunan uzun ve geniş yollar, sürekli hareket hâlinde bir kalabalık…

      Şehrin merkezine yaklaştıkça Kazak ve Özbeklerin sayısı yavaş yavaş azaldı, gösterişli memurlar ve güzel giyimli süslü kadınların sayısı artmaya başladı. Bu kadar gösterişli ve büyük bir şehirde okuyacağına sevinen Mustafa, yol boyunca çevreyi izledi. Bindikleri fayton Sobornıy, Voronsov, Kaufman sokaklarından geçerek ağaçlarla kaplı küçük Konstantinovskiy parkına geldi.

      Lise, genel valinin şehir merkezindeki evi ile şehir tiyatrosu arasında, Regina Otelinin yanındaydı. Dört katlı binanın içine girdiler, uzun koridoru geçip müdürün bekleme odasına geldiler. Bu makama atanalı sadece bir yıl olan okul müdürü Evgeniy Voznesenskiy, onları güler yüzle karşıladı, okulun kurallarını anlattıktan sonra Mustafa’yı yurda yerleştirdi. İlk müşel8 yaşını dolduran oğlunu, -Rus okulunun olumsuz etkisinden korumak için- babası yakınlardaki dinî eğitim veren bir okula da kaydettirdi.

      İlk başlarda az konuşan, sakin biri olarak görünen bu bozkır Kazak’ı, çok geçmeden lisedeki sınıf arkadaşlarıyla çabucak kaynaştı. Birinci sınıfta karnesinde üç ve dörtleri de bulunan Mustafa, ertesi yıl daha başarılı bir öğrenci oldu. O yıl derslerindeki başarısıyla öğretmenlerinin dikkatini çeken zeki çocuk, genel valinin özel bursunu kazandı. Artık burs olarak yüz ruble alıyordu. Bu meblağ elbette o dönem için çok büyük paraydı. Bundan dolayı ailesinden maddî yardım almadı, aksine ailesine yardım etmeye başladı. Sonraki yıllarda da notlarını yüksek tutup her dönemi sınıf birincisi olarak tamamladı. Bulunduğu sınıfta Rus çocuklarının çoğunlukta olması onu yalnızlığa itmişti. Üçüncü sınıfa geçtiği 1904 yılında, yalnızlık çeken Mustafa’nın sınıfına Taraz şehrinden Hamza Nurşanov adında bir Kazak çocuk geldi. Birlikte ders çalışan bu iki arkadaş, eğitim yılı sonunda takdir belgesini de birlikte almaya başlamışlardı.

      Mustafa üçüncü sınıftayken bütün Türkistan halkını tedirgin eden bir olay yaşandı. İmparatorluk başkenti Petersburg’u sarsan 1905 devriminin etkisi Taşkent’te de hissedildi. Sadece göçmen Rus aydınları ve çeşitli sanayi kuruluşlarında çalışan işçiler değil aynı zamanda öğrenciler ve yerli ahali de devrimin etkilerini derinden yaşadı. Türkistanlı Ceditçiler, aydınlar, okumuş insanlar ve halkın çıkarını düşünen kanaat önderleri, Rusya’da buzların artık çözüldüğünü, imparatorluğun çökmeye başladığını anladılar. Buna ek olarak Rusya’nın, ufak tefek Japonlara yenilişi sömürge altındaki uluslarda millîyetçilik duygularının uyanmasına sağlamış, haysiyet ve şeref kavramlarını öne çıkarmış, onların geleceğe umutla bakmasına zemin hazırlamıştı. Dolayısıyla herkeste “Avuç içi kadar küçük bir adada yaşayan yoksul Japonlar, orman gibi sık bir halka diz çöktürürken, biz neden hürriyet yolunda savaşmıyoruz?” fikri hasıl olmuştu. Bu bağlamda Japonları örnek alıp bilgi silahıyla güçlenme yoluna giden Ceditçiler, çağdaş okullar açarak, basın ve yayına önem vererek, gizli teşkilatlar kurarak, çeşitli kültürel etkinlikler düzenleyerek halkı uyandırmaya çalışıyorlardı.

      Müşel yaşını yeni tamamlamış bulunan Mustafa o zaman lise üçüncü sınıfa gidiyordu. Taşkent’teki bütün okullarda olduğu gibi onun okuduğu lisede de devrimden bahsediliyor, Petersburg’daki olaylar hakkında çeşitli düzeyde tartışmalar yapılıyordu. Bu durum karşısında bazıları açıkça fikirlerini beyan ederken bazıları da ağzını açmadan olup bitenin sonucunu bekliyordu. Mustafa ise tedbirli hareket ederek tartışmalara ve gizli toplantılara pek fazla katılmıyordu çünkü devrim sonrasında Çarlık hükûmeti tepki olarak