Lenoncourt-Givry ailesinden Lenoncourtlu bir hanımefendi olan eşine ait olan bu şato da onlarla birlikte yok olup gidecek çünkü Madam Mortsauf, ailenin tek çocuğudur. Ailenin nam salmış ünü ve tükenmek üzere olan servetleri arasında öylesine bir tezat vardır ki gururdan mı yoksa zorunluluktan mı bilmem, hep bu şatoda oturmayı ve kimselerle görüşmemeyi âdet hâline getirmişlerdir. Bu izole yaşamlarını şimdiye dek Bourbonlarla ilişkilendirmek mümkündü, ne var ki Kral’ın dönüşüyle hayatlarında çok bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Geçen sene buraya yerleştiğimizde, nezaketen ziyaret ettim. Onlar da iadeiziyarette bulundular ve bizi yemeğe davet ettiler. Kış nedeniyle birkaç ay görüşemedik, daha sonra da siyasi gelişmeler bizim dönüşümüzü geciktirdi. Şunu da söyleyeyim, Frapesle’e henüz yeni geldim ben. Madam Mortsauf gittiği her yerde en ön planda olabilecek bir kadındır.”
“Tours’a sık sık gider mi?”
“Hiç gitmez.” dedi ev sahibim. “En son Mösyö Mortsauf’a çok yakın olan Angoulême Dükü’nün geçişi dolayısıyla ayrılmıştı buradan.”
“Bu o!” diye haykırdım birden.
“Kim?”
“Güzel omuzları olan kadın.”
“Touraine’de güzel omuzları olan pek çok kadın göreceksiniz.” dedi gülerek. “Yorgun değilseniz, ırmağı geçer Clochegourde’a çıkabiliriz. Siz de sözünü ettiğiniz omuzların sahibini tanırsınız belki.”
Mutluluktan ve utançtan kızararak kabul ettim bu teklifi. Dörde doğru, uzun zamandır gözlerimle okşadığım o küçük şatoya vardık. İçinde bulunduğu manzarayı güzelleştiren bu şato aslında oldukça mütevazı bir mimarinin örneğidir; ön tarafında beş pencere vardır, güney cephesinde pencereler ise yaklaşık iki kulaç önde durmaktadır. Bu özellik, şatonun iki ayrı binadan oluşmuş gibi görünmesini sağlayan, eve güzellik katan mimari bir hünerdir. Ortadaki pencere kapı olarak kullanılır ve oradan, ikili merdivenlerin kıyısındaki ufak çayıra kadar uzanan katlı bahçelere inilir. Akasyaların ve Japon akçaağaçlarının kokusuyla insanı büyüleyen en alttaki bahçe katını ve köy yolunu, bu çayır ayırsa da her yer bahçeye aitmiş gibi görünür çünkü yol çukurdur ve bir yanı taraçayla diğer yanı da Norman çitiyle çevrilmiştir. Etraflıca düşünülen eğimler şato ile nehir arasında, suların neden olabileceği hasarın önüne geçecek ama aynı zamanda da nehir manzarasını da kapatmayacak bir mesafe bırakır. Evin altında, girişleri farklı kemerlerden oluşan garajlar, ahırlar, kilerler, mutfaklar bulunur. Çatıların köşelerine zarif biçimler verilmiş, kalkan duvarları oymalı pervazlı çatı pencereler de çiçeklerle süslenmiştir. Kuşkusuz ki ihtilal sırasında ihmal edilmiş olan çatı, güneye bakan evlerin üzerinde biten kızıl ve düz yosunların neden olduğu pasla kaplıdır. Hâlen Blamont-Chauvry armasının bulunduğu küçük bir çan kulesi vardır sundurmanın avlu kapısının üzerinde. Avuçları göğe bakan, renklendirilmiş iki el, uçları tepede birleşen iki mızrak, ortada uzayan bir çizgi ve Herkes baksın ama kimse dokunmasın! yazısı derinden sarstı beni. Ağızları altın zincirli Anka ve ejderden yapılmış destekler armaya daha hoş bir görünüm vermekteydi. İhtilal, dük tacı ile altın meyveli yeşil bir hurma dalından meydana gelen sorgucu hasara uğratmıştı. Kamu Kurtuluş Komitesi sekreteri olan Senart, 1781’den önce Saché’de krallık yargıcıymış. Bu hasarların nedenini bu kısa bilgiyle açıklayabiliriz.
Bütün bu düzenlemeler, çiçek gibi süslenen ve sanki havada süzülüyormuş gibi görünen bu şatoya zarif bir görünüm kazandırır. Vadiden bakıldığında, birinci kat gibi görünen zemin kat aslında avlu tarafında çeşitli çiçek kümeleriyle süslenmiş bir çimenliğe açılan geniş ve kumluk bir yolla aynı seviyededir. Şatonun her yerini kuşatan üzüm bağları, meyve bahçeleri ve ceviz ağaçları dikilmiş birkaç tarla hızla aşağı doğru uzanır ve yeşilin her hâline doyduğunuz o ağaç şölenini sunan Indre’in kıyılarına kadar ulaşır. Clochegourde’un bitişiğindeki yolu çıkarken özenle dikilmiş bu ağaçlara bakıp hayran oluyor, mutluluk yüklü havayı çekiyordum ciğerlerime. Acaba bu fâni dünyada olduğu gibi manevi dünyada da birtakım elektrik akımları ya da ısı değişimleri var mıdır? Güzel bir havayı sezen hayvanlar gibi kendisini ebediyen değiştirecek bu esrarlı olaylara yaklaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Hayatımın dönüm noktası olacak o gün, kendisini yüceltecek her türlü durumu da beraberinde getiriyordu. Tabiat sanki sevgilisini karşılamaya giden bir kadın gibi süslenmişti, ruhum ilk kez işitmişti onun sesini, daha önce size üzerimde yarattığı etkiden bahsettiğim o lise günlerinde hayalini kurduğum gibi bereketli, çeşitli görünümüyle seyir zevki sunmuştu gözlerime. Tüm bunlar, sanki kaderimin önceden yazıldığı bir kıyametten ibaretti; mutlu ya da mutsuz her olay, tuhaf görüntüler eşliğinde yalnızca üçüncü gözle görülebilecek bağlarla ilişkilendirilir. Kırsal hayatın gerekliliği olan tahıl ambarı, şaraphane, ağıllar, ahırlar gibi alanların olduğu bir avludan geçtik. Bekçi köpeğinin havlamaları üzerine bir uşak yaklaştı bize doğru ve Sayın Kont’un sabah Azay’e gittiğini ama hiç şüphesiz geri döneceğini, Kontes’in de evde olduğunu söyledi. Ev sahibim bana döndü. Kocası evde olmadığı için Madam Mortsauf’u görmek istemeyecek diye olduğum yerde titriyordum. Ama öyle olmadı, uşağa geldiğimizi haber vermesini söyledi. Çocuksu bir açgözlülükle evin girişindeki büyük bekleme odasına attım kendimi.
“İçeri geçin beyler!” dedi altından bir ses.
Madam Mortsauf baloda yalnızca tek bir kelime etmiş olsa da ruhuma işleyen ve mahkûm hücresine dolup parlatması gibi onu sarmalayan sesini hemen tanıdım. Yüzümü hatırlayabileceğini düşündüm, kaçmak istedim oradan. Ama artık çok geçti her şey için, kapının eşiğinde göründü ve gözlerimiz buluştu. Hangimiz daha çok kızardı, bilemiyorum. Tek bir kelime edemeyecek kadar nutku tutulmuştu. Hizmetkârın oturmamız için iki koltuğu bize yaklaştırmasının ardından o da gergefin başına geçti; sessizliğine bir kılıf uydurmak için iğnesini çıkardı, birkaç ilmek işledi, sonra uysal ama kibirli başını kaldırarak Mösyö de Chessel’e döndü ve bu ziyareti hangi hoş rastlantıya borçlu olduğunu sordu. Benim oradaki varlığımın nedenini merak etse de ne bana ne de ev sahibime baktı; gözlerini nehirden ayırmıyordu lakin körleri andıran dinleyiş şekline bakarak kelimelerdeki ayırt edilemez vurguların ruhta yarattığı çırpınmaları anlayabildiğinizi görürdünüz. Ve bu doğruydu. Mösyö de Chessel adımı söyledi ve kim olduğumdan bahsetti. Ailem, Paris’in savaş nedeniyle bir tehdit unsuru olmasından endişelendikleri için birkaç ay önce Tours’a gelmiştim. Touraine’i bilmeyen bir Touraine çocuğuydum, ağır çalışmalarım nedeniyle sağlığım bozulmuş, oyalanmak için de Frapesle’e gönderilmiştim. Ve işte şimdi de kendisi, ilk defa gördüğüm bu toprakları gösteriyordu bana. Tours’dan Frapesle’e yürüyerek geldiğimi ona ancak tepenin kenarında söylediğimden ve hâlihazırda kötü olan sağlığım nedeniyle kaygılandığından dinlenmem için Clochegourde’a girmeye karar vermişti. Mösyö de Chessel doğru söylüyordu ama böylesi mutlu tesadüflere nadiren rastlandığından Madam Mortsauf biraz kayıtsız kaldı bu anlatılanlara; anlamlandıramadığım bir tür aşağılanma duygusunun etkisiyle olduğu kadar, kirpiklerimin arasında asılı duran gözyaşlarımı saklamak için yere doğru baktım, soğuk ve ciddi bakışlarını üstümde gezdirdiğinde. Saygıdeğer şato sahibesi, alnımın ter içinde kaldığını gördü; kim bilir, gözyaşlarımı da fark etti belki de. Çünkü o an ihtiyacım olan, konuşma fırsatını vererek avutucu bir iyi yüreklilikle su serpti içime. Kabahat işlemiş genç bir kız gibi kızardım karşısında ve bir ihtiyarınki gibi titrek bir sesle, nahoş bir teşekkürle karşılık verdim.
“Tek dileğim…” dedim, şimşeği gökte fark edebileceğiniz kadar kısa bir an içinde