Hüseyin Rahmi Gürpınar

Metres


Скачать книгу

sigarasını, Farisi hocası nargilesini içerek keyif çatarlar ve Nikolayidi Efendi kilercinin hazırladığı işret tepsisinden kadeh düzikoyu53 yuvarlayarak o nefis mezelerin seçimi meselesinde saniyelerle yorulurken, bu üç muallim o gün Hami Bey’in keyfi için ne kadar dil kaidesi baltaladıklarını birbirine hikâye ederek gülüşürlerdi.

      3

      Kinizm Taraflısı Bir Filozof

      Firuze Hanımefendi, öncelerini bir parça anlattığımız öyle bir hayatın zevklerinin verdiği yorgunlukla yüzü buruşmuş bir kadın, oğlu Hami Bey ise işte böyle dandini beyim hoppala paşamla terbiye görmüş bir gençti. Bu ailenin Şadi Efendi’nin ölümünden sonraki her türlü tartı ve ölçü dışındaki vur patlasın yaşaması ancak dokuz on yıl kadar sürebildi. Çiftliklerin çoğu satıldı. Kalanlar sarraflara ipotek edildi. Hami on beş on altı yaşına girdiği zaman bütün gelirleri ayda yüz elli, iki yüz liraya kadar inmişti ki bu azalış ana oğulun dokuz on yıldır geçirdikleri israfçı hayata göre âdeta acınacak bir yoksulluk, çekilmez bir fukaralık hâli demekti. Meşhur meseldir: “Kırk yılda bir zengin fakir, bir fakir zengin olmaz.” Bu meselin ilk söylendiği zamanda besbelli bugünkü borsalar, piyasalar, fondalar yokmuş. Çünkü şimdi zenginlik, sermaye ve ticaretinin parmakla gösterilecek kadar genişliğiyle ün almış olan biri bir telgrafla birkaç dakikada top atıveriyor, gene böyle bir piyasa muamelesinde adı sanı pek bilinmeyen başka biri de çarçabuk zengin olabiliyor. Demek eskiden insanlar ağır ağır zengin olurlar, yavaş yavaş fukara düşerlermiş. Fakat bu meselin hâlâ bazı ailelere göre düşündürücü bir tarafı bulunabilir. İşte rahmetli Şadi Efendi ailesinde görüldüğü gibi pek sıkıştıkları bir zamanda Firuze Hanım gayet değerli bir top şal, büyük kıratta bir yakut yüzük, daha bunlara benzer şeyler çıkararak gizlice sattırır, gene günlerini gün etme imkânını bulur idi. Birkaç yıl da böyle geçti. Çalgıcı halayıkların gençleri satıldı. İhtiyarları çırak çıkarıldı. Musiki, dans hocaları savuldu. Erkek, kadın hizmetçiler, seyisler, aşçılar beşte dört derecesinde azaltıldı, kısıldı. Yeniden yeniye akarlar elden çıkarılarak yıllık gelir bin lirayı tutmamaya başladı. O zamana kadar Hami de yirmi dört, yirmi beş yaşını buldu. Beyoğlu’nda ve şurada buradaki aşk işlerini pek ileri bir dereceye vardırdı. Firuze Hanım eldeki paralarının artık dayanamayacağı bu israflara bir son vermek için belki avunur diye oğlunu evlendirdi. Saffet Hanım’ı buldu, aldı. Gelin hanım o kadar semirmezden önce sahiden benzeri az bulunur güzellerdendi. En ziyade merak ettiği, heves gösterdiği bir şey ile üç dört aydan çok uğraşamamak huyunda bulunan Hami, karısının ahmaklığına, cahilliğine, bönlüğüne artık dayanamaz oldu. Firuze Hanımefendi’nin böyle bilgisiz kadınlardan birini gelin diye seçmesine kimsenin aklı ermedi. Kayınvalide hanım, bu seçmedeki hikmeti kendinden soranlara “Yaşı küçüktür, kendim öğretir yetiştiririm, bu güzellikte bir kıza her zaman insan rastlamaz diye tamah ederek Saffet’i oğluma aldım. Fakat gelinim o kadar dar istidatlı çıktı ki kendisine bir şey öğretebilmek şöyle dursun, vücuduna kadın kıyafetine benzer bir elbise bile giydiremedik.” cevabını verirdi.

      O ailenin sırlarını bildiklerini iddia eden bazı kimseler Firuze’nin bu karşılığına içlerinden gülerdi. Çünkü onlara göre bu seçmenin hikmeti evin içine pek gözü açık bir gelin getirmek kaynananın işine gelemeyeceğinden başka bir şey değildi. Firuze Hanım gençliğindeki aşklarıyla dillere destan olmuştu.

      Pek taze dul kalmışken evlenme tarafına yanaşmaması bu kadının geçirdiği hayatı birtakım kötü yorumlarla çekiştirenlere hak verdiriyordu. “Bir kadının öyle hesapsız parası, sürü ile âşığı olduktan sonra koca diye evine bir kâhya, bir baş belası dikmesinde ne mana vardır?” gibi alaylar ara sıra ta kendi kulağına kadar gittikçe Firuze tiksinmiş gibi kaşlarını kaldırıp dudaklarını kıvırarak “Âlemde ne işsiz saçma sapan söyleyenler var. Benim malımdan, gönlümden başka düşünecek bir şey bulamıyorlar mı?” sözleriyle herkesin böyle takazasına54 karşı çehresini çatardı.

      Sonra sonra yaşı ilerledikçe hakkında söylenen bu gibi sözlerden içerlemeye başladı. Herkese karşı derli toplu görünmek, bu söylenenleri yaşayışı ve davranışı ile yalan çıkarmak isteğine kapıldı. Ama anlatmak istediği bu salah meyli ile de kendini kimseye beğendiremedi.

      O zaman öteki beriki “Galiba mal suyunu çekti. Yüzü gözü de buruştu. Artık kendini besbelli beğenen olmuyor da zoraki ehliperdelik taslıyor.” demekten çekinmediler.

      Çok güzel olmakla şöhret bulmuş bir kadının güzelliğinin tazeliği ömrün sonbaharına erince o eski aşk zaferlerinden gönlünde bir gurur artığı kalıyor. Sonu gelmez sandığı o güzelliğine zamanın açtığı yarıkları düzeltmeye ve bu zor işte kendi kendine başarı kazanmaya çabalıyor. Bir kere insan o mevsime girdi mi çok geçmiyor, karlar yağıyor, artık ömrün kış devrine mahsus zorlu fırtınalar ile hırpalanan o yüzü onarmak güçleşiyor, insan bazı gözlerindeki görüş berraklığına, bazı da aynanın tam olarak gösterdiğine inanmıyor. Yüzüne bakanlara kendisi de bir şey anlamak ister gibi bakarak sanki soruyor: “Ben nasılım? Gene evvelki gibi miyim?”

      Bundan sonra güzelliğini övmek için işiteceği yalanlardan, yüze gülücülüklerden hoşlanıyor. Başka sebeplerle belki hâlâ kendine aşkını bildirenler, muhabbetin sadakatini söyleyenler oluyor. Bunları hep kendini aldatmak için dinliyor, bu tatlı rüyayı uzayabildiği kadar uzatmak isteğinden vazgeçmiyor. Fakat bir gün kalbine bir sıkıntı geliyor, duygularında bir değişiklik oluyor. Sevgilisinin davranışındaki samimiyetsizliği, sözlerindeki yapmacıklığı artık kendi nefsine karşı gizleyemiyor. Hemen aynaya koşuyor. O düzgünlerin, boyaların altından sırıtan yorgunluğu, buruşukluğu, bütün o korkunç gerçekleri inkâr etmeye, tevile imkân bulamıyor. Kendi kendine “Ben bitmişim! Bu çehre artık sevilemez. Beni sever görünenler, güzelliğimin tazeliğini hiç geçmeyecek gibi bir yaradılış istinası gibi göstermek isteyenler, hep o yüzüme gülenler, demek bir çıkarları olduğundan yalan söylüyorlar, beni aldatıyorlar.” diyor.

      Böyle herkese maskara olmaktansa sevmemenin, hile ile sevilmemenin daha hayırlı olacağını itiraf ediyor. Artık hayatının sevişme faslını bir siyah perde ile örtmek istiyor. Fakat bu karar, aşktan ve sevdadan bu etek çekiş, bu zoraki kapanış öyle bir kadın için ruhça bir ölüm, âdeta bir canına kıymak demektir.

      Firuze Hanımefendi için hâl tıpkı böyle olmuştu. Kendisine sevgilerini söyleyenlerin sözlerinde duyulan yapmacık, artık gizlenemeyen bu gerçek, sevişme lezzetine bedel o kadar ruh sıkıcı oluyordu ki Firuze bunu geçmişteki zaferlerine, kadınlık gururuna bir türlü yediremiyordu. Gönlünün hayal ettiği gibi bir erkek, bir delikanlı, heyhat evet bir genç çıksa da bu kadına, sevgisinin samimiliğine inandıracak bir büyücülükle sevgisini anlatsa, ah buna Firuze inanabilse, bu genç, bu ateşli sevgiliye bütün parasının bütün kalanını değil, bir ay sürecek böyle bir sevgi saadeti için, ömrünün kalan kısmını feda etmeye hazırdı. Fakat böyle bir sevgilinin varlığını bir türlü aklı almıyor, bunu uzun gecelerde sevdasının muhayyilesi gerçek dışı vadilerde dolaşırken, asla mümkün olmayan bir emel rüyası gibi tasavvur ediyordu.

      Hami Bey İstanbul’un bütün çapkınlık ve zevk âlemlerinde bildiği gibi gezip tozduktan ve karısı Saffet’ten nefret derecesinde usandıktan sonra tahsilini tamamlamak (!) için Paris’e gitmeye kalkıştı. Oğlu, bu şiddetli arzusunu bildirdiği zaman annesinde henüz, anlattığımız salah meyli meydana çıkmamıştı. Birkaç sevgili ile meşgul bulunuyordu. O aralık oğlunu başından savması kendisinin serbestçe davranması için faydalı olurdu. Yine bazı emval rehin verilerek birkaç bin lira tedarik olundu. Hami baştan savuldu.

      Annesi