Hüseyin Rahmi Gürpınar

Metres


Скачать книгу

etrafına bir de duvar çevrilirdi. Sonra tahsil için Paris’e de gittin. Oradaki tahsilin derecesi de deminki ‘Ne vakit nankör tabiatlarla insanın işi olur.’ gibi saçma sapan tercümelerinden anlaşılıyor.

      Maksat, çocuğun tahsili için madamla konuşmak ise o ciheti bana bırakınız, ben görüşeyim. Hem anlayayım bakalım, mürebbiyenin felsefedeki göz açıklığı nerelere kadar varabiliyor?”

      Madam Krike’ye dönerek:

      “Madam, moi, parler, un peu français…

      Mürebbiye gülerek:

      “Très bien, monsieur, très bien.

      “Me, pa boku!.. Meryem Dudu bize edecek tercümanlık.”

      “Fakat efendim, ben biliyorum güzel Türkçe. Çok vakit var ben burada, sizin şehir, bir Hristiyan familya konak oturuyorum.”

      Feylesof sevinerek:

      “Bravo! Bravo! Boku anşante… Vuzet bon fam… bon fam… e mua bon om.... bon om… Filozof sinik…”

      “Oui. Vous êtes un homme trèes bon.... Un éminent philosophe…

      “Setasse Franse… Artık Türkçe konuşalım.”

      “Siz nasıl istiyor öyle oluyor.”

      Revai, içinden Ben nasıl istersem öyle mi oluyor? Bu karı da pek kuru, sinir gibi ama sarhoşluğuma tesadüf ederse belki ısırırım. Artık Meryem Dudu’dan usanç geldi. Biraz çeşni değiştirmiş olurum! diye düşündükten sonra:

      “Madam cenapları, eski Yunan filozoflarından Krates’in tercümeihâlini bilir misiniz?

      Mürebbiye biraz düşünerek:

      “Oui Monsieyur! Cratès le célèbre Cynique. Contenporain de Polémon, successeur de Xénocrate dans l’école platonique.

      “No madam! Pa boku franse… An Türk an Türk…”

      “Pardon efendim. Ben Krates biyografi bir parça biliyor. Bu büyük filozof köpeklerden… Diyojen idi bunun hoca…”

      “Berhudar ol madam!.. Yirmi senedir şu mahallede senden başka Krates’i tanıyan bir adama tesadüf edemedim Alimallah evvelbeevvel eli öpülecek mürebbiyelerdenmişsin. (yavaşça) Daha sonra diğer taraflar da intihap edilebilir. (âdeta) Krates’i tanıdığın için madam boku anşante… Mademki babasını tanıdın, biraz gayret et de şunun oğlunu da bil… O zaman sana iki katlı bir aferin.”

      “Evet biliyor… Baba Krates, oğul Pasikles, ana Hiparhiya.”

      “Sen çok malumatlı karı… Azıcık daha sıkıştırırsam Krates’in büyük babasını da, belki onun dedesini de bileceksin. Fakat neye lazım! Bize yedi ceddinin lüzumu yok. Krates ile Hiparhiya oğulları Pasikles’i nasıl büyüttülerse biz de Rıfkı’yı öyle büyütelim derim. Malum ya!.. Bu ana baba ikisi de kiniklerden feylesof idiler. Oğulları Pasikles’i de çekirdekten öyle yetiştirdiler. Oğlan âdeta köpek yavrusu gibi büyüdü. Yazın çocuğa hiç esvap giydirmezlerdi. İngilizler hamama nasıl girerler, Pasikles sokakta işte öyle alangle gezerdi. Bir gün çocuk dere kenarında bacaklarını suya salıvererek şapur şupur oynamakta iken vücudundaki deliklerden birine sülük kaçtı. Sonra o sülüğü nasıl ameliyatla çıkardılar. Bu ehemmiyetli bahsi okudun mu?”

      “Hayır. Ben Krates biyografi okudu, fakat sülük görmedi.”

      “Öyle ise Krates hakkındaki tetebbuun59 eksik. Kıssadan maksat hisse almaktır. O sülüğe müteallik ameliyatı dikkatle okumalı. İnsan hâli bu. Başa öyle bir kaza gelirse defi çaresini hariçten öğrenmeye ihtiyaç kalmaz. Peki, Krates’in hatip Metrokli’ye verdiği terbiye dersinden de malumatın yok mu?”

      Mürebbiye kızarak:

      “Biliyor. Fakat hanımefendimiz ve çocuk önünde böyle kirli lakırtı etmek istemiyor onun için…”

      Revai’nin anlatışı pek açık saçık olduğundan biz o sözleri olduğu kadar kapalı sözlerle anlatıyoruz.

      “Lakırtıların büsbütün bogadaya60 konmuş tertemiziyle de çocuk terbiye olmaz. Rıfkı’yı bu kadar utangaç alıştırma. Mahçup, sıkılgan büyütülen çocuk ailesinden bir servete konmazsa sonra aç kalır. Bir feylesof çocuğu olmak için büyütülüyorsa ona açlığa, çıplaklığa, rast geldiği kovukta kıvrılıp yatmaya idman ettirmeli. Yok, dünya adamı olarak terbiye edilecekse utanma faslını eski usulde anlatmayıp, cingöz kaporoz alıştırmalı. Evet, madam. Gelelim hatip Metrokli’ye. Bu zatta acayip bir illet varmış. Ne vakit nutuk söylemeye başlasa sarf ettiği kelam kadar kendi de yellenirmiş. Çok defa bu ikinci fiil nutkunun sadasından baskın olduğundan halk huzurunda utana utana sonunda bu pis huyu yüzünden hatiplikten feragatle evindeki köşesine çekilmiş. Böyle havai bir iş yüzünden mesleğini terk etmeye karar verdiği için, Krates, Metrokli’ye şaşmış ve kızmış. Bir gün gaz yapacak birtakım maddeler yiyerek karnını balona çevirdikten sonra yellenme illetine tutulmuş olan mahcup hatibin evine gitmiş. İki cihetli nutka başlamış. O kadar güzel sözlerle yüksek hakikatler sarf etmiş ki nutkun birçok noktalarında malum hastalığı yüzünden yellenmekte misafirine arkadaşlıktan geri kalmayan ev sahibi o gürültüler arasında işittiği sözlerin azametine hayran olmuş. İfadesinin belagatiyle Metrokli’nin takdirini kazandığını anlayan Krates, muzaffer bir tavırla demiş ki: ‘Ey dostum Metrokli, sözlerimin hakikatlerini karnımın gürültüleri bozdu mu? Karnının yelleri hitabetine mâni olmasın. İşte benden cesaret al da çık mesleğinde devam et.’ ”

      Firuze Hanım feylesofun sözlerinden pek sıkıldığı için kendinde sinir ağrıları başlamadan salondan savuşmuştu. Hami, öfkesini güç zapt edebilir bir hâlde Revai’yi dinliyor, aile namusuna dokunur bazı sözlerini önleyebilmek için ikisini yalnız bırakarak salondan çıkamıyordu.

      Revai, Hami’nin suratındaki öfke alametlerinden sıkıntısını anlayarak:

      “Hami Beyefendi yüzüme öyle gazaplı nazarlarla bakma. Ali Ağa’yı çağırmaya daha vakit var. Emin ol ki bugün işi o raddeye getirmeyi ben de arzu etmiyorum. Artık ihtiyar oldum. Vücudum evvelki kadar dayağa tahammül edemiyor. Benim hizmetime Ali Ağa’nın niçin tayin edildiğini madam bilmez. Kırk Yunan feylesofunun ibret verici fıkrasını okusa bu kadar garip bir şeye tesadüf edemez. Dur bari onu da ben anlatayım: Madam, beni dövmek için mahsusen aylıkla bir adam tutulmuştur. Malum ya, kinik filozoflar nefse eziyet maksadıyla acayip vasıtalara başvururlardı. Bunlardan bazıları, hırçınlığa tahammül ile ahlak metaneti kazanmak için hayatın belası denecek huysuz kadınlarla evlenirlerdi. Başkaları da kışın ince, yazın kalın ağır elbise giyerek vücut rahatsızlığına çare ararlardı. Filozofların bu yoldaki deliliklerini anlamak için Hint’e kadar gider isen kendine bir temel çivisi uydurarak güya kuş tüyü bir minderde imiş olanlarını bile görürsün. Ben nefse eza için çare düşündüm. Hırçın karı ile evlenmeyi pek maksada kâfi görmedim, çünkü onu hariçte aramaya lüzum yok, bu yalıda huysuz karılar lüzumundan ziyade… Hint usulü çivi keyfiyetini bünyeme muvafık bulmadım, zira basurdan hâlim harap… Eğer bu bir ceza ise vücudumdan çivisiz olarak akan kan benim için kâfi… Eziyet ile nefis terbiyesinin bence en âlâsı Ali Ağa’nın sopasıdır. Her ne zaman riyazet kaidelerine riayetsizlik neticesi olarak vücutta biraz şişmanlık peyda olursa buraya salonun kapısına gelirim. Firuze Hanımefendi’ye ait bir iki söz sarf ederim. Derhâl Ali Ağa celp olunur. Beni çalyaka ederler, basarlar sopayı… Vücudum dayağa kanıncaya kadar söylenirim. Sopaların sayısı benim gibi dayanıklı bir feylesof için kâfi dereceye varınca susarım. Dayağa da nihayet verilir. Beni döşeğime götürürler. Eksik olmasınlar, önüme bir tas sıcak çorba getirirler.