Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

vahy-i bülend kudretiyle

      Telkîn ediyor lisân-ı hâli!

      Ondan da alınmıyorsa ibret,

      Yok bir daha almak ihtimâli!

      Binlerce vücûd-i nâzenînin

      Bir servi hayâl-i yâl ü bâli.

      Binlerce ser-i semâ-güzînin

      Bir kabza türâb olur zevâli.

      Her seng-i mezâr bin hayâtın

      Fânilere karşı infiâli.

      Görsün de bu inkılâbı insan,

      Dehrin nedir anlasın kemâli!

      Zâir bu hakâikın önünde

      Hâlâ mı bırakmadın hayâli?

      Gül, Bülbül

      Konduğu her gusn-i ter minberidir bülbülün,

      Zemzeme addettiğin hutbesi, faslu’l-hitâb.

      Reng-i hakîkat nedir, fark eden ebsâr için,

      Goncada matvî duran her varak ümm’ül-kitâb.

      Tercümedir

      Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma…

      Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.

      «Nerde yârânım?» diyorken ben bülend âvâz ile,

      «Nerde yârânım?» diyor vâdî, beyâbân, kûhsâr.

      Tercümedir

      Nühüfte kalb-i ketûmunda leyl-i deycûrun,401

      Seninle biz iki âvâre-ser idik gûyâ:

      Ki tâ ebed kalacak muhtefî nazarlardan,402

      Meğer ki onları etsin lisân-ı subh ifşâ!

      Hüsrân-ı Mübîn

      Başlattığı gün mektebe, duydum ki, diyordu,

      Rahmetli babam: «Âdem olur oğlum ilerde.»

      Annemse, oturmuş, paşalıklar kuruyordu…

      Âdemliği geçtik! Paşalık olsun, o nerde?

      Âmâli tezâd üzre giderken ebeveynin,

      Hep böyle harâb olmada etfâl ara yerde!403

      Âhiret Yolu

      Sokakta sâde bir «âmîn!» sadâsıdır gidiyor:

      Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

      Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,

      Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût.

      Denildi: «Fâtiha!», âmîni kestiler; bu sefer,

      Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

      Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;

      Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

      Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,

      Diyordu:

                                               – Söyleyin, Allâh için, şu merhûmu,

      Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?

                                                                                                                             – İyi biliriz!

      – Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

      Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

                                                                                                                 – Evet!

      – İmam efendi, helâllik de iste, merhamet et…

      – Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı…

      – Helâl edin, hadi bekletmeyin adamcağızı!

      Cemâatin yüreğinden kopup «helâl olsun!»

      Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, âh-ı derûn

      Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.

      İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

      Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

      – Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?

      – Yıkıldı dostlar evim, barkım… Âh gitti kocam…

      – Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam.

      – Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,

      Kızıp da «ey!» demiş insan değildi, hemşîre!

      – Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım…

      – Babam ne oldu?

                                                      – Baban… Öldü.

                                                                                                 – Etme Ayşe Hanım,

      Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza…

      – Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza…

      Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın…

      Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,

      Sevimli bir küçücük kız… Beşinde ancak var.

      Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

      Zavallının eriyen rûh-i bî-günâhı idi.

      Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

      Sefîne-pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin

      Yüzer… Önünde ademden nişâne bir engin

      Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;

      Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?

      Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,

      O tahta-pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.404

      Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?

      Nasıl görür ki yetîmin hurûş eden yaşını?

      Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,

      Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.405

      Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:

      Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler,

      O tahta-pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,