Ахмет Мидхат

Karnaval


Скачать книгу

Onlarda görülmüştür ki fikrimizin temeli çok hanımlı evliliği gerekli kılma yönünde değildir.

      Ha şöyle! Ha şöyle! Çünkü toplu iğneye davrandığımız gibi!..

      Ancak erkek olmak ve elli yaşına varmış bulunmak noktasında bir adamın evvelce örneği görülen Hamparson Ağa gibi yalnız bir hanımı bile çoğumsanması, o erkek için elbette bahtiyarlık sayılamaz. Belki kadın için bile! Öyleyse, savunulanın tam tersi de kabul edilir; yani o yaşta bulunan bir erkeğin yalnız bir değil dört kadına koca olabilecek kadar genç bulunmasının bir nimet sayılması lazım gelir.

      Ya bir erkek bu şekilde dinç ve zinde olur da, “Ben yalnız bir hanımla yetinirim.” derse, bu söze kolay kolay inanmak mümkün olur mu? Dünyanın beş kıtası gözümüzün önündedir. Görüyoruz ki bu sözü söylemeyen erkeklerin hemen yüzde yüzü o söz ile “Ben ihtiyaçlarımı dışarıdan da giderebilirim.” demiş oluyorlar.

      Çok hanımlı evlilikten bahseden bir kişi demiştir ki “Genelevler ağırlıklı olarak evli bulunanlar içindir. Bekâr olan gençler ise bu yerlerdeki başarılarını hürmete değer başarı saymazlar.”

      İmdi, bir erkek gönlünü, malını, namusunu evinden dışarıda ayaklar altına alacağına, serveti, arzusu hep kendi evine ait olsa daha tercih edilir sayılmaz mı? Dışarıdaki zevk ve eğlencelerin kendisi için ayıp ve rezalet sayıldığı hâlde evindeki çok eşliliği böyle bir ayıp ve rezalet sayılmak şöyle dursun, tam tersine evcillik sayılır.

      Bununla beraber bir tanecik hanımıyla yetinen ve ona sadakat eden kocaları kutsamalıdır. Fakat bizim Bahtiyar Paşa, işte bu fikirde bir adam olmayıp konağında dört hanımı vardı. Bizim hikâyemizin geçtiği zamanda Bahtiyar Paşa’nın dördüncü ve üçüncü hanımlarından henüz çocuğu olmayıp, ikinci eşinden bir buçuk yaşında bir kızı ile üç buçuk yaşında bir oğlu ve birinci eşinden, yani büyük hanımefendiden Şehnaz isminde on yedi yaşında bir kızı vardı ki işte Resmi Efendi’nin annesinden kalan Hasna, hikâyemizin geçtiği zamandan üç sene önce, yani Şehnaz henüz on dört yaşında bulunduğu zaman kendisine arkadaş olmak üzere alınmıştır. Cezayirli olmak ve orada Fransız lisan ve ahlâkını hemen tamamıyla öğrenmiş bulunması nedeniyle Bahtiyar Paşa gayet alafranga bir adamdı. Hatta alafrangalığı Avrupa’nın burjuva denilen halk takımının alafrangalığı şekli de olmayıp âdeta kendisini kontlar, dükler derecesinde sayarak konağını bile o kıyas üzre idare eylerdi. Öyle ya! Cezayir Dayısı demek, oranın bir hükûmdarı demek olduğuna göre Bahtiyar Paşa’nın kendisini, Avrupa’da yedi sekiz yüz nüfustan ibaret, çiftlik gibi bir yerin hükümdarı hem de tek sözü geçeni sayan baronlardan, kontlardan, düklerden daha aşağı mı saysın?

      Konağı içinde daire müdürü sıfatında görevlendirdiği kişi Konsuş isminde bir İngiliz’di ki hâl ve şanına bakılacak olunsa kendisi bir daire müdürlüğüne değil büyük bir şirketin yöneticiliğine layık görülürdü. Ondan başka zengin evleri için bir süs sayılacak cokeyi Sarafin de binicilikte şöhret yapmış bir adam olup arabacısı Fransız Victor Hague ise arabacılığa tenezzül edemeyecek bir adam ise de nasılsa birkaç defa servet kazanarak zevk ve eğlenceyle batırmış olduğundan şimdi Bahtiyar Paşa’nın yemek içmek, giyim vesaire her şey daireden olduğu hâlde maaş olarak verdiği ayda iki yüz frank Victor Hague’a arabacılık hizmetini kabul ettirmişti.

      Konsuş, Sarafin ve Victor Hogue’den başka dairede bulunan Fransız aşçılarının, Türk ve Arap iç ağalarını vesaireyi sayıp dökmeye de kalkışacak olursak şuraya birkaç yüz isim kaydetmeliyiz.

      Harem tarafına gelince; hanımların cariyelerinden filanlardan başka Şehnaz Hanımefendi’nin hizmetinde mürebbiye ve öğretmenlik sıfatıyla görevlendirilmiş olunan Madame Mirsak gerçekten kültürlü kabul edilmeye değer bir kadın olup Fransa edebiyatçılarının bütün eserlerini kütüphanesine sadece bir süs olsun diye koymuştur. Çünkü söz konusu edilmiş kitaplar tümüyle ezberinde olup kendi kalemi de şöhret yapmış Fransız hanımlarından Madame George Sand ve Madame Emile de Girardin gibi yazarlardan aşağı kalmaz. Bu kadın otuz yedi, otuz sekiz yaşında, vücutça da alımlı ve hele öğretmenlerin hepsinde görüldüğü gibi elbise ve tuvaletince büyük bir temizlik ve titizliğe düşkün olup şu kadar ki yine o öğretmen ve mürebbiyelerin hepsinde görüldüğü üzere, hâl ve tavrını altmış yaşındaki kadınların hâl ve tavrına benzetmeye çalışıyordu. Madame Mirsak yedi sekiz seneden beri Şehnaz Hanım’ın eğitim ve öğretimiyle meşgul olduğundan, Şehnaz Hanım’a Fransız lisanında iyiden iyiye pay kazandırmış olduğu gibi kendisi de Arapçayı ilerletmiş ve hatta okuyup yazmaya başlamıştır.

      Madame Gabat isminde Şehnaz Hanım’ın bir de müzik ve dans öğretmeni vardır. Bu kadın kırkını bir hayli geçmiş ve belki ellisine el uzatmaya yaklaşmışsa da Paris’in en meşhur tiyatrolarında geçirdiği gençlik âlemine nasılsa doyamayarak gerek süsçe ve gerek şuhlukça hâlâ kendisini yirmi altı yaşında zannederdi. Şunu kabul ederiz ki bu kadın genç iken Paris’te pek çok adamın ocağına incir dikmeye yardım eylemiş büyük bir güzelliğe sahip olup şimdi de geçip giden aylar ve yıllarla o güzel binaya gelen yıpranma ve çöküntüyü süs sanayinin yardımıyla tamire çalışarak bu binayı sıvaca, badanaca, nakış ve renkçe bayağı, insanların dikkatlerini çekebilecek bir hâlde korumayı başarmakta idi.

      Şehnaz’ın oda hizmetçisi olan Sofi isminde bir Fransız kızını ne Mirsak’a ne de Gabat’a asla kıyas edemeyiz. Bu kız ancak on dokuz, yirmi yaşında, varışlı gelişli dalyanlar gibi bir kız olup çehrece de o kadar güzeldir ki bu büyük güzelliği kendi etkisini meydana koymak için öyle süse müse de muhtaç değildir. Bir oda hizmetkârının sadece elbisesi eğer bir çirkin kadının üzerinde küçük görülmeye neden olabilirse de Sofi’nin üzerinde bulununca kimse elbiseye dikkat bile etmeyip fistanına sığmayan balık gibi sımsıkı bir vücudun kim bilir ne kadar körpe bir şey olduğunu tahmin için insan gözlerini kızın gerdanından, boynundan, yüzünden ayırıp da elbisesiyle uğraşmaya zaman bulamazdı.

      Bu yosmanın güzelliğinden kendisinin habersiz olmadığını da özel olarak yazmalı ve uyarmalıyız. Hatta kendisini görenlerce vücudunun ahengi ve yüzünün güzelliğinin ne etki yaptığını kendisi de daima gözler ve her hâl, duruş ve tavrını ona göre düzenlerdi. Hatta bir defa Resmi Efendi, Matmazel Şehnaz Hanımefendi ile birlikte kahvaltı etmek şerefine ulaştığında (Çünkü Bahtiyar Paşa dairesi pek alafranga olduğundan kaç göçe o kadar uyulmaz.) Sofi bu sofrada yemek takdim etmekteydi. Misafirin sol tarafına yemek tabağını uzattığı zaman en usta hizmetçiler için birinci derecede dikkat edilmesi lazım geldiği gibi burnunun solumasıyla yemek alan kişiyi rahatsız etmemek için başını o kişinin tepesi hizasına doğru kaldırınca Sofi o kadar yaklaşmış ve öyle güzel bir duruş almıştı ki kızın gerdanında olan güzellik öyle göz yumulması mümkün olan güzelliklerden de olmadığı için Resmi biraz başını kaldırdığı zaman gözleri kamaşır gibi bir şeyler hissetmiş ve hemen aklını başına alarak kendi kendisine, “Vay canına yandığım yosma şey! Sanki yemek takdim etmiyor! Güya gerdan takdim ediyor!” demiştir. Sofi de Resmi’de olan bu çalkantının farkına vardığından yüzünde o kadar hafif ve anlamlı bir gülümseme görülmüştür ki artık bu gülümsemeyi ne yolda anlamak isterseniz sizi hür ve yetkili bırakırız.

      Nasıl? Resmi’nin Zekâyi’yi tanıştırmış olduğu şu Bahtiyar Paşa ailesine tanıtılmak bahtiyarlığını siz de kendiniz için arzu ederdiniz ya!

      Bu aileden hikâye kahramanları arasında hemen birincilerden sayılacak kişi hakkında henüz gereken ayrıntıları vermedik. O ise Şehnaz Hanım’dır. Yalnız Şehnaz Hanım’ın bu hikâyenin geçtiği zamanlarda on yedi yaşında bulunduğunu söylemiştik. Bu kadar düzenli bir terbiye