Гюстав Флобер

Madam Bovary


Скачать книгу

Bunlar, istekayı kullanırken sessizce gülümsüyorlardı. Duvarların iç yüzünde koyu kaplama lambri üzerinde büyük yaldızlı çerçeveler ve bunların alt kenarında kara harflerle yazılmış isimler vardı. Genç kadın şu isimleri okudu:

      “Jean Antuan d’Anderviliye d’lverbonvil, Kont dö la Vebiyesar ve Baron dö la Frenaye, 21 Teşrin 1587’de Kutras Muharebesi’nde maktul olmuştur.”

      Başka bir tabloda da:

      “Jean Antuan Hanri Guy d’Anderviliye dö la Vobiyesar, Fransa’nın amiralı, Saint-Michel nişanının şövalye rütbesini hamil, 29 Mayıs 1692’de Hug-Sen-Verst Harbi’nde yaralanmış, 23 Ocak 1693’te Vobiyesar’da ölmüştür.”

      Daha sonra gelenler pek fark edilmiyordu. Çünkü lambaların ışığı bilardonun yeşil çuhasına düştükten sonra salonda loş bir gölge dalgalandırıyordu. Bu ışık, yatay sıralanan tabloları cilalandırarak verniklerinin çatlaklarına ve çiziklerine göre, ince mücessem haleler hâlinde kırılıyordu ve bütün bu yaldızlı çerçeveler içindeki büyük siyah karelerden, şurada burada boyanan daha açık parçaları, bir soluk alın, size bakan gözler, kırmızı elbiselerin tozlu omuzlarına dökülen ondüle peruklar ya da yuvarlak bir baldır üstünde bir diz bağı tokası fırlıyordu.

      Marki salonun kapısını açtı, bayanlardan biri, Markiz’in kendisiydi bu, kalktı, Emma’yı karşıladı, iki kişilik bir kanepede onu kendi karşısına oturttu ve eskiden beri tanıdığı samimi bir dost gibi onunla konuşmaya başladı. Markiz aşağı yukarı kırk yaşlarında bir kadındı. Güzel omuzları, kemerli burnu ve ölgün bir sesi vardı. Bu akşam kestane rengi saçının üstüne sade dantelli bir fişü koymuştu. Uçları arkadan üç köşe sarkıyordu. Onun yanında ve uzun aralıklı bir sandalyede kumral bir tazecik oturuyordu. Yakalarında birer küçük çiçek bulunan beyler, şöminenin etrafında bayanlarla konuşuyorlardı.

      Saat yedide yemek hazırlandı. Sayıca daha fazla olan erkekler av luda birinci sofraya, kadınlar da Marki ve Markizle beraber yemek odasında ikinci sofraya oturdular.

      Emma, içeri girer girmez vücudunu sıcak bir havanın sardığını ve bu havada çiçek kokuları, güzel örtü kokuları, nefis tröflü mantarlı et kokularıyla karışık olduğunu kestirdi. Bir sürü kollu şamdanlarda yanan mumlar gümüş takımlara alevlerini uzatıyor, sıcaktan buğulanmış olan kesme kristal takımlar, aralarında donuk bir ışık alışverişi yapıyorlardı. Sofranın üstünde boylu boyuna bir çiçek şeridi uzanmıştı. Geniş kenarlı tabakların içinde piskopos külahı biçiminde devşirilen peçetelerin ortalarına, yumurta gibi ufak birer ekmek kondurulmuştu. Kırmızı ıstakoz ayakları, tabaklardan dışarı uğramış, delikli sepetlerin içinde iri iri yemişler, yeşil çimlerin üstüne kat kat yerleştirilmişti. Kanatlarıyla birlikte konmuş bıldırcınların dumanı tütüyordu. Sofracıbaşı (metridotel) da kısa pantolonu, ipek çorapları, beyaz kravatı, dantelli göğüslüğü ve bir hâkim ağırbaşlılığıyla elindeki büyük tabakların içindeki yemeklerden seçilen parçayı, kaşığının ustalıklı bir kavrayışı ile alıp önünüze koymak için davetlilerin omuzları arasından geçiyordu. Bakır çemberli büyük çini soba üstünde çenesine kadar tüle bürünmüş küçük bir kadın heykeli, bu kalabalık salona donakalmış, bakıyordu.

      Madam Bovary birçok kadının eldivenlerini bardaklarına koymadıklarına dikkat etti. Şarap içmek istemeyenler eldivenlerini kadehlerine bırakırlardı.

      Bu sırada sofranın bir ucunda ve bütün kadınların arasında yalnız, dolu tabağına eğilmiş, peçetesi çocuk gibi ensesinden bağlanmış yaşlı bir adam vardı ki ağzından damla damla salçalar akarak yemeğini yiyordu. Göz kapakları ters çevrilmiş gibi, kızarmış gözleri vardı. Siyah bir kurdele ile sarılı küçük bir tutam saç, başının arkasından sarkıyordu.

      Bu adam, Marki’nin kaynatası ihtiyar dö Laverdiyer idi. Marki dö Konflan’ın konağında iken vaktiyle yapılan Vodröy av partilerinde Kont d’Artua’nın sıkı dostu ve denildiğine göre Mösyö dö Koenyi ile Mösyö Lozün arasında Kraliçe Mari Antuanet’in de adamı. Düello larla, bahislerle, kaçırılmış kadınlarla dolu şatafatlı bir sefahat âlemi içinde yaşamış, servetini yalayıp yutmuş ve bütün ailesini dehşet içinde bırakmış bir adamdı. Sandalyesinin arkasında bir uşak, kulağına eğilip yüksek sesle, onun kekeleyerek parmağıyla gösterdiği, tabaklardaki yemekleri söylüyor, Emma’nın gözleri de ikide bir, bu kral sarayında yaşamış, kraliçelerin yatağında yatmış, dudakları sarkık, ihtiyar adamın üzerinde, anlı şanlı bir şey, bir harika seyreder gibi, takılıp kalıyordu!

      Yayvan bardaklara buzlu şampanyalar konuldu. Dudaklarında onun soğuk temasını duyan Emma’nın bütün vücudu bir kere titredi. O, ömründe nar görmemiş, hiç ananas yememişti. Toz şeker bile ona her yerde gördüğünden daha beyaz ve daha ince göründü.

      Nihayet bayanlar, balo hazırlıkları için yukarı, odalarına, çıktılar.

      Emma, sahneye yeni çıkan bir aktris titizliğiyle tuvaletini yaptı. Saçlarını berberin tavsiyelerine göre düzeltti ve karyolada serili duran, ince tiftik yününden robunu giydi. Yemekten sonra Charles’ın pantolonu dar geliyor, belini sıkıyordu.

      “Dans ederken supiyelerim beni rahatsız edecek sanırım.” dedi.

      Emma sordu:

      “Ne dedin, dans mı?”

      “Evet.”

      “Aklını mı oynattın sen? Âleme kepaze olursun, otur oturduğun yerde!”

      Sonra ilave etti:

      “Zaten bir doktora yakışan da budur.”

      Charles sesini çıkarmadı. Odada bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, Emma’nın giyinmesini bekliyor ve iki şamdan arasında ışıklanan billur vücudunu aynanın içinde seyrediyordu. Kara gözleri şimdi daha kara gibi göründü. Başını saran kurdeleler, kulaklara doğru biraz kabarık, mavi bir ışıkla parlıyor, arkadan kıvrılan saçına takılı gül yapraklarının ucundaki yapma su damlalarıyla, ince dalının üstünde titriyordu. Yapraklı üç gül demeti ponponla kaldırılmış açık bir rop giyinmişti.

      Charles geldi, sarılarak omzundan öptü.

      “Rahat dur! Elbisemi buruşturuyorsun.”

      Bir kemanın ince nağmesi ve klarnet sesleri duyuldu. Emma hemen merdivenden indi. Koşmamak için kendini zor tutuyordu.

      Kadril4 başlamıştı. Bir taraftan gelen davetliler kapıdan sığışamıyor, birbirini itiyorlardı. Genç kadın, kapıya yakın küçük bir iskemleye ilişti.

      Kontrudans bittiği vakit parke serbest kaldı. Şimdi takım takım erkekler orada ayakta konuşuyor, hususi kıyafetleriyle hizmetçiler, ellerindeki büyük tepsileri kimseye dokundurmadan götürüp getiriyorlardı. Oturan kadınların sırasında renkli yelpazeler sallanıyor, gül demetleri yüzlerdeki gülümsemeleri yarım yamalak örtüyor, tıpaları yaldızlı şişeler, yarı açık, ellerde dönüyor, o elleri örten beyaz eldivenler, tırnakların biçimini meydana vurduğu kadar bilekleri de sıkıyordu. Dantel garnitürler korsajlarda titriyor; pırlanta broşlar göğüslerde kıvılcımlanıyor, madalyonlu bilezikler çıplak kollarda şıkırdıyordu.

      Alınlara yapışmış ve enselerde gergin duran saçlarda yaseminler, nar çiçekleri, başaklar, miyozotisler ve peygamber çiçekleri salkım salkım, dal dal veya çelenk şeklinde duruyor; başlarında kırmızı başörtüsü çatık kaşlı analar yerlerinde sessiz oturuyorlardı.

      Kavalyesi onu parmaklarının ucundan tutarak yerine getirdiği vakit Emma’nın yüreği biraz oynadı. Tekrar dansa kalkmak için yayın, kirişler üzerinde bir hamlesini bekliyordu. Çok geçmeden bu heyecanlı