hava mı dokunuyor? Bazı bünyelerin aynı havadan başka başka müteessir olduklarına dair Mösyö Kölen ‘fizyoloji’sinde…”
“Aman kardeşim Reyhan, rica ederim, biliyorum bilgin geniştir. Türkler arasında bir ‘erüdi’sin.62 Allame-i zamansın. Fakat bugün dinleyecek ne vaktim var ne de hâlim. Senden ufak, bir ufak şey istirhama geldim. İki kelime ile maksadımı anlatacağım. Sen de bana aynı kısalık ile ya kabul veya ret cevabı vereceksin.”
Şaşırarak: “İstirham tabirinin lüzumu yok. İstediğin ne ise söyle.”
“Borç olarak iki yüz lira.”
Reyhan, yazı masasının önünden fırladı. Müştak’ın karşısında ellerini göğsü üzerine çaprazvari kavuşturup bir aktör tavrı alarak:
“İstediğin bu para ile resimli gazete veya bir mecmua çıkaracak isen birader sana paradan evvel koskocaman bir nasihat vereyim; o fikirden vazgeç!”
“Hayır o maksatla istemiyorum.”
“O hâlde bu parayı ne yapacaksın?”
“Bu lüzumu anlatmaya girişirsem lakırtı uzar.”
Reyhan, mühim bir şey bulmuş gibi, birden elini dizine vurarak:
“Ha! Anladım… Anladım. Deminden beri gösterdiğim kalın kafalılığa sen de şaş, ben de şaşayım. Şu aralık Matmazel Parnas ile meşgul olduğunu nasılsa hatırlayamadım. Öyle bir metresle yaşayana ‘Parayı ne yapacaksın?’ diye sormak pek saçma değil mi?”
“Zekisin. Çok zekisin monşer! Parayı ne yapacağımı beni çok üzmeden işte anladın. Fakat asıl bence dayanılmayacak olan bundan sonraki üzüntüyü kısa kesmeni rica ederim. İstediğim bu parayı verecek misin, vermeyecek misin? Bir sözle cevap ver.”
“Yoook… Öyle işi aceleye boğup da sıkboğaz olmaya gelemem.”
“Seni sıkboğaz eden yok birader. Paran daha dolabında duruyor. İster isen verirsin, istemezsen vermezsin. Bu borcu senden alamazsam gideceğim bir iki yerim daha var, onlara gideceğim, vakit geçmesin diye acele ediyorum. Çok şükür benim param yok değil; fakat en erken yirmi gün sonra elime geçecek. Bana bugün yarın lazım. Sana muntazam senet vereyim, istersen itibarlı bir de kefil göstereyim.”
Düşünerek: “Hayır monşer, maksadımı anlamadın. Ben şimdi senet, kefil sormuyorum. Hâlin bana çok tuhaf göründü. Sana acıdım. Şimdi eline iki yüz lira koymakla kendimi senin derdine çare bulmuş sayamam. Sana edeceğim iyiliği, seni çok sevdiğimden esaslı şekilde etmek isterim.”
Şaşırarak: “Ne gibi?”
“Seni biraz istintak edeceğim.63 Soracaklarıma ne kadar doğru cevaplar verirsen hakkında o kadar hayırlı olur.”
“Monşer öyle uzun uzadıya sual cevaba vaktim yok. Şimdi söyledim ya, senden ümidi kesince başka taraflara müracaat edeceğim.”
“O hâlde uğurlar olsun. Benim de öyle çarçabuk bir dosta borç verilecek iki yüz liram yok.”
Reyhan’ın verdiği bu son cevabın ümitsizliği ile Müştak’ın, biraz evvel azıcık ümide düşmüş olan o zavallının çehresi bir anda birkaç renge girdi. Dudakları titremeye, gözleri sulanmaya başladı. Çünkü her söz başında gösterdiği acelecilik sahte ve başvuracağını söylediği yerler tamamıyla esassızdı. Başvurmak lazım gelen yerlerin hepsini kaç zamandır dolaşmış, hiçbirinden beş lira koparamamış, son bir kandırma ümidi ile Reyhan’a başvurmuştu.
Vücudunun titremesini tutmaya çalışmakla beraber Reyhan’a karşı ümitsizliğinin acısını gizlemeye uğraşarak; fakat zor anlaşılır bir sesle “Öyle ise gideyim.” sözleriyle odadan çıkarken Reyhan dostunun gizlemek istediği derin ümitsizliği anladığını gösterir ve ahbapça olan bir üzüntüden çok alaya verilebilecek bir tarzda dedi ki:
“Kendi yararınız için soracağım birkaç suale hiç tereddüt etmeden cevap verecek kadar dostluğuma güvenmediğinize teessüf ederim.”
Titrek bir seda ile: “Bütün dostlarından üstün tutarak en önce size başvuran eski bir dostunuzu bu kadar az bir para için istintaka kalkışmanızdan doğan teessürümün sizin göstermek istediğiniz teessüften fazla olacağına şüphe yoktur.”
Ev sahibi, misafirin kulağına biraz eğilerek:
“İstintak tabirini kullandığımdan dolayı ürkmeyiniz. Size soracağım sualler hep Matmazel Parnas ile aranızdaki muhabbetin devamı ile ilgilidir.”
Bu muamma gibi sözlere karşı Müştak afalladı. Hiç cevap vermedi. Dostunun alık alık yüzüne bakakaldı.
Reyhan sözüne devam ederek:
“Ya oğlum, işte böyle alıklaşırsın. Farz edelim ki istediğin miktarda parayı şimdi sana vereyim. Buradan çık git. Bununla ne iş göreceksin? Birkaç günlük ihtiyacını tamamladıktan başka bir şey yapamayacaksın. Biraz sonra gene aynı sıkıntı baş gösterecek. Her zaman sana iki yüz lira borç verecek bir dost bulunmaz. İşi esasından inceleyelim de ona göre çare arayalım.”
Müştak şüpheli bakışlarla dostunu süzerek:
“Sözlerinden hâlâ bir şey anlayamıyorum. Eğer maksadın birtakım baba nasihatleriyle beni sevdamdan vazgeçirmek ise sana şimdiden anlatayım ki ben nasihat dinlemem. Nasihat almaya ihtiyacım olsaydı, sana hiç gelmez, daha ehline müracaat ederdim. Çünkü hâlini bilirim. Sen benden çok nasihate, ıslaha muhtaç bir zirzopsun.”
“Nasihat vermek nerede ben nerede a birader! Nasihat verecek değilim. Yazık değil mi çeneme… Sana açık bir teklifte bulunacağım.”
“Söyle.”
“Hayır… Evvela soracaklarıma cevap vermeli.”
“Aşk sırlarımı öğrenerek gazetelere fıkralar yazmaya kalkışırsan sonra iş düelloya varır ha!”
“O gibi kötü emellerle bir dostu söyletecek kadar alçak huylu değilim.”
“Parol donör mü?”64
“Parol donör.”
“Öyle ise sormaya başla. Her sualine dosdoğru cevap vereceğim.”
İkisi de birer sigara yakarak karşı karşıya koltuklara oturdular. Reyhan alnını buruşturup iki kaşını birbirine yaklaştırarak aldığı ciddi tavırla:
“Matmazel Parnas’la yaşamak için ayda ettiğin masrafı kısaca bana anlat bakayım.”
Bu suale karşı Müştak, yalnız ökçesini halıya dayayarak yerden bir dar açı teşkil etmek üzere açık tuttuğu ayağını, sağa sola şiddetle bir zaman sallayarak derin derin bir göğüs geçirdikten sonra:
“Bana öyle bir şey sordun ki bunun cevabını kendi kendime karşı vermekten bile korktuğum için mümkün olduğu kadar o işi düşünmekten zihnimi uzaklaştırmaya uğraşıyor; yalnız elime ne geçerse onu sarftan başka bir şey düşünmüyor, hesaplamıyorum. Ama gene sualine cevap vereceğim. Efendim… Efendim… Efendim… Nereden başlıyayım? Ha… Dur… Ayda on lira apartman kirası…”
Gözlerini açarak: “Çok…”
“O paraları verirken benim gözlerim seninkilerden çok büyüyor ama fayda yok. Ondan aşağı bir dairede oturmuyor. Sen masrafın azlığına çokluğuna itiraz etme. Yalnız dinle ki söz uzamasın.”
Müştak, dostuna susmasını tavsiye ederken masrafın varacağı toplamın korkunçluğundan heyecanını gizleyemeyerek baygınlığa yakın bir sesle:
“Zihnim