Hüseyin Rahmi Gürpınar

Metres


Скачать книгу

boğa boğa:

      “Buna iyilik deme… Lütuf deme… İnayet deme… Hep bu kelimelerin üstünde bir tabir bul… Bir arkadaşı ihya de… Belki bundan daha kuvvetli bir cümle, bir terkip icat et… Fakat azizim… Fakat sevgili biraderim… Bu lütfuna neden dolayı müstahak görüldüğümü anlayamıyorum. Bu hareketin yalnız bir insaniyet eseri midir? Yoksa karşılık olarak sen de benden…”

      Bu defa Reyhan’ın da sedasında bir titreme ile:

      “Evet ben de senden bir fedakârlık isteyeceğim.”

      “Vadettiğin lütfun büyüklüğü karşısında kendimce karşılık olarak fedakârlık denebilecek bir hareket düşünemiyorum da…”

      “Parnas’ın masrafını aylık olarak iki yüz lira farz edelim.”

      “Peki öyle olsun.”

      “Bunun yarısını, yani yüz lirasını ben vereceğim; fakat bir şartla…”

      “Ne gibi?”

      “Muhabbetinize iştirak şartıyla.”

      “Pardon anlayamadım.”

      “Arabistan’da bir kısrağın kaç sahibi bulunduğunu hiç işittin mi?”

      Tıkanır gibi bir helecanla: “İşittim. Sonra?”

      “Bu iktisat kaidesi masraflı metreslere de tatbik edilemez mi?”

      “Namusum hakkı için anlayamıyorum.”

      “Kısrak hesabı… Bir metresin iki ‘aman’ı bulunsa ne lazım gelir?”

      Bu acayip suale karşı Müştak deminden beri minnetle öperek ıslattığı ve ellerinde tutmakta olduğu o iki eli nefretle haykırıp ve bütün kuvvetiyle sıkarak Reyhan’ı dut ağacı silker gibi iki üç defa şiddetle sarstı. Canavar homurtusu gibi bir sesle “Hayvan herif! Deni65 mahluk!..” hakaretlerini savurarak artık Reyhan’ı görmekten korkuyormuş, iğrenç bir şeyden kaçıyormuş gibi yavaş yavaş odanın bir köşesine çekildi.

      Biraz evvel birbirlerini candan aziz tanıdıklarını gösteren tabirlerle konuşan bu iki kişi şimdi düşmanca bir tavırla birbirini süzüyor, Müştak’ın yüzünde derin bir nefret eseri, Reyhan’ınkinde zehirli, acı bir alay gülüşü dolaşıyordu.

      Böyle bir müddet bakıştılar, sonunda Müştak:

      “Bu kısrak işinin metrese tatbikini hangi felsefe kitabında okudunuz beyefendi?”

      “İktisat felsefesinde.”

      “Demek iktisada uyarak birkaç kişi bir metresle geçinebilirlermiş, öyle mi?”

      “Hayhay…”

      “Öyle ise bu iktisat felsefesinde seninle birlik olacakları benden başkasında ara, kendi terbiyende arkadaşlar bul. Birkaç bekârın bir han odası kiralamaları gibi siz de sekiz on arkadaş bir metresle geçininiz.”

      “Fakat benim gözüm Parnas’ta.”

      “Ben yaşarken sen Parnas’ın eski çorabını bile elde edemezsin.”

      “Acelem yok, intiharınızı beklerim. Deminki hesaba göre bu da pek uzun sürmeyecek değil mi?”

      Müştak, düşmanının bu mantıki alayına:

      “Nefret… Lanet senin gibi hayvan tabiatlı heriflere…” tahkirlerinden başka söz bulamayarak böyle nefret, lanet kelimelerini tekrar ede ede odadan dışarı fırlamakta iken ev sahibi o eksilmeyen alaylı gülüşüyle:

      “Müştak… Müştak… Bana bak. Çok ham beyinli herifmişsin. Öfke ile kalkan zararla oturur… Hele biraz beni dinle.”

      Henüz dostunun lütfundan ümit kesmeyen Müştak bu son sözleri dinlemek için çatkın, dalgın bir yüzle oda kapısının önünde durdu. Bu lütuf ümidinden hâlâ kendini alamadığını anlatır bir sesle:

      “Birader maksadın latife ise onun da bir zamanı, hele bir haddi vardır.”

      “İflas gününün yaklaştığını gören büyük bir tüccar o saatte elinde bulunan servetinden nasıl faydalanırsa sen de matmazel ile olan bugünkü sevda saadetini öyle saymalısın. Çünkü sonu yok. Ayda birkaç yüz lira masrafla idare olunur bir metresle yaşamak senin, benim gibi züğürtlerin harcı mıdır? Elinde ne varsa satıp bitirdikten sonra ne olacak? Matmazel Parnas, ihtimal bir adiyö demeye bile tenezzül etmeden seni bırakacak. Serveti kendine günde birkaç anfor kırdırmaya yetebilecek bir başka âşık bulacak. Onlar seyirlerde, balolarda avuç avuç para saçarak gezerken sen karşıdan içini çekerek bakakalacaksın. Senin için böyle bir son muhakkaktır. Yarın başkasının olacak bir karıyı bugün benden ne diye kıskanıyorsun? Teklifimdeki ehemmiyeti sen birdenbire kavrayamadın. Öyle karılarla peyda edilen muhabbete bir sonsuzluk şekli vermeye uğraşmak kadar budalalık düşünülemez. Onlar, herkesin elinde bulunabilecek birer çiçek gibi bir an koklayıp geçilmeli. Koklama zamanını uzatmak istersen ilk anlarda insanı hazdan bayıltan o can alıcı koku, bayıltıcı bir ölüm zehir tesiri gösterir. Ben Parnas’ı sevmek isterim. Fakat sonsuz bir muhabbet iddiasıyla değil. Öyle bir kadınla birkaç ay yaşamış bulunmak için… Hiçbir şeyin nefsin bıkmasına kadar sürmesini sevmem. Bıkmak bir felaket, bıkmamak ise bir çeşit saadettir. Hele aşkta, sevdada… Doygunluk, kayıtsızlık ile sönen muhabbetlerle, ayrılık zamanında gözyaşları ile süslenmiş olan sevdalar arasında ne büyük fark vardır. Ben her işimde, halkın yoluna, herkesin gidişine uymaktan uzak dururum. Kendi fikrime, muhakememe göre davranırım. Seni böyle düşünceden mahrum buldum. Metresine ortaklık teklif ettiğim zaman hiç düşünmeden dehşetli öfkelenmen bu zayıf tarafını gösteriyor. Sen insanlık hâlini tam olarak tetkik etmemişsin. Bazı kavimlerde poliandr denilen bir âdet vardır ki poligaminin zıddıdır. Bu ikinciyi ‘kadın eş çokluğu’ diye çevirirsek birinciyi de ‘erkek eş çokluğu’ ile anlatabiliriz. Bir metresin birkaç âşığı olabilir. Şu kadar ki kadın âşıklarını birbirinden haberdar etmeyerek idareye uğraşır. Çok defa bu idare etmek de laftır, âşıklar birbirini tanırlar; fakat iş icabı tanımaz görünürler. Âşıklar adi kimselerden olursa o zaman boğaz boğaza, bıçak bıçağa gelirler. Kan olur, kıtal olur. Çok şükür biz aynı kadına tutkunluğumuzu bilip de bilmez görünecek budalalardan olmadığımız gibi muhabbet mezadında gezerek, parası en çok olanın üzerinde kalacak olan bir iffetsiz kadın için birbirimizi öldürecek hafif beyinlilerden değiliz. Ben sana dünyayı anlar bir feylesof görüşü ile hakikati söylüyorum. Senin Parnas’a yedirecek kaç paran kaldı! Mesela beş yüz liran değil mi? Ona bir beş yüz de ben katarım. Sen kendi paranla bu karıdan dört ay istifade edecek iken bu muhabbete benim ortak olmamla faydalanma zamanı bir o kadar daha uzatılmış olacak. Bu birinci sınıf muhabbetten yarım navlunla birkaç ay ikimiz de murat almış oluruz. Maksadım başka türlü olsa, matmazelin muhabbet imtiyazı sana verilmedi ya, ben de gider doğrudan doğruya kendine aşkımı söylerim. Bundan beni alıkoyabilir misin? İşte sana namusluca teklifim şu: Matmazeli ortaklaşa sevelim. Böyle davranırsak sevdamızın saadetini dört ay daha uzatmış oluruz. Gün doğmadan neler doğar? Bu dört ay içinde gene saadetimizi uzatmak için bir fırsat yakalamayacağımızı kim bilir?”

      “Sende paralar sıfırı tüketince demek ki sevgiyi uzatmak için muhabbet ortaklığımıza bir üçüncü aza daha arayacağız, öyle mi? Tu… Namussuz… Ben de durdum da bu saçmaları söz diye dinliyorum. Paran da senin olsun, felsefen de… Rezil… Yarım navlunla birinci sınıf sevdada birkaç ay geçirmek için kendine rezalette arkadaş olabilecek ortaklar ara. Hiç böyle utanmaz görmedim. Elinden gelse muhabbet ortaklığı kurmak için hisse senedi çıkaracak… Utanmaz…”

      Reyhan derin bir alayla yüzünü buruşturarak:

      “Senin