Darhan Kıdırali

Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay


Скачать книгу

Bökeyhanov, Bakıtcan Karatayev, Muhamedcan Tınışbayev, Cakıp Akpayev, Bakıtkerey Kulmanov, Sancar Asfendiyarov, Cahanşa Dosmuhambetov, Halil Dosmuhambetov, Rayımcan Marsekov gibi öncü Kazak aydınları, çeşitli alanlarda eğitim almış, siyaset sahnesindeki tecrübelerini geliştiriyorlardı. Ağabeylerinin izinden rüzgâr gibi koşan Mustafa, kısa zamanda uyum sağlayarak onların yanlarında yerini aldı.

      Petersburg’daki siyasî, kültürel ve etnik çeşitlilik genç Mustafa’nın çok yönlü olarak gelişip yetişmesine yardımcı oldu. İmparatorluk başkentinde eğitiminin yanı sıra bilim ve siyasetle de ciddi anlamda ilgilendi. Lisede okuduğu yıllarda Türkiyat ve tarihe aşırı ilgi duymuştu; Petersburg’da bu alanların uzmanlarıyla tanışma imkânı buldu. Bunların ilk tanıştığı bilim adamı Profesör Samoyloviç oldu. Divayev’in yönlendirmesiyle gidip profesörle tanışan yağız Kazak delikanlısı, Türkistan’ın büyük bilgesini kıvrak zekâsıyla hemen kendine bağladı. İlerleyen günlerde Samoyloviç’in halk kültürü kaynaklarını toplamasına da yardım etmişti. Bir keresinde Mustafa’dan “Çarşıdan aldım bir bohça, ben bohça almasam kim bohça alır?” tekerlemesini duyup not alan Samoyloviç, bunu birden anlamamış, daha sonra ise katıla katıla gülmüştü. Aralarındaki dostluk gün geçtikçe güçlenmeye başladı. Türkistan halkının sözlü edebiyat ürünleri de derleyen bu bilim adamı, bir seferinde Mustafa’dan boş laflar ile ilgili bir örnek bulmasını istedi. Mustafa düşünmeden memleketinde Nafile Biy diye adlandırılan Dürimbet Kazıbekuloğlu’nun bir evi pireden arındırmak için doğaçlama söylediği şu mısraları okudu:

      “Pire pireden cesur,

      Pire yorganda olur.

      Yorganı suya batır,

      Öylece çaresiz kalır.

      Üff çık!”

      Bu dörtlüğü kaydeden ve Jivaya Starina adlı derleme kitabında yayımlayan Smayloviç, çok geçmeden Mustafa’yı ünlü şarkiyatçı ve Türkiyatçı Wilhelm Radloff’la tanıştırdı. Genç adamın doğuştan gelen kabiliyetini fark eden Radloff, Mustafa’ya birkaç kez Hukuk Fakültesini bırakıp Petersburg’daki Doğu Dilleri Fakültesine geçmesi teklifinde bulundu. İknaya yardımcı olur düşüncesiyle genç dostuna meşhur sözlüğünü bile hediye etti fakat Radloff’un dileği gerçekleşmedi. Mustafa, şarkiyatçılığı küçüklüğünden beri ülküsü olan hukuka tercih etmedi. Ünlü bilgininin etkisi altında kalmamak için bir zaman sonra kendini ondan uzak tutmaya çalıştı.

      Mustafa, gerçekte Almanlardan başka hiçbir millete merhamet duymayan, güçlünün zayıfı yönetmesini bir kural olarak benimseyen Radloff’un kişiliğinde şarkiyatçı bilginlerin gerçek yüzünü görmüştü. Daha sonra yazdığı bir makalede bu şarkiyatçı bilim adamı hakkında şu çarpıcı tespitte bulunmuştu: “… Biyoloji uzmanı nasıl kelebekleri büyük bir çabayla toplayıp, koleksiyon yapıyorsa Radloff da bizi böyle bir araştırma nesnesi olarak görüyordu. Onun Türk halklarına olan sevdası ancak bu kadardı…” Gerçekten de Doğu’yu egzotik bir sergi, halk bilimi ve etnolojisi müzesi olarak gören isteyen şarkiyatçılar, bundan daha güzel bir şekilde tasvir edilemezdi. Bir yazısında“Bana bütün Kazak bozkırı sanki şarkı söylüyormuş gibi geliyor…” diyerek hayranlığını ifade eden bu bilim adamı aslında Doğu’nun diri ve iri olmasını, kendi kültür ve medeniyetini kendi yolunca geliştirip sürdürmesini hiç arzu etmiyordu. İmparatorluğun sömürgeci siyasetine hizmet eden bu şarkiyartçı “Zamanın akışına ayak uyduramamış, Doğu’nun cahil insanı kendi yolunu, gelişme yönünü tayin etmekten âcizdir. Bu yüzden onlar yalnızca Batı değerlerini eksiksiz kabul ettiklerinde gelişeceklerdir.” düşüncesindeydi.

      Şarkiyatçı uzmanlarla mesafeli ve seviyeli ilişkiler kuran Mustafa, bütün mesaisini hukuk bilimine adadı. Bu sayede çok geçmeden fakültenin önde gelen, başarılı öğrencileri arasında yer aldı. Hukuk fakültesinde, imparatorluğun en iyi profesörleri ders veriyordu. Mustafa bu hocalardan Roma Hukuku Tarihi, Rus Hukuku Tarihi, Uluslararası Hukuk, Medeni Hukuk, Ticaret Hukuku, Siyasî İktisat, İstatistik, Felsefe Tarihi gibi dersler okudu. Bunlara daha sonra Uluslararası Hukuk profesörü F. F. Martens, Medenî Hukuk profesörü A. H. Gall yine Medeni Hukuk profesörü ve eski rektör V. İ. Sergeyeviç de katılmıştı. Vaktini boş eğlencelerle geçirmekten kaçınan Mustafa, dersleri pür dikkat dinliyordu; bu bozkır çocuğunun zekâsı ve öğrenme hevesi, fakülte profesörleri ile öğrencilerini hayran bırakıyordu.

      Bilgisinden faydalanmak isteyen kötü niyetli bazı arkadaşları, imtihanda yardım etmesini hatta kendi yerlerine imtihana girmesi için Mustafa’ya yalvarıyorlardı. Samimi ve temiz yürekli biri olduğundan onların ricalarını reddedemiyordu. Bilgisi ve dürüstlüğüne güvenen profesörler ise onun yalan söylemeyeceğine inanmışlardı. Bir sınavda Profesör Petrojitski bunu fark edip;

      – Siz sınavı vermemiş miydiniz? diye sordu.

      Ne cevap vereceğini bilemeyen Mustafa, neden sonra kendisini toparlayıp sınavı yeniden vermek için istediğini söyledi. Yalan konuşmasına sebep olan bu olayın ardından bir daha böyle durumlara düşmemeye karar verdi.

      Mustafa’nın adı çok geçmeden bütün Kazaklar arasında duyulmaya ve başlamıştı. 1912 yılında Aykap dergisinin on üçüncü sayısında Mustafa hakkında “Bugün Petersburg Üniversitesinde Perovski kazası Grodekovski bucağında yaşayan Saçlı Kıpçak uruğundan gelen Mustafa Çokayev isimli delikanlı eğitim almaktadır. Bu genç, yükseköğretim kurumunda okuyan Prevoskili ilk Kazak olmalıdır.” diye yazıyordu.

      Mustafa, siyasî açıdan gazeteci Muhametcan Seralin’in başını çektiği Aykap dergisi ekibinden ziyade Alihan Bökeyhanov, Mircakıp Duvlatov ve Ahmet Baytursunov’un başında bulunduğu Kazak gazetesi ekibine daha yakındı. Bu ekibi tercih etmesinde Alihan Bökeyhanov’un etkisi büyük olmuştur. Bundan dolayı Mustafa Çokay, Kazak gazetesinin yayın hayatına başlmasını büyük bir sevinçle karşıladı. Nitekim Petersburg’daki bir öbek Kazak genciyle birlikte mektup yazarak gazetenin yayın kuruluna yolladılar. Gazetede neşredilen bu açık mektupta şunlar yazılıydı:

      “Halkımızın bir gazeteye ihtiyacı olduğu şüphesiz herkesin malumudur. Onun için Orenburg’da Kazak adıyla bir gazete çıkarılacağı haberini duyunca Petersburg’da yaşayan Kazak toplumunun olağanüstü biçimde sevindiğini bildirirken bu mektup aracılığıyla -halkımızın geleneklerine uyarak-gazetenizin bu ilk adımının hayırlı uğurlu ve ömrünün uzun olmasını, yayının amacına ulaşmasını canıgönülden dilediğimizi belirtmek istiyoruz. Kazak halkı bilim ve sanatı çok gelişmemiş bir toplumdur. Bu yüzden dünya işlerinde gelişmiş uluslar gibi kendi yaşam biçimini tayin edememiş, güçlü milletlerin dediğini yapan, yönlendirdiği tarafa yürüyen köle konumuna düşmüştür.

      Petersburg’da yaşayan altı yedi Kazak genci olarak her birimiz başka bölgelerden, her birimiz başka uruklardanız fakat kökümüz, kanımız bir olduğu için düşüncemiz ve amacımız da birdir. Birimizin sevinci de kaygısı da hepimizindir. Uygun vakit bulduğumuzda bir araya gelip bir birbirimizle görüşüp sohbet etmedikçe rahatlayamıyoruz. Kazak halkı sadece altı, yedi kişiden ibaret değildir, altı yedi milyon kişiden oluşmaktadır. Bu kadar insan yüz yüze görüşüp sohbet edemez. Dünyaya yeni gelen Kazak gazetesine herkes söz ve el birliği içinde destek verirse, henüz küçük demeden onu önder kabul ederse, baş sayarak herkes yürekten destekler ve gücünün yettiği ölçüde maddî manevî yardımda bulunursa dertli halkımızın dertlerini paylaşarak birbirimizden haberdar olma konusunda Kazak’ın katkısının da az olmayacağı kanaatindeyiz…”

      Mustafa’nın öğrencilik hayatı sürekli hareketliydi. Bu yüzden üniversiteden aldığı sınırlı burs ihtiyaçlarını