Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n381" type="note">381

      Mebhût ederek bu söz Hişâm'ı,

      Huzzâra demiş: «Görün kelâmı!

      Yok bende cevâb-ı redde kudret…

      Hayret, bu civan-dehâya hayret!

      İcâbediyor ki şimdi insâf:

      Mes'ûlü hemen olunsun is'âf.»382

      Mahalle Kahvesi

      Kardeşim Hüseyin Avni'ye

      «Mahalle kahvesi!» Osmanlılar bilir ne demek?

      Tasavvur etme sakın «Görmedim nedir?» diyecek.

      Dilenci şekline girmiş bu sinsi cânîler,

      Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,

      Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne…

      Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!

      Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;

      Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,

      Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen,

      Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!

      Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?

      Kapansın, elverir artık bu perde pek kanlı!

      Hayır, bu perde, bu Şark'ın bakılmayan yarası;

      Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası;

      Hayatımızda gediktir «gedikli» nâmıyle,

      Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!

      Sakın firengiye benzetmeyin fecâatini:

      Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.

      Mahalle kahvesi Şark'ın harîm-i kâtilidir;383

      Tamam o eski batakhaneler mukâbilidir.

      Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;

      Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür…

      Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:

      Girince nûr-i nazar simsiyah olur da çıkar!

      Yatar zemîn-i sefîlinde en kesîf eşbâh,

      Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.

      Dehân-ı lâ'nete benzer yarıklarıyla tavan,

      Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!

      O hâtırâtı sakın sanmayın: Meâlîdir;

      Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.

      Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,

      Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?

      Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?

      Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın,

      Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;

      Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.

      Fakat biz onlara âit ne varsa elde, yazık,

      Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!

      Bütün heyâkil-i san'at yetiştiren Şark'ın,384

      Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!

      Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfın,

      Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.

      Kanalların izi yok, köprüler harâb olmuş;

      Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!

      O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn385

      Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.386

      Azâb içinde kalır sa'yi görse rü'yâda!

      Niçin yorulmalı zâten «ölümlü dünya»da?

      Vücud emânet-i Hak, doğru, hem de cennetlik.

      Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!

      «Hayât-ı âile» isminde bir maîşet var;

      Saâdet ancak odur… dense hangimiz anlar?

      Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,

      Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhât!

      Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;

      Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;

      Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,

      Dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa;

      Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?

      İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?

      Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun;

      Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.387

      Sıkıldın, öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer,

      Fezâ kadar sana vâsi' gelir bu dar çember.

      Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?

      Gelin de bir bakalım… Buyrun işte bir kahve:

***

      Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;

      Önünde tahta mı, toprak mı? Sorma, pis bir eşik.

      Şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;

      Ahırla farkı: O yemliklidir, bu yemliksiz!

      Zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş…

      «İmiş»le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş,

      O bir karış kirin altında hangi mâden var?

      Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,

      Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;

      Duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden,

      Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,

      Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.

      Şu var ki, bilmeyen insan görürse birden eğer,

      «Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!» der.

      Kenarda, peykelerin alt başında, bir kirli

      Tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:

      Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,

      Zavallının, güveden, lîme lîme hep sırtı.

      Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;

      Ki «bir tependen inersem!» diyen hasır zembil;

      Onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle;

      Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!

      Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,

      İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!

      Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;

      Onun yanında, kan almak için, beş on boynuz.

      İkinci katta bütün kerpetenler,