Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!

      – Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı!

      – Çocuğu, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,

      Sokak sokak geziyor…

                                                                             – Koymuyor mu medreseye?

      – Koyar mı hiç? Arabî şimdi kim okur artık?

      – Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!

      – Binâ'ya388 üç sene gittimdi hey zamanlar hey!

      İlim de kalmadı…

                                                                               – Zâten ne kaldı? Hiçbir şey.

      Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;

      Sülüs, nesih389 bitiyor yoksa hepsi… keyfinize!

      – On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.

      Geçende «Sen ne bilirsin?» demez mi bir züppe?

      Dedim: «Ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,

      Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.»

      – Nasıl, becerdi mi?

                                                                      – Kâbil mi! Rabbi yessir'i ben,

      Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.

      —Nedir elindeki yâhu?

                                                               – Cerîde.

                                                                                                                             – At şu pisi.

      – Neden?

                                             – Yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.

      – Ya doğru yazsa ? Asarlar… Ne oldu Volkan’cı,

      Unuttunuz mu?

                                                               – Bırak, boşboğazlık etme Hacı!

      Şu karşıdan gözeten fesli, zannım, ağzıkara…

      – Hayır, demem o değil…

                                                                                       – Durma sen belânı ara!

      – Canım, lâtife yapar, bilmiyor musun Ömer'i?

      – Biraz rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!

      Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr…

      Meğer geğirti imiş.

                                                                                        – Pek şifâlı şey şu hıyar:

      Cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh…

      – Evet şifâlı yemiştir…

                                                                                            – Yemiş mi? Lâ-teşbîh.

      – Günaha girme. Tefâsîrde öyle yazmışlar…

      Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var.

      – Hasan, bizim yeni damad ne oldu anlamadık,

      Görünmüyor ?

                                                             – Karı koyvermiyor: Herif, kılıbık.

      – Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş…

      Lâf anlamaz dişi mahlûku, durma sen uğraş.

      – Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,

      Adam hesâbına koymam bizim köroğlunu ben.

      ............................................................

      ............................................................

      Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan

      Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:

      «Ya sizin bir yuvanız yok mu?» diyor anlaşılan,

      Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar…

      Köse İmam

      Kardeşim Ali Şevki Efendi Hoca'ya

      İlmi az, görgüsü çok, fıtratı yüksek bir imam

      Tanırım ben, ki hayâtında tanıtmıştı babam.

      «Kim bilir; şimdi ne âlemde benim şanlı Köse’m;

      Görmedim üç senedir, bâri gidip bir görsem…»

      Diyerek, dün gece güç hâl ile buldum evini.

      Koca insan; ne şetâretle kabûl etti beni:

      – Gel ayol gel, Hocazâdem, bizi ihyâ ettin…

      Ne kerâmetçe tesâdüf; seni andıktı demin.

      Kahveler, nargileler, enfiyeler, şerbetler,

      Rûhu lebrîz-i safâ eyleyecek sohbetler,

      Hepsi mebzûl idi mecliste. Ne âlâ; derken,

      Kapı şiddetle çalınmaz mı?

                                                                                          – Bakın kim? Zâten

      Ev değil, han gibi bir şey; gece gündüz işler…

      Gönderin kahveye, Âsım, gelen erkekse eğer.

      – Ahmed'in annesi gelmiş…

                                                                             – Nasıl Ahmed, oğlum?

      – Hani bizdeydi bugün…

                                                         – Ha, Küçük Ahmet… Malûm.

      Bize âit değil öyleyse… Haber ver içeri.

      – Gir,