Sokağı’ndaki 10 numaralı apartmanın 25 numaralı dairesine taşınmıştı.
Hukuk eğitimi alıp devlet işleri ve siyaset hakkında görüşleri olgunlaşırken Mustafa bir yandan da siyasî hareketlere de katılmaya başladı. Zaten o dönemde Petersburg’daki siyasî durum, öğrencileri içine çekmeye çok müsaitti. Özellikle, 1912’de patlak veren Osmanlı Devleti ile Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasındaki Balkan Savaşı, Petersburg’daki öğrenciler arasında heyecanı daha da arttırdı. Rus ırkçıların Osmanlı Türklerine karşı düzenlediği mitingler, “Ayasofya Camisi’nin kubbesine haç dikeceğiz!” sloganları, Petersburg’da okuyan Türkistanlı Müslüman gençlerin öfkelenmelerine sebep oluyordu. Polisin sıkı denetim ve sert müdahalesine rağmen Mustafa ve arkadaşları öfkelerini çeşitli miting ve hükûmet karşıtı yürüyüşlerle açığa vurmaktan çekinmediler. Önceleri kimi zaman Rus, kimi zaman da Leh gençlerle birlikte hareket ederken sonraları çıkar çatışmalarını ve görüş ayrılıklarını ileri sürerek ayrı ayrı eylem yapmaya başladılar.
Bir keresinde Mustafa, Petersburg’da yaşayan Akmescitli Avukat Serali Lapin’den bir ricada bulundu. Lapin hemşerisinin ricasını geri çevirmedi, genç öğrencilere evinin kapısını açtı. Böylece kendi aralarında görüşüp danışacak mekân da bulunmuştu. İlk görüşmede Tatarlardan İlyas Alkin, Necip Kurbanaliyev, Sultanbek Mamliyev; Azerbaycan Türklerinden Miryakub Mehdiyev ve Şeyhislamzade adlı öğrenciler de vardı. Toplantıya Türkistanlılar adına Mustafa Çokay ile birlikte Türkmen Kakacan Berdiyev katıldı. Birkaç defa yapılan toplantıların tek bir gündemi vardı: “Eğer Rusya, Balkan Savaşı’na girecek olursa Müslüman Türk öğrencilerinin tutumu hangi yönde olacak?” İşte bu konu üzerinde fikirlerini paylaşırlarken sohbetler uzuyor, tartışmalar gece yarılarına kadar devam ediyordu. Toplantıya katılanların hepsi kendi görüşlerini dile getiriyor, tezlerini delillerle kanıtlamaya çalışıyorlardı. Özellikle heyecanlı ve ateşli Kafkasyalılar, ellerini kollarını sallayarak, yüksek sesle konuşuyorlar, böyle durumlara kayıtsız kalmamak gerektiğini vurgulayarak bağırıp çağırıyorlardı. Tatar İlyas Alkin de tarafsız değildi. Mustafa ise sakin sakin konuşuyor, tartışmayı yumuşatıyor ve onlara sabırlı olmayı tavsiye ediyordu. Toplantılar bu şekilde birkaç gün devam etti. Nihayetinde ortak noktada buluşarak bir karara vardılar. Söz konusu karar şöyleydi:
“Türk öğrenciler okudukları eğitim kurumlarında hükûmete karşı düzenlenen mitinglere etkin katılacaklar, Slavlar için yardım toplayan kurumlara engel olacak etkinlikler düzenleyecekler, Türklere yardım amaçlı gizlice para toplama çalışmalarına var güçleriyle destek verecekler.”
Bunlardan başka bir karar da Rusya’nın Türklere karşı savaşa girmesi durumunda demiryolları, telgraf ağları ve köprüleri kullanılmaz hâle getirmek amacıyla Kafkaslara kadar gidileceği de açıkça belirtildi. Toplantının sonunda demiryolları ve telgraf ağlarını etkisiz hâle getirecek öğrencilerin listesi de belirlendi. Katılımcılar arasında hemen cepheye gitmeye hazır olduğunu bildirenler de vardı. Tabiatı gereği savaşa karşı olan ve sorunların barışçıl yoldan çözümünü savunan Mustafa ise Osmanlı Devleti için dua ediyordu ancak gerektiği zaman canını fedaya da hazırdı.
Mustafa çok geçmeden memleketine gitti. Orada çeşitli görüşmeler yaparak arkadaşlarıyla kabul ettikleri kararları anlattı. Konuşmaları etkisini göstermiş olmalı ki Petersburg’a döndükten sonra Ötegen Sadıkoğlu adlı arkadaşından bir telgraf aldı. Arkadaşı, acele olarak Petersburg’a geleceğini bildiriyordu. Arkadaşını garda karşıladı. Eve giderken Öte-gen yolda geliş sebebini açıkladı: “Bir miktar altın para getirdim, Türk büyükelçisine kendi ellerimle vermeliyim!” dedi, nefes nefese.
O zamanlarda Osmanlı Devleti’nin Petersburg Büyükelçisi Turhan Paşa idi. Elçiliğe doğrudan giderlerse göze batabilirdi. Tedbirli olmalıydılar. Ötegen’e bunu izah eden Mustafa, biraz beklemek gerektiğini söyledi. İki gün sonra akşamüzeri dışarıdaki kalabalık seyreldikten sonra beraberce Türk Büyükelçiliğine doğru yola çıktılar. Turhan Paşa, gençleri özel olarak kabul etti ve anlatılanları dikkatlice dinledi. Ötegen “Türk yaralıların tedavisi için uzaktaki Türkistanlı kandaşlarından az da olsa altın para getirdiğini” söylediği zaman Büyükelçi gözyaşlarına hâkim olamayarak ağladı. Bunu gören iki arkadaş da kendini tutamayıp birlikte ağladılar. Uzun bir sessizlik oldu. Sohbet sırasında anlaşıldığı kadarıyla Turhan Paşa, Kazaklar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Özellikle “Siz Müslüman mısınız, yoksa Hıristiyan mı?” sorusu Ötegen’i derin düşüncelere sevk etti. Bunun üzerine Mustafa, Büyükelçiye Türkistan’ı ve Türk halklarını anlattı.
Mustafa, bir yandan Rus başkentinde okuyan Çek, Leh, Fin gençleriyle sıkı irtibat kuruyor, diğer yandan Alihan Bökeyhanov, Alimardan Topçıbaşev, Sadri Maksudî, Salimgerey Cantörin gibi Türkistanlı aydınlarınca düzenlenen siyasî sohbetleri kaçırmamaya çalışıyordu. Rus demokratlarıyla müzakere ve münakaşalar yapıyordu. Taşkent’ten tanıdığı Aleksandr Kerenski’yle zevkli ve uzun sohbetlerde bulunuyordu. Manevî ağabeyi Alihan ve okul arkadaşı Aleksandr vasıtasıyla bazı Duma üyeleriyle tanışmış ve çok geçmeden Rus aristokratların da dikkatini çekmeye başlamıştı. Anne tarafı han sarayına dayandığından memleketten gelen konuklara tercümanlık etmek için birkaç kez imparatorluk sarayında da bulunmuştu. Çara yakın aristokratlar da genç delikanlının bilgi ve görgüsünü çoğu zaman Şokan ile mukayese ediyorlardı.
Siyaset sahnesinde edindiği tecrübelerle ustalaşan Mustafa, hukuk fakültesinin dördüncü sınıfına geçtiği yıl Birinci Dünya Savaşı başladı. Bütün dünyayı saran bu savaş ateşi, bilinçli Türkistanlıların yüreğinde özgürlük ateşini yakmasına rağmen bir endişeyi de beraberinde getirmişti. Bu dehşetli savaş, Türkistan’da millî ruhun uyanmasına yol açtı. Vatansever aydınlar, Çarlık Hükûmeti mağlûbiyete uğrarsa imparatorluk çöker ve Türkistan’ın bağımsızlığının yolu açılır diye düşünüyorlardı. Savaşın uzun süre devam etmesi, bir zaman sonra savaşa Osmanlı Devleti’nin de dâhil olması ve cephede yenilgiye uğrayan Çarlık Rusyası’nın savaşı bahane ederek Türkistanlılardan zorla ağır vergiler toplayark sömürücülüğünü daha da arttırması, milliyetçi aydınları ciddi endişelere sürükledi. Ağır ızdıraplar çekmiş bu büyük bozkır, ufacık bir kıvılcımla alev topun a dönüşmeye hazırdı.
Öyle de oldu. Toprakları talan edilen, sürekli baskı ve zulüm gören, Rusya’dan getirilen Rus köylüsü mujiklerce malına mülküne el konan yerli halkın içinde uzun zamandır kor hâlinde bulunan ateş nihayet coşarak öfke, hiddet ve intikam olarak dışarı çıktı. Ayaklanmanın bir anda başlamasında ve gittikçe de büyümesinde Çar’ın 25 Haziran 1916 tarihinde Türkistan ve duruma göre Sibirya’da yaşayan “Rus olmayan ulusların 19 ila 43 yaş arasındaki erkeklerinin cephe gerisinde istihdam edilmesi” konulu kararnamesi etkili oldu. Halkın kin ve öfkesini doğuran asıl mesele ise Çar’ın güvenmeyişi ve ellerine silah vermemesi, bu da yetmiyormuş gibi onları cephe gerisinde beden gücüyle yapılan işlere çağırmasıydı.
Temmuz ayının ortasında bütün Türkistan büyük bir felaketle karşı karşıya idi. Bir tarafta “Oğlumu işçi olarak cepheye göndermeyeceğim…” diye ayaklanan halk, diğer tarafta “İstesen de istemesen de ben alırım…” düşüncesiyle güç kullanmaya hazır devlet vardı. Torğay vilayeti vali yardımcısı “Hayatta hiçbir Kazak kalmasa dahi Çar’ın emri yerine getirilecek!” diyerek halkı tehdit ediyordu.
İlk isyan kıvılcımları Jetisuv/Yedisu topraklarında görülmeye başladı. Temmuz ve Ağustos aylarında Çar kararnamesine karşı çıkanlar ellerinde mızrak, kılıç, sopa, gürz ve avcı tüfekleri bulunan silahlı bir birlik kurdular.