Ахмет Мидхат

Karnaval


Скачать книгу

gelince ben de Hamparson’dan aşağı kalmam.”

      Dedik ya işte! Zekâyi kadınlar sınıfını bir diğerinden güzelce ayırt edip seçemediği için bu kibirli sözü söyledi. Aslında gençlik, güzellik, zekâ ve zarafet ve hele zenginlik, Zekâyi gibi arzularda bulunanlar için birinci sermayelerdendir. Ancak bu sermayelerden yararlanabilmek için aşıkâne alış ve veriş limanlarınca genel bir tecrübe gerekir. O tecrübe ve bilgi olmazsa bu sermayeler insanı kâra değil, zararlara uğratır.

      Zekâyi henüz tecrübe etmemişti ki dünyada cariye olmayan kadınlar da bulunup karşılarındaki erkeklere köle değil sahip olmak isterler. Bunun gibi dünyada fuhuş taciri olmayan kadınlar da bulunup aşklarını az çok bir miktar paha karşılığı satmak ve en doğrusu kiraya vermek değil, belki aşkının meyvelerini doğru sözün ve vefanın mükâfatı olmak üzere kendisi bahşeyler.

      Ama bu inceliklere sahip olamadığından dolayı Zekâyi’yi ayıplamamalıdır. Mazur görmelidir. Büyük bir servetten dolayı her konuda bolluk içinde büyümüş olan Zekâyi zevk ve eğlence dünyasının bazı köşelerini babasından gizlice, alelacele gezip görmekle bu inceliklere sahip olabilir mi? Düşünmelidir ki Zekâyi hiçbir arzusunu yerine getirmek için yalvarmaya mecbur olmamıştır. Emri, yani parasının kuvveti, her başvurduğu kimseleri kendisine boyun eğdirmiştir. Dünyada her şeyden yoksun olarak bununla beraber bazı arzulara mağlup da olmalıdır ve arzularının gerçekleşmesi emrinde yalvarmaktan başka gücü de bulunmamalıdır ki Zekâyi gibi kişiler için hazırda bekleyen bir nimete el uzatabilmenin değil, gözle bakabilmenin bile ne kadar zor olduğunu insan düşünüp anlayabilsin. Ya kişiliğinin gururu, kendisini yalvarmaktan yani bu dilencilikten de alıkorsa?.. Aslında her şey için ayıp olan dilenciliği, aşıkâne dilekler konusunda caiz görmüşler ise de bazı gururlu kişilik sahipleri vardır ki bundan bile utanırlar. O durumdaysa arzularını gerçekleştirmek için insan bir icat fikrine sahip olmalıdır.

      İşte Zekâyi’nin eksiği bundan ibaret olup böylelikle Madam Hamparson ile iletişimini arttıra arttıra, aklınca tam gönül ve kalbinde olanları ilan etmenin zamanı geldiğinde gücü yettiği kadar Fransızca ile madama bir mektup yazmış ve bunda öyle bir şekille dil döndürmüştür ki madamı şöyle sevdiğine ve aşkıyla böyle çıldırdığına, bu sevdasında pek haklı ve mazur da olduğuna, çünkü kadının dünyada bir eşi daha bulunmaz güzellerden olup terbiyesi ve nezaketinin de güzelliğiyle orantılı bulunduğuna, özetle eğer göz ucuyla olsun merhametli bir bakışına erişemez ise dünyanın kendisine zindan kesileceğine ve buna da o güzel göğüs altındaki güzel yüreğinin merhameti razı olamayacağına ve bir anlık iltifatına erişebilmek için olanca varını feda edeceğine, falana dair ne kadar söz bulabilmiş ise hepsini yazmıştır.

      Bir gün madamı odasında yalnız bularak mektubunu teslim ve takdim etmeyi başardı. Kadın mektubu baştan aşağıya kadar okudu. Aslında görünüşe göre şüphesiz fena bir aşk ilanı değil; öyle değil mi? Bir kadının güzelliğini, zarafetini, zekâsını taşkınlık derecelerine vardırmaktan çok o kadının hoşuna gidecek bir şey olabilir mi? Kendisi için yandığını, tutuştuğunu, çıldırdığını, tımarhanelere gideceğini falanı söylemek de sevgisini açığa vurmak demektir. Olanca varını meydana koymak ise fedakârlığa işaret eder. Zaten pek çok kadını çekmeye sebep olan şeyler de bunlar değil midir?

      Fakat Madam Hamparson böyle pek çok kadınları çekmeye sebep olan bu şeyleri körü körüne kabul edecek seviyede olan bir kadın değildi. Zekâyi’nin mektubunu yukardan aşağıya kadar hem de hoşnut ve gülümseyen bir tavırla okuduktan sonra kendisi hakkındaki güzel düşüncelerinin bu dereceye varmasından dolayı teşekkür etti ise de bu teşekkürü takiben bir de öğüt vererek dedi ki:

      “Beyefendi hazretleri! Eğer bana gösterdiğiniz bu ilgi ikiyüzlülükten arınmış, ciddi ve doğru ise herhâlde benim hakkımda bir de saygı ve hürmetiniz olması lazım gelir.”

      “Şüphe mi var madam!”

      “Öyle ise size rica ederim ki işlerimizi, ilişkilerimizi bir daha asla bu vadiye24 taşımayınız.”

      “Gönlümün zorlamasına karşı koyamazsam ne yaparım madam? Beni mazur görünüz. Seviyorum sizi! Çıldırıyorum! Bu kadar güzellik ve zarafet sizde iken benim gibi güzellik ve zarafete tapınan bir adamın çıldırmaması mümkün olur mu?”

      “Tapındığınız şey güzellik ve zarafet olup da birer miktarını da bende görüyorsanız, ben yüzüme perde çekip güzelliğimi saklamıyorum. Size kaba davranıp zarafet ve nezaketten de yoksun bırakmıyorum. Eğer güzelliğime, zarafetime tapınanların şöyle safça ve namusluca arkadaşlıklarından başka el uzatmalarını kabul edecek olursam, göğüsten göğse gezen bir çiçek olur kalırım.”

      “Aman Allah aşkına Madam!..”

      “Elverir25 beyefendi elverir! Artık demek istediğimi anlatmışım zannederim. Fakat verdiğim şu cevap üzerine dostluğumuza zarar gelmiştir zannetmeyiniz. Tersine hakkımdaki sevginizin sizi böyle bir şeye cesaretlendirecek kadar arttığını görmek beni memnun eder. Benden mahrum olmuyorsunuz. Fakat o sevginizi açıklama konusunda göstermek istediğiniz sonuç beni aşağılamak demek olacağından, reddettiğim şey işte yalnız bu sonuçtur. Bunu şöyle açıktan açığa reddedişim, sadece dostluğunuzu pek kıymetli sayışımdandır. Yoksa dostluğunuza önem vermemiş olsa idim, şimdi sizden yüzümü çevirip bir daha buraya ayak basmanıza izin vermemesi için kapıcıya emir verirdim.”

      Anlaşıldı ya? Kadın işi kesip attı. Hem de ne fena ve acıklı bir şekilde kesti attı! Eğer bir daha oraya ayak basmaması için kocasına söyleyeceğini bildirse idi, Zekâyi için bunu daha fazla hoş karşılanmış saymak mümkündü. Fakat kapıcıya emir verecekmiş! Kapıcılar, uşaklar aracılığıyla kovdurulan bir adamın ne kadar düşük olması lazım gelir!

      Zekâyi, bu inceliklere tamamıyla akıl erdirdi. Pancar kesildi! Kadından özür dilemeyi de beceremeyip hele nasılsa o aralık salona birkaç misafir daha geldi de kendisini şu zor durumdan kurtardı.

      Bilemeyiz; Madam Hamparson’a hak verenler, veremeyenlerden çok mu bulunur. Fakat gerek kendisine hak verilsin gerek verilmesin, madamın yorumu başkaydı. “Filanca âşık imiş!” diye onun arzularına uyum gösterecek olursa, kendisinin o filan efendinin heveslerine eğlence etmiş olacağını düşünürdü. Ama Madam Hamparson’un bu düşüncesi, aşkın ne olduğunu bilmediğinden ve aşka hürmet etmediğinden dolayı değildi. Aslında Soeurs de Charité okulunda dinin gereklerinden başka bir eğitim almamış ve Hazreti Meryemü’l-Azrâ’yı kendisine örnek alınacak bir model sayarak hele aşk denilen şeyin Cenab-ı Hak’tan başkasına uygulanacak bir yeri olduğunu, kimse kendisine söylememiş ise de aşkın anlamını öğrenmeye fazlasıyla düşkün ve şöhret olan kızların zaten bu yolda eğitim görenler olduğu bilinir. Fırsat ele geçip de türlü türlü romanları okumaya başladıkları zaman, onlar genellikle en açık romanları tercih ederek bunca garip olayın kahramanları ile sanki beraber yaşayıp onlara eşlik etmiş olurlar.

      Şu kadar ki bu durumda olan kadınların pek çoğu romanlardan genellikle pek kötü örnekler aldıkları hâlde Madam Hamparson başkalarının maceralarındaki hatalardan kendisi için bir gerçek dersi, bir selamet örneği, bir iffet ibreti alan kadınlardandır. İşte bu nedene dayalı olarak kendisine aşkını açığa vuran Zekâyi gibi bir adama uyma konusunda başkaları her ne anlam verirlerse versinler, Madam Hamparson en galiz tabirince âdeta fuhuş anlamı verirdi.

      Hem Madam Hamparson’a aşk ilan edenlerin birincisinin Zekâyi olduğunu düşünmezsiniz ya? Bu kadar genç, güzel, zarif bir kadın Beyoğlu’nda tam alafranga bir hâlde yaşar da ona Avrupa’nın