“gidebilirsin” anlamında kapıyı işaret etti.
Elbette General’in böyle öfkelenmesi sebepsiz değildi. Çünkü uyanık ve bilinçli yerli halk temsilcilerinin önemli devlet işlerinden mümkün olduğu kadar uzak tutulması, hukuk fakültesinde okutulmaması hakkında gizli bir emir vardı. Bu çocuk ise gelecek vadediyordu. Gözlerinde öyle bir kıvılcım vardı ki, korkmak ve çekinmek nedir bilmiyordu. Bunu bir şekilde durdurmak gerekiyordu. Kendisini Türkistan’ın sahibi olarak gören Samsonov bunları düşündükçe masasına vurmaya başladı.
Mustafa’nın, yarı çar sayılan sert mizaçlı genel valinin teklifini kabul etmemesinin üç temel sebebi vardı: Her şeyden önce eğitimine devam etmek istiyordu. Tahsilini tamamladıktan sonra da hukukçu kimliğiyle sömürülen ulusunun meselelerine çözüm aramaya karar vermişti. Babasının da dediği gibi, Kazaklara ve bütün Türkistan bölgesine faydalı bir vatandaş olmak istiyordu. İşsiz kalsa bile tercüman olmak istemiyordu çünkü tercümanların çoğu hıyanet içinde yaşıyor; vatanını ve milletini pazarlık konusu yapıyordu. Mustafa ise büyük vebal alan bu insanları aldıklarını görünce için için üzülüyordu. Tercümanlara yerli halk bile saygı duymuyordu. Her yere rahatça girip çıkan bu kötü niyetli tercümanlar iyi bilindiğinden halkın bunlara karşı itimadı kalmamıştı. Köyden gelen akraba ve yakınlarının çevrelerinde dolaşan menfaatçi tercümanlara değil de Mustafa’ya güvenmeleri işte bu sebeptendi. Lakin onu Samsonov’a “hayır” diye cevap vermeye iten sebeplerin başında valinin tam bir ırkçı olması geliyordu. “Rus köylüsünün kavgası bile herhangi bir Türkistanlıdan, hatta Türkistan’ın bir ermişinden daha değerlidir.” diyen Samsonov, daha da küstahlaşarak Evliya Ata Camiine, Çar’ın ve kendisinin portrelerini astırmıştı. Camiyi Allah’ın evi sayan Müslümanlar için bundan daha büyük bir aşağılama olamazdı. Bu yüzden de milletin nefret ettiği, yerli halk tarafından lanetlenen, bütün Türkistan’ı ayaklarının altına almak isteyen alçak General’in yanında olmayı istemezdi. Kibirli birinin hizmetkârı olarak dediklerini yapmayı, kölesi gibi yaşamayı halkına ihanet olarak gören Mustafa, kendini şan ve şöhrete, servet ve varlığa kavuşturabilecek bir vazifeyi bilinçli olarak reddetti.
Mustafa derslerinde başarılı bir öğrenci olmasının yanında okulun sosyal faaliyetlerine de etkin şekilde katılıyordu. Lisede çeşitli etkinlikler düzenleniyor, tiyatro oyunları sahneleniyordu. Bu tiyatro oyunları genellikle devlet işleriyle ilgili olduğundan Mustafa çoğu zaman, devlet ya da vilayet başkanı rolünü alırdı. Kendine verilen rolü başarıyla oynarken kabiliyetli bir yönetici ve bilge bir önder kimliğini çok bariz bir şekilde canlandırıyordu. Bir zaman sonra bu tiyatro oyunlarından devlet kurumlarının da haberi oldu ve tabiatıyla oyunlarla ilgili denetimler başladı. Bu durum lise yöneticilerini endişelendirdi. Sahnelenen oyunlarda devrimci bir niyetler arandı, dolayısıyla sorguya çekilenler bile oldu. Her şeyden önemlisi onları dehşete düşüren başka bir şey vardı: “Neden bu yüce ulusun yöneticisi rolünü bir yabancı oynuyordu. Bu büyük milletin temsilcilerine emir vermeye kim oluyordu o? Oyunda bile olsa yabancı asıllı biri Ruslara yöneticilik yapamazdı!”
Eğitim ve öğretim yılının sonu yaklaştı. Lise müdürü ve Türkistan Vilayeti Eğitim Müfettişliği, Mustafa’ya ödüllerin en büyüğü olan Altın Madalya verilmesini üst makamlara teklif etti fakat art niyetli vilayet valisi bir karar alarak Altın Madalya için bir Rus çocuğunun bulunmasını emretmişti. “Kendisini aşağılayan bu yabancı, onun elinden altın madalya alamazdı! Vahşi bir halkın çocuğu altın madalya alabilecek kadar zeki olamazdı! Koskoca lisede başka birisi yok muydu? Bu Kırgız’ı,10 bir yolunu bulup süründürmek gerekti! Onu sınavlara bile almamak lazımdı! İşte o zaman genel valiyle nasıl konuşması gerektiğini anlayacaktı.” Vali bu söylemleriyle bütün lise idaresini ayağa kaldırmıştı.
Lise müdürü E. A. Voznesenski çok dürüst kişiydi. Samsonov’un niyetini önceden anlamış, Mustafa’ya her şeyi anlatmış ve Sergey Mihayloviç Gramenitski’yle irtibata geçmişti. Başkentteki Petersburg Üniversitesi Fizik-Matematik Fakültesinden 1881 yılında mezun olduktan sonra çalışma hayatına Taşkent’teki bu lisede öğretmen olarak başlayan Sırderya Vilayeti Halk Okulları Yönetim Kurulu Başkanı Mihayloviç, ırkçı düşünceler beslemeyen, geçmişi temiz bir bilim adamıydı. Okullarda öğrencilerin millî kimliklerine bakılmaması, okuma yazmanın Uşinski yöntemiyle sesli olarak öğretilmesini gerektiğini savunarak İlminski’nin misyoner yönteminden vazgeçilmesi çağrısında bulunmuş hatta bu uğurda Hıristiyanlaştırma siyasetinin bölgedeki fikir babası Nikolay Ostroumov ile bile tartışmıştı. Bu yüzden konuyu yakın arkadaşı olan Halk Okulları Birinci Müfettişi Fyodor Mihayloviç Kerenski’ye açtı. Mihayloviç, Simbirsk’ten buraya tayin edilmişti. Meselenin her hâlükârda âdil çözümünden yana olduğunu bildirerek lise müdürüne, 17 Mayıs’ta Mustafa’nın üniversiteye girmesinin yolunu açacak bir referans mektubu da yazdı. Böylece iki arkadaş da Mihayiloviç’in hatırını kırmadılar, gelecek vadeden bu delikanlının önünü açılmış oldu.
Hiçbir şeyin farkında olmayan Mustafa, o dönem bütün derslerden sınava girerek yüksek notlar almaya devam ediyordu. Hukuk, Rusça, felsefe, tarih, coğrafya, matematik ve fizik’ten en yüksek not olan beş, Fransızca ve Almancadan da dört aldı. Gelecekte bu derslerden de hayat sayesinde beş alacağını Mustafa elbette daha o günlerde biliyordu. Aldığı dörtlere rağmen imtihanların genel sonuçlarına göre okulun en başarılı öğrenciydi ve herkes onu tebrik ediyordu.
Mezuniyet günü General Samsonov, en başarılı öğrenci olan Mustafa’ya gümüş madalya, ikinci sıradaki Aleksandr Georgiyeviç Zaprometov isimli mezuna ise altın madalya verilmesini emretti. Böyle bir haksızlığa dayanamayan Mustafa, gümüş madalyayı almaktan vazgeçti. Onun bu cesur hareketini lise müdürü ve sınıf arkadaşları da destekledi hatta Aleksandr da gerçek sahibinin arkadaşı olduğunu söyleyerek altın madalyayı almayacağını açıkladı. Böylece 2 Haziran 1910’da hayatının ilk zaferini kazanan Mustafa, 1035 numaralı özel diplomasıyla birlikte mutlu mesut memleketine döndü.
Allah’ın hikmetine bakın ki, Fyodor Mihayloviç de 1899 yılında Taşkent’teki bu liseden mezun olmuştu. Bu zat Petersburg’daki Dil ve Tarih Fakültesine giren, daha sonra çarı tahttan indirip Geçici Hükûmet’in başına geçen Aleksandr Kerenski’in öz babasıydı. 1887 yılında ağabeyi Aleksandr, çara isyan ettiği için ölüm cezasına çarptırılan ve bu yüzden altın madalyadan mahrum bırakılan Vladimir İliç Ulyanov’a da (Lenin) yardım etmişti. Güzel bir referans mektubu yazarak onun Kazan Üniversitesine geçmesini sağlamıştı. Şimdi yanı kişi Mustafa’nın da önünü açmış, ayrıca vazife yaptığı Taşkent’teki imzaladığı son resmî emri de bu olmuştu. Yaşı geldiği için emekliye ayrılan Fyodor Mihayloviç, çok geçmeden Petersburg’daki avukat oğlunun yanına taşındı. O zamanlar gurur duyduğu bu iki öğrencisinden biri Rusya’daki devrimin önderi, ikincisi ise Türkistan’ın siyasî lideri olmuştu. İmparatorluk yönetimini elinde tutan oğluna muhalif olacağından tabii ki habersizdi.
Gaipten haber alarak geleceğe şekil vermek mümkün olsaydı, Lenin ve Çokay adlı şahısların tarih sahnesinde hiç çıkmamaları da mümkün olabilirdi. Tabii bu Allah’ın yazgısıydı. Bildiğimiz şu ki sonradan Lenin diye meşhur olan Ulyanov, Fyodor Mihayloviç’in sevgili oğlunu sadece iktidardan değil, anavatanına da bir daha geri dönemeyecek şekilde uzaklaştırdı. Öğretmeninin oğlunu Geçici Hükûmet döneminde destekleyen Çokay, Avrupa’da göçmen olduğu yıllarda ise onun tam anlamıyla rakibi hâline dönüşmüştü.
PETERSBURG’DA
Liseyi altın madalya ile tamamlayıp, hukuk fakültesine başvuru yapmak için Türkistan Vilayeti Eğitim Müfettişliği onayını alan Mustafa, 21 Haziran